Darbelere itiraz devam etmeli
Maalesef Türkiye’nin tarihi bir bakıma darbeler ve ihtilâller tarihidir. Her ne kadar 27 Mayıs 1960’ta merhum Adnan Menderes ve Demokrat Parti’yi hedef alan ‘kanlı ihtilâl’i darbelerin başlangıcı kabul etsek de, darbeler tarihi daha eskiye dayanır.
27 Mayıs darbesi sonrası, o günün darbecilerine kanun önünde hesap sorulamadığı için bu kötü ‘alışkanlık’ bu güne kadar devam edip geldi. Bu noktada, 27 Mayıs darbecilerine—meselâ 1965’te—hesap sorulmasının kolay olduğunu söylemek mümkün değil. Elbette gönül arzu ediyor ki 1965 değil, 1961 yılında bu hesap sorulabilseydi. Aradan geçen bunca yıla rağmen darbecilere hâlâ hesap sorulamadığına göre, geçmış yıllarda ‘hesap sormayan’ları suçlamak kolaycılığına da düşmemek gerek.
Yine tekrarlayalım: Prensip olarak darbecilere hesap sorulması gerektiğini unutmayacağız, hesap sorulmasını talep edeceğiz.
Bu tesbitlerden, “Bugün de hesap sorulmasın, sorulamaz” gibi yanlış bir kanaat hâsıl olmamalı. Çünkü köprülerin altından çok su aktı, şartlar değişti. İhtilâlciler, geçmiş yıllarda dış destek de alıyordu. Ama bugün itibarıyla bu destek zayıflamış ya da bitme noktasına gelmiştir. Çünkü Türkiye’nin demokrasi ile yönetilmesinde dünya ülkelerinin maddî menfaati de var.
Yaşanan ekonomik kriz de gösterdi ki, ülkeler herhangi bir karar alırken bu kararın ekonomik yansımalarını da dikkate alma ihtiyacını hissediyorlar. “Benim gücüm, kuvvetim, param, petrolüm, siyasî etkim var. O halde ben istediğim kararı alırım” noktası çoktan geride kaldı. Kendisini dünyanın jandarması gibi gören Amerika bile artık tek başına karar alma gücünü kaybetti. Onların alacağı önemli kararları, uluslar arası dev şirketler de etkiliyor. Bu şartlar göz önüne alındığında ihtilâl ve darbe tartışmalarının geride kaldığı ya da kalması gerektiği net olarak ortaya çıkıyor.
Bu demek değil ki bundan sonra kimse darbe teşebbüsünde bulunmaz, ‘balyoz darbe planı’ yapmaz, seçilmişleri alaşağı etmeye çalışmaz. Tam aksine, geçmiş yıllarda olduğu gibi bugün de, yarın da böyle planlar yapmak isteyenler olabilir. Aradaki fark, bu planları yapanların eskisi kadar rahat destek bulamayacağı, bu çirkin emellerine ulaşmalarının imkânsız derecede zor olmasıdır.
Liberal görüşleriyle tanınan Sedat Laçiner, darbeler penceresinden Türkiye’yi değerlendirirken şöyle demiş: “Türkiye’deki yasal ve kurumsal yapı darbelerin ürünüdür ve bunlar yerli yerinde durduğu sürece fiilî darbe devam edecektir. Fark etmesek de, bilinçsizce içselleştirmiş olsak da kesintisiz bir darbe düzenini yaşıyoruz. 2002’den bu yana yaşanan canlı tartışma ortamı yanıltmasın, şu ana kadar sadece darbenin şiddeti değişti, kendisi değil. (...) Türkiye’de darbeler dönemi kapanmıştır diyebilmeyi çok isterdim, ancak bu dönem kapanmış değildir.”
Aradan çeyrek asır geçtiği halde hâlâ 12 Eylül 1980 ihtilâlinin ürünü olan bir anayasa ile yönetilen Türkiye, bu tesbitlere itiraz edebilir mi? Etse haklı olur mu?
Demokratlara düşen, bu doğru tesbitlerin farkına varıp ihtilâllere ve ihtilâlcilere her hâl ve şart altında itiraz etmeyi sürdürmek. Nereye kadar mı? Hür, âdil ve demokrat Türkiye’yi tesis edene kadar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.