AK Parti'nin antitezi kim?
Mustafa Sarıgül'ün hafta sonu İzmir'e yaptığı çıkarmada, en dikkat çekici ayrıntılardan biri "Baykal gitme vaktin geldi" pankartı olmuş. Şişli Belediye Başkanı Sarıgül, CHP'ye bir alternatif oluşturmak için yola çıkıyor.
Solda canlanma arayanlar için en güçlü argümanı "iktidar" vurgusu. "Ankara'ya tabela takmaya gitmeyiz. İktidara yürümeye gidiyoruz" diyor. Zaten İzmir mitingine "İktidar yolunda İzmir buluşması" adını koymuş. "İktidar" vurgusu 'merkez sol'un alışık olmadığı bir perspektif. Sarıgül'ün TDH'sı giderek AK Parti'nin antitezi olabilir mi? Türkiye'de mantıklı olanlar dışında her şey mümkün olduğuna göre biraz zor. Alevilerin parti kurma teşebbüsü de dahil olmak üzere, sol'da henüz rengini ve kıvamını bulamamış yoğun bir arayış var. Bu arayış bir taraftan CHP'ye bir alternatif oluşturma ihtiyacından kaynaklanıyor; ama daha köklü ve hayatî beklenti AK Parti'ye bir antitez oluşturma talebi.
Her varlık zıddı ile kaimdir. Değişim dediğimiz şeyin kendisi bu zıtlar arasındaki mücadelenin eseridir. AK Parti'nin (yaslandığı sosyo-politik geleneğin) antitezi bugüne kadar sivil-asker bürokrasi (ve bugün ortada görünmeyen büyük sermaye) idi. Son 8 yılın siyasî rekabeti ana eksen olarak darbe veya vesayet peşindeki bürokratik elitlerle AK Parti arasında geçti. CHP bu rekabette, doğrudan değil askerî vesayete verdiği destekle rol aldı. Bir taraf AB sürecini hızlandırarak demokratik hukuk alanını genişletiyor; öbür taraf birkaç darbe projesi geliştiriyor. Bu muhafazakâr parti toplumu askerî vesayetin boğucu atmosferinden çıkartmaya aday göründüğü için ikinci dönemine güçlü bir destekle başlıyor. Bu sefer rekabet mantık sınırlarını zorluyor. Bir tarafta her iki vatandaştan birinin siyasî tercihi Anayasa Mahkemesi'nde mahkûm ediliyor ve yargı vesayet görevini devralıyor. Öbür tarafta, bugün karşımızda Ergenekon davası olarak çıkan "illegal" aktörler, AK Parti'yi iktidardan etmek için suyu bulandırmaya başlıyor.
Söylemek için henüz erken, çünkü çıkmamış candan umut kesilmez; ama bugün itibarıyla AK Parti askerî vesayet düzenine karşı yürüttüğü mücadeleyi kazanmış görünüyor. TÜSİAD'ın konum değiştirmesi, en azından büyük sermayenin geleneksel ittifak sisteminden çıktığını gösteriyor. Medyadaki değişim yine bu siyasî rekabet düzeninin yok olması ile uyumlu bir gelişme. "Sivil darbe", "sivil vesayet", "sivil faşizm" gibi içeriği olmayan tepkisel retoriğin müşteri bulması bu yüzden. Doğru, AK Parti Türk siyasetinde alışkın olduğumuz geleneksel rekabet düzeni içinde bugün rakipsiz bir durumda. Bu rakipsizliğin, dolayısıyla güç temerküzünün sermayesi tükenenler için bir "dikta" olarak algılanması doğal.
Bu rakipsizlik AK Parti için de büyük bir handikap.Bu durumda AK Parti'nin antitezinin siyasî yelpazenin içinden çıkması gerekiyor. İşte tam bu yüzden demokrasimizin en büyük yapısal sorunu, solun bir türlü "antitez" olgunluğuna ulaşamaması. Eşyanın tabiatına uygun olarak önümüzde tek yol görünüyor. Er veya geç sol AK Parti'nin antitezini çıkartacak. AK Parti'ye antitez olmak demek halkın karşısına bir iktidar projesiyle; yani her iki kişiden birinin oyunu alacak bir omurga ile yola koyulmak demek.
Diyalektiğin kuralıdır: Her varoluş kendi yok oluş tohumlarını içinde taşır. AK Parti'nin antitezi kendi içinde. Toplumu bireyselleştiren, dolayısıyla sekülerleştiren dinamikleri AK Parti neredeyse tek başına işletiyor. Yıllık GSMH'si bir trilyon dolara ulaşmış bir ülkede herkesin boyun eğeceği temel ilkeler, serbest piyasanın kuralları olur. O zaman AK Parti'nin antitezinin tereddütsüz biçimde sivil ve alabildiğince liberal bir sol olması lâzım. Siyasî özgürlükler ile ekonomik özgürlükler arasındaki sebep sonuç ilişkisine dayanan bir kitlesel sol anlayış. Az ideoloji, bol pragmatizm, sivil-özgürlükçü ve iktidarı hedefleyen bir sol perspektif.
AK Parti'nin artan gücünden şikâyet edenlerin bu antiteze emek harcamaları lâzım.