Hayat Güzel Ömür Kısa, Şikâyet Etmeden Yaşa
Yazının başlığını isteyen istediği gibi anlayabilir, yorumlayabilir ve meşrebine uygun hareket edebilir.
Hayatın güzelliği, ömrün uzunluğu ya da kısalığı, şikâyet edip etmeme gibi meseleler, kişilerin dünyevi ve uhrevi görüşlerine göre değişebilir.
Bir kere şunu baştan kabullenelim. Toplumsal olayların dışında, kişilerin şahsi olarak şikâyet ettikleri, acı çektikleri, bunalıma girdikleri, çaresiz kaldıkları dertlerin çok büyük bölümü, o kişinin kendi tercihleri sonucunda meydana gelmektedir.
Hayata dair tercihlerimizin neticesinde ya mutlu oluruz ya da mutsuz. Çok basittir. İyi insanlarla birlikteysek, iyilik görürüz. Kötü insanlarla birlikteysek, kötülük görürüz. Bu kuralın tersine işlemesi mümkün değildir. Kötüden iyilik, iyilikten de kötülük doğmaz çünkü.
Hemen şu itiraz gelecektir; “Ben hep iyilik ederim ama kötülük görürüm.” Bize görünen tarafı böyle olabilir, dünya bir denge üzerindedir. Eğer hakikaten iyilik yaptığımız halde karşı taraftan kötülük gelmişse, bu faturayı hemen o kişiye yüklememeliyiz.
Gördüğümüz kötülük ya geçmişte yaptıklarımızın karşılığıdır ya da gelecekte karşımıza çıkacak iyi bir bedelin peşin ödemesidir. Kişiye düşen iyilik üzere olmaktır.
Bu kısmı şöyle bir cümleyle özetleyebiliriz. “Ne edersen kendine, edersin kendi kendine.” İsteyen istediği kadar bu cümlenin üzerinde durup, bugüne kadar yaşadıklarının karşılığını kendi sermayesiyle elde ettiğini anlayabilir.
“Ömür kısa.” İster yüz yaşına kadar yaşayalım, ister çiçeği burnunda genç yaşta hayata veda edelim, her iki ömür de kısa sayılır. Mezarlıklarda bulunan milyonlarca insan, bu dünyadaki işlerini bitiremeden göçüp gidenlerdir. Onlara göre her birinin işi yarım kalmıştır. Oysa daha yapacak çok işleri vardır.
Demek ki ömür kısaymış. İşini bitirip de ölmüş bir tek kimseyi bulamayız. Ayrıca yine hepimiz; kendimizi “vazgeçilmez” zannederek ölüp gideriz. Hâlbuki bu yer kürenin üstünden kimler gelip kimler geçmiştir. Hepsi de; “Ben olmasam” diyordu. Onlar olunca da, olmadan da hayat devam ediyor işte. Önemli olan geriye “iyilik” bırakıp bırakmadığımızdır.
Ne kadar uzun yaşarsak yaşayalım, insanoğlu ömrünün kısa olduğunu bilmeli. Hayatını; “Korku, endişe, baskı ve şiddet ile görünen veya görünmeyen, bilinen ya da bilinmeyen, gerçekleşmesi mümkün olan veya olmayan” varsayımlarla yaşayan kişinin ömrü uzun olsa ne olur, olmasa ne olur. “Yaşanmamış” bir ömür olmaktan öte gider mi?
“Huzurlu bir saat, huzursuz bilmem kaç seneye değer mi değmez mi?” Huzurlu bir saat yaşamak için ilk hareketi başkalarından değil, öncelikle bizim kendimizin atması gerekir. Yazıyı kim nerede nasıl ve hangi şartlarda okur bilmem ama mesela şu anda içinde bulunduğumuz ruh halimizi bir tahlil edelim ve soralım.
“Kendi tercihlerimiz neticesinde mi iyiyiz ya da iyi değiliz. Veya dış müdahaleler sonucunda mı bu haldeyiz”? Eğer ruh halimizdeki olumsuzluk, hakikaten dış müdahaleler yüzünden olmuşsa, o dış müdahalelerin ne olduğunu tespit edip, bizimle ilgisine bakmalıyız. Görülecektir ki, dış müdahale saydığımız pek çok şeyi, biz kendimiz davet etmişizdir.
Günümüzde hemen hepimizin yakalandığı amansız hastalıklardan birisi ve en önemlisi, “Kendimizi başkasına beğendirmek ve ispat etmektir.” Bununla da yetinmeyip, üstün insan olduğumuzu görmek, duymak, bilmek ve bildirmektir. İşte bu dert, ekserimizin başındadır ve tedavisi maddi bir şekilde çözüme kavuşmaz.
Kâinat ve ömür, Allah’ın her canlıya bir armağanıdır. Bu hediyeye layık bir şekilde bakabilir, ilgilenebilir ve bu lütuftan şikâyet etmek yerine, şükrederek kendimizi Allah’a beğendirebilirsek, bütün dertlerimizin maddi ve manevi çözüldüğünü görebiliriz. Şikâyet etmek ve şikâyetçi olmak, ateşin odunu erittiği gibi insanı eritir. Tercih kişinin kendisinindir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.