Ancak edep yoksunu insanlar Peygamberimiz’i böyle anarlar
Karla karışık Ankara’nın sıcak gündemlerinden biri de Osman Durmuş adındaki bir kişinin, TBMM’de Efendiler Efendisi (s.a.v)’ni; “edep, hürmet, saygı, sevgi ve hoşgörüden” uzak bir şekilde yakışıksızca diline dolamasıydı.
Alaylı ve bencil bir beden diliyle Peygamberimiz’den ve İslâm dininden nefret eden CHP’lileri dahi yaya bırakan malum kişi, epey insanı çileden çıkarmış. Girip çıktığımız ortamlarda neredeyse iki kişiden biri bu meseleyi konuşuyordu.
Yazılanlara, çizilenlere, konuşulanlara, yorumlara bakınca görülüyordu ki, Peygamberimiz’den nefret edenler, yukarıda adı geçen şahsı destekliyor; Allah onları birbirine şahit kılsın ve birlikte haşretsin. Efendiler Efendisi Peygamberimiz (s.a.v.)’i sevenler de malum şahsın; “kim, neci, nereli ve nasıl bir insan” olduğunu sorguluyordu.
Söylenecek çok şey var, yazılacak çok şey var. Lakin zerre kadar değmez. Bu kadar yazmamın sebebi; benim de diğer herhangi bir Müslüman gibi, Efendiler Efendisi’ni edep dışı anarak yaptığı saygısızlığa ve hürmetsizliğe karşı verdiğim tepkidir. Kırıkkaleli ihtiyarlardan duyduğum ünlü bir deyim vardır. “Şeytanından bulsun.” Daha ne diyeyim.
Ankara’nın karlı ve soğuk havasında sıcak dostlarla buluştuk. “Bin cümleyi bir cümleye sığdırma ustası” ve edebiyatımızın duayeni Rasim Özdenören ile beraber olduk. Yeni çıkan kitabı “Siyasi İstiareler” üzerine konuştuk. Nasip olursa önümüzdeki günlerde söz edeceğim. Hakikaten çok kapsamlı bir eser olmuş. Mutlaka okunacaklar listesine alınmalı.
Burç FM’de yaptığım “Hekimoğlu İsmail Konuşmaları” programı çerçevesinde Hekimoğlu İsmail ağabeyin Ankara günlerini dinlemek için Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı İbrahim Ulvi Yavuz ve otuz beş yıldır görmediğim için simasını dahi unuttuğum ama adı hafızalarımızda canlılığını koruyan Abdullah Lelik ağabeylerle birlikte hoşça vakit geçirdik.
Akşama doğru kar Ankara’yı iyice sarıp sarmalamıştı. Karla mücadele konusunda Ankara ve İstanbul karşılaştırması yaptık. Ankara’nın iç kısımları; yani Kızılay, Kurtuluş, Cebeci, Seyranbağları, Küçük Esat gibi semtlerde hayat durmuştu.
Aynı manzara İstanbul’da olsa kıyamet kopar, kar gibi bir nimete bile “Beyaz Felaket” diyecek kadar kendisini bilmezler haberler yapar ve nerede köprü altını sığınmış köpek varsa bulur ve onların bile donduğunu söyleyen edepsizce haber yaparlardı.
Kar mücadelesinde Ankara’nın nasıl çalıştığını görmedim ama bu vesileyle İstanbul’un karla mücadelesinde çok çok başarılı olduğunu söylemeli ve AKOM ekibine teşekkür etmeliyim. Daha kar taneleri yere düşerken AKOM yetkilileri yollara düşüyorlardı.
İmtiyaz isteyen sürücülerin kaprislerinden zincirsiz yola çıktığı için kendisini suçlamak yerine; “Neden belediye zincir dağıtmıyor” diyen densizlere, evinde gazı bitmiş, tuzu bitmiş, ekmeği bitmiş ama dışarı çıkamayan ya da çıkma imkânı olmayan kimsesiz ve çaresizlere kadar herkesin imdadına yetişmeye çalıştıklarını biliyoruz.
Ankara’ya veda zamanımız gelmişti. Alana giderken, yine THY’nin sabahki rötarları yapabileceğini konuşuyorduk. Hani derler ya; “Gülme komşuna gelir başına” diye. İçeri girdik, müjde verir gibi yarım saatlik rötar levhadaki yerini almıştı. Güldük ve “İki saate çıkar” dedik. O da oldu. Görevli memur elinde telsizle bağırdı; “Falan uçak yolcuları, uçağınız bir saat 40 dakika daha rötarlı.” Bu demekti ki yaklaşık iki buçuk saat.
Meğer 6.30 uçağı da kalkmamış. Havaalanı bayram öncesi otobüs terminali gibiydi. Sonra “Anadolu Jet’le gitmek isteyenler gidebilir” denilince elini çabuk tutan bir koltuk kaptı. Bulamayanlar ne oldu bilmiyorum ama sanıyorum THY tarihinde bir ilk yaşandı.
Bunları niye yazdım. Şunun için yazdım. Bütün olup bitenleri THY Genel Müdürü Temel Kotil’e kimse anlatmaz. Ben anlatmaya kalksam, randevu alıp da görüşmek için ya o emekli olur ya ben. En iyisi buradan duyurmak düşüncesiyle yazdım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.