Cuntacı irade,her vesileyi mübah görür
Türkiye’nin içinden geçtiği süreç, ne kadar sancılı ve ne kadar iç karartıcı olursa olsun, mutlaka geçicidir. Çünkü tarihte beşer cinsinin içinden geçtiği hiçbir kriz, ilelebet devam etmemiştir. Tarihin akış ruhu buna engeldir.
Bugünlerde Türkiye, kendisini yenilemektedir. Değişen dünya düzeni, Türkiye’yi de değişmeye, yeniden yapılanmaya zorlamaktadır. Doğru zamanda doğru pozisyon alamayan devletler güçlü olmazlar. Devlet geleneği güçlü olan halkımızın tercihleri, bu derin şuura paralel refleksler sergilemektedir.
Gelecekte statükocuların çocukları bile yakın tarihlerine dönüp baktıklarında, dün ve bugün yaşadıklarımızı anlamakta zorlanacaklar, büyükleriyle ayrı düşecekler.
Bir avuç beyazın yönetimindeki günlerde Güney Afrika’nın apartheit (faşist) rejimini izahta zorluk çeken bugünkü beyaz ve siyah nesiller gibi... Tıpkı bizim saray entrikalarını, devlet erkânının kıskançlık, hased, makam kaygısı vb. sebeplerle Osmanlı’yı zaafiyete uğratmasını hayıflanarak yâd ettiğimiz gibi.
Onlar da akıl tutulması ve vicdan kararmasının koca Türkiye’yi kamplara bölerek enerjisini toprağa vermesini esefle hatırlayacaklar.
Meselâ, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın, başörtüsü sebebiyle 2007 yılında GATA’ya alınmamasıyla ilgili tartışmaları ve bunun üzerine Tayyip Erdoğan’ın; “Yaşadıklarımızı anlatsam, ülke bunu kaldıramaz” demesinin altında yatan nedenleri ilkel bulacaklar.
2002 seçimlerinden sonra Başbakan olan Abdullah Gül'e, dönemin MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılıç’ın; “Yerinde olsam, karının örtüsünü çıkarırım” demesini, Sayın Gül’ün; “Kendi kararı” demesi üzerine de; “İnsan karısına hakim olamaz mı” diye hoyratça cevap vermesini izah edemeyecekler.
Gelecek nesiller, ülke yönetimine el koymak için yanıp tutuşan cuntacıları pek fazla yadırgamayabilirler. Zira, insan, doğasında saklı bulunan rablık temayüllerini iyi terbiye etmeyince, gücü kutsamaya başlar, doğru olmasa da izah edilebilir bir durumdur bu.
Ancak, cuntacıların “lâiklik”i koruma bahanesiyle millî iradeyi kafese almaya çalışmalarını, mevhum “irtica”yı “Balyoz” darbesiyle bitirmek için halka karşı huruç hareketi planlamalarını, trajikomik bulacaklardır. Rejimi kurtarmak için halkı kafeslemenin izahı olabilir mi hiç?!
Cuntacıların ikbal arayışlarını lâikliğe endeksleyerek harekete geçmelerini ve bu uğurda her türlü vesileyi mübah görmelerini yakın tarihin kara bir sayfası olarak anacaklardır.
Neleri mi?..
Toplumun farklı renklerini lâik-antilâik, Alevî-Sünnî, Kürt-Türk diye bölerek kutuplaşmalarını ve bu zeminde farklı kesimlere yönelik terör eylemleri tertipleyerek birbirine düşmelerini sağlamayı...
Neredeyse her 10 senede bir askerî darbe geleneğini...
Son 8 senedir de iktidarı ele geçirmek maksadıyla askerî darbeye giden yolu komplo taşlarıyla örmeyi...
Meselâ Koç Müzesi’ne götürülecek ilköğretim öğrencisi 300’ün üzerinde ana kuzusunu bombalarla eritme girişimini...
Olmadı yargıyı devreye sokmayı...
Yargı eliyle yargı diktatörlüğünü çağrıştıracak kararlara imza atmayı, Anayasa’yı korumakla görevli yargıya Anayasa’yı deldirtmeyi...
Dâva açma yetkisi olmayan İstanbul Barosu’nun YÖK’ün katsayı eşitsizliğini ve adâletsizliğini ortadan kaldıran düzenlemesini iptal için Danıştay’a dâva açmasını, Danıştay’ın da eşitlikten yana değil, ayrımcılıktan yana karar vermesini...
Medyanın önemli bir kanadının darbecilerle iş tutmasını, zaman zaman darbeyi bizzat kışkırtmasını...
Devletin kozmik merkezinin halkın kahir ekseriyetinin benimsediği başörtüsünü irtica sembölü addedip halkı aşağılamasını ve en kötüsü halktan ruhen kopmasını...
ÇYDD’nin eski başkanı Türkan Saylan'ın; “Biz asılız. Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye’de olması mümkün değildir” sözlerini...
Ve daha sayamadığımız nice hak ve hukuk ihlâllerini...
Yeni nesiller ortaya sürülecek “lâiklik tehlike altında” gerekçesine asla prim vermeyecekler. Devlet yönetiminde bir araç olan lâikliğin toplumu iç düşman addeden bir zihniyetin aparatına dönüşmesini halk düşmanlığı olarak okuyacaklar.
Darbecilikten yargılanan Kurmay Albay Dursun Çiçek’in Genç Siviller grubuna üye oğlu Deniz Çiçek’le yollarının ayrı düştüğü gibi ayrı düşecekler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.