Ramallah’dan GATA’ya…
Genel kanaat, Başbakan Erdoğan siyaseti, ilkelere göre veya yapısal bir zeminde değil kişisel bir zeminde yürütüyor olduğu şeklinde. Bundan dolayı da adı sık sık otoriter yönetimlerle birlikte anılıyor. Sözgelimi, önce bir sözcü atadı lakin daha sonra sözcüye lüzum kalmadı. Zira, konuşma alışkanlığı sözcüye gerek ve fırsat bırakmıyor. Bu tespitin açılımını fiili siyaset üzerinden yapabiliriz. Sözgelimi, İsrail ile ilişkiler de ilkeler ve yapısal bazda değil husumet ve öfke zemininde ilerliyor. Siyaseti refleksler belirliyor. Bazen başbakan şuuraltını boşalttığında öfkenin belirleyiciliğini görebiliyoruz. Esasında, Başbakan Erdoğan'ın ilkesel ve yapısal olarak İsrail'le ilişkilerin kesilmesinden veya gerilemesinden yana olduğunu söyleyemeyiz. Lakin pratikte tam tersi gelişmeler yaşanıyor. Bunun nedeni de, İsrail'e duyduğu öfke ve İsrail'in, 'izzet-i nefsini' aşağılaması nedeniyle kin tutması ve bunun da bir nöbet halinde Filistin-İsrail krizlerinde dışa yansımasıdır. Sözgelimi, Başbakan El Halil kentinde kontrol noktasında şehit edilen Türk askerlerini pek de hatırlamazken aksine Ramallah'da Filistin Özerk yönetimini ziyaret ederken İsrail askerleri tarafından kontrol noktasında bekletilmesi ağrına gitmiştir. Haklı olarak alınganlığına neden olmuştur. Esasında, İsrailliler bu aşağılamayı genelde herkese karşı uyguluyorlar. Dolayısıyla, zaten objektif nedenlerden dolayı yani yapısal olarak İsrail'e böyle bir tavır yabancı değil. Kimyasına uygun. Lakin aynısı Başbakana yapıldığında sorun oluyor. İşte gerçek sorun da burada başlıyor. Burada ilkeden ziyade gurur öne çıkıyor. Neden herkese karşı yapılan yanlış, yanlış olmuyor da kişiye karşı yapılan yanlış, yanlış olarak algılanıyor? İsrail'le Suriye arasında arabuluculuğa talibiz ve bu da İsrail'le komşularını barıştırmak istediğimizi gösteriyor. Lakin, Gazze saldırıları öncesinde Ehud Olmert Türkiye ziyareti üzerinden yanlış intiba ve İslam alemine mesajlar vermek isteyince bardak taşıyor ve Başbakan patlıyor. Elbette ki, patlamasında haklı. Lakin, İsrail'in böyle bir varlık olduğu da kimsenin meçhulü değil! Neden İsrail'i yeniden keşfediyoruz? Acaba, bazı şeyler bir kez de Türk cephesinde yaşanılarak mı ispat edilmek isteniyor? Lakin, tabii ki Başbakan Erdoğan'ın bununla sınırlı görülemeyecek tepkileri de var. Sözgelimi, İsrail'lilerin de net hatırladıkları gibi Şeyh Ahmet Yasin'in şehit edilmesi karşısında gösterdiği haklı tepkidir.
GATA olayı da bir başkasıdır. 3 yıl önce gerçekleşmiş bir olay. Aynen MHP'lilerin bir yıl kadar önce peygamberlikle ilgili bir benzetmeyi gündeme getirmeleri örneğinde olduğu gibi Başbakan da 3 yıl kadar önce GATA'da yaşanmış bir olayı gündeme getiriyor. Eşinin Nejat Uygur'un eşini ziyaret etme arzusu kibarca engelleniyor. 3 yıl sabrediyor ve ardından boşalıyor. Hatta tafsilatını veya diğer örneklerini anlatması halinde Türkiye'nin bunu kaldıramayacağını da söylüyor. Tepkisi elbette ki yaşadığı acılar ve bu acıların hazımsızlığı olabilir. Bu, eskilerin teşeffi-i gayz ededikleri bir husus ve belki de hesaplaşma dürtüsüdür. Başbakan kendisine yapılan bu şık olmayan hareketin daha başka tekrarları olduğunu da belki zamanı gelince ve emekli olduktan sonra hatıratında değinebileceğini söylüyor. Elbette tepkilerinde haklı olmakla birlikte bunları yansıtma şeklinde isabetli midir? Yoksa bir zaafı mı ortaya sermektedir? Bir tarafta arabuluculuk yapmakta ısrar ederken diğer tarafta öfke nöbetleri şeklinde gelen refleksler en azından tutarsızlıktır. Şahsi hesaplaşmalarla veya intikamlarla bir ülke yönetilemez. Yönetilirse de sağlıklı olmaz. Politikalara husumetler ve karşılıklı sürtüşmeler yön veremez. Politikalar kurumsal çerçevede belirlenir ve yürütülür. Lakin Sarkozy gibi siyasetçiler, Dominique de Villepin örneğinde olduğu gibi şahsi sürtüşmelerini siyasi alana ve yargıya da taşıyabiliyorlar.
Elbette ki yöneticiler inisiyatif alırlar. Almalıdırlar da. Lakin bu da hesap kitap işidir. Suriye ile ilişkiler kişisel dostluklar üzerinden ilerlerken İsrail'le ilişkiler de tam tersine kişisel alınganlıklar veya tepkiler üzerinde yürümektedir. Beşşar Esad'la da ilişkiler gelişti ama daha ziyade bu kişisel bazda ilerliyor. Kişisel bazda ilerleyince geride hiçbir çekince de kalmıyor. Ya da çekinceleri gündeme getiremiyorsunuz.
Batılılar da kişisel zeminde ilişkiler kuruyorlar ama bu kurumsal zemindeki ilişkileri gölgelemiyor. Adamlar her dönemde Kıbrıs, Ermenistan ve Kürt meselelerinin takipçisi olabiliyorlar. Biz ise dostlarımızı üzmemek gerekçesiyle rahatsız edici dosyaları açmakta tereddüt ediyoruz. Velhasıl, başbakanın çıkışlarının kurumsal dengelenmeye ihtiyacı olduğu apaçık ortaya çıkıyor...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.