İlber Hocamız

İlber Hocamız

İlber Hocamız buyurmuşsa haklıdır. Bize sadece söylediklerini şerh etmek düşer. Türkler "asker millet"tir ve tarih boyunca bariz vasıfları bu olmuştur.
Uzun ömürlü bir imparatorluğu bu topraklarda yaşatmayı başaran Osmanlı Devleti'nin sırrı askerî organizasyon yeteneğidir. Osmanlı Devleti, dev bir savaş makinesi tarzında teşkilatlanmıştı. Ekonomi, mali araçlarla bu makinenin bir dişlisi idi. Toprak düzeni, tımar sistemi adı ile büyük bir ordunun eğitilmiş asker ihtiyacını karşılıyordu. İdeoloji, 'gaza kültürü' adıyla bu makineyi kültür katında meşrulaştırıyordu. Sadece bir örnek: II. Viyana Kuşatması için Viyana önlerine giden ordunun lojistik ihtiyaçlarının nasıl karşılandığı, bugün hâlâ çözülememiş bir bilmece olarak durmaktadır. Bu devlet, tepeden tırnağa askerî ihtiyaçlara göre teşkilatlanmış bir 'ordu devlet'tir. Osmanlı devlet düzeninde 'askerî zümre'nin kılıç ehlinden (seyfiyye), ibaret olmadığını, ilmiye ve kalemiyye sınıfının da bu zümreye dahil olduğunu hatırlayalım.

Hocamızın söylediği gibi, bize bütün yenilikler askerî kanaldan gelmiştir. Tıptan mühendisliğe, sanayi üretimine ve malî-idarî sisteme kadar her alan askerî ihtiyaçların zorlamasıyla gelişmiş ve ilerlemiştir.

Resmi tezlerde kullanılan 'ordu millet' ifadesi eksik ve yanıltıcıdır. Türkler Anadolu'ya yersiz yurtsuz göçebeler olarak değil ordular halinde gelmişlerdir. Savaş yeteneğinin, ata binmek, ok ve kılıç kullanmak gibi sınırlı olduğu dönemlerde bütün bir halkı savaşçılara dönüştürmek zor değildir. Burada önemli olan, merkezî gücün, yani devletin organizasyon yeteneğidir. Fransız ihtilalinden sonra askerliğin her erkek için bir vatandaşlık görevi olarak kabul edilmesi ordu-millet ifadesini bütün devletler için geçerli kılmıştı. I. Dünya Savaşı'nda 'topyekün savaş'ın bütün taraflarca benimsenmesi, ülke kaynaklarının tamamını askerî niteliğe büründürmüştür. Ordu-devlet nitelemesi ise farklıdır. Bir devlet cihazının bütün parçalarının o devletin güvenlik ihtiyaçlarına, yani askerî gereklere göre kurulmasını ve işletilmesini ifade eder. Tabii, en başta devlet iktidarının. Savaşmak üzere oluşturulan bir kurumun, savaş mantığı içindeki anlamının devletin bütününe teşmil edilmesinden bahsediyoruz. Uzun yıllar Genelkurmay başkanlığı yapan Fevzi Çakmak'ın, 'işgali kolaylaştırır' gerekçesi ile yol yapımına izin vermediğini hatırlayalım. Devlet yönetmekle, savaşmanın aynı anlama gelmesi; topluma, siyasete, ekonomiye dair her alanın savaş yeteneğinin enstrümanlarına dönüşmesini beraberinde getirmektedir. Bu durumu, savunma görevini üstlenen silahlı gücün devlete egemen olması şeklinde görmek yanıltıcıdır; bizatihi devletin kendisi bütün parçaları ile bir orduya dönüşmektedir.

İlber Hocamız "asker düşmanı bir topluma doğru gidildiği" endişesi taşıyorsa, üzerinde mutlaka durulmalıdır. Düşmanlığın hiçbir türü iyi değildir. Bu düşmanlığı önlemek için özellikle askerlerin çok dikkatli olmaları ve hukuk içinde kalmaları elzemdir. "Sivil siyasetin kendisini geliştiremediği ortamda darbe kaçınılmazdır" hükmü de, tarihî tecrübeye uygundur. Bu hükümden çıkartılacak tek sonuç, sivil siyasetçilerin kendilerini geliştirmeleri ve dizginleri ele almaları gerektiğidir. "Dinin devletin parçası olduğu" hükmü de öyle. Osmanlı geleneğini laiklik iddiasına rağmen sürdüren Cumhuriyet'te dinin merkezî devlet teşkilatı içindeki yeri bu hükmü doğrulamaktadır.

İlber Ortaylı Türkiye'nin yaşayan deha sahibi iki büyük tarihçisinden biri, Türkiye'nin müstesna bir değeri. Eleştirme, kızma ve abartma hakkına sahip. Herkese ters gelen düşüncelerini bile saygıyla dinlemek hepimizin görevi. "Sadece İlber Hoca acaba neye kızdı?" diye sorabilirsiniz. Hepsi bu kadar. Üstelik benim hocam.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi