Şehri örten beyaz örtü
Washington’u kış soğuğu kavuruyor. Ama ne kış. Sizin ekranlarınıza ABD’den haberler arasında yansıyan karın, fırtınanın kat be kat fazlası mevcut gerçekte. Geçen hafta ortası Amerikalılarda bir telaş bir telaş, yoğun programım sebebiyle televizyon seyredecek, haberleri dinleyecek vaktim olmadığından, “Hayırdır ne oluyor?” demeye kalmadan, biri “Duymadın mı” diye ayıpladı beni: “Kar fırtınası geliyor, kar.”
Böyledir ABD’liler. Gök yüzünde bir nem belirse marketlere koşarlar, meyve, sebze, süt, yumurta ne bulurlarsa doldururlar, maazallah aç kalırlar ya, zafiyet geçirirler üç gün az yeseler, zannedersiniz ciddi bir kıtlıkla karşı karşıyalar. Neyse, yine abartmalarıdır demekten kendimi alamadım, ama telaşları konusunda haksızlık ettiğimi anlamakta da çok geç kalmadım, bu sefer endişelendikleri kadar da varmış. Okullar geçen perşembeden tatil oldu, önce birinci fırtına şehri vurdu, şehir derken Kuzey Virginia ve Maryland eyaletlerini ve başkent Washington’u içine alacak bölgeyi. Su ve elektriksiz yirmi dört saatimizi fırtınanın başını çeken gök gürlemesi eşliğindeki yıldırımla karşıladık. Elektrik kesintisiyle başlayan sıcaklık düşmesi gecenin ilerleyen saatlerinde bizi titremeye terk etti.
Erzurum’un soğuğunu çocukluğumda on sene yaşamış biri olarak kar da dolu da bana heyecan vermiyor artık. Kardeşim Ravza ve ben yetiştirmemiz gereken işler, okunması gereken ödevlerin derdine düşüp mum ışığında çalışmaya çabalarken kızlar karın büyüsüne kapılmışlardı bile. Tipi fırtına dinlemeyip kendilerini attılar dışarı. Yol mol, ağaç, araba hiçbir şey kalmamış dışarıda, beyaz örtü hepsini altına saklayıvermiş. Kar kalınlığı bir buçuk metreyi aşarak 1893’ten bu yana kırılan en büyük rekoru kırmış. Ertesi sabah hâlâ su, elektrik ve ısısız bir günün başlangıcında bugün de gelmezse ne yaparız diye düşünmeye başlamışken, Fatıma’nın telefonda konuştuğunu duydum. Evin karşısındaki ufak kafeyi aramış, “Açık mısınız, peki, orası sıcak mı?” demeye kalmadan “Anne biz karşıya gidiyoruz, orada ders çalışacağız.” dedi…
İnsanoğlu, dedim ne kadar da zayıf ve bağımlı. Dün ne yapıyorduk, bugün ne yapıyoruz, ne derdindeyiz… hayatınızın bir anda, düzeninizin çok da önemsiz bir şey vesilesiyle de olsa geçici süreliğine de olsa, değişiyor olması, sizi yeni durumunuza adapte olmanıza zorluyor, bir şekilde, farklı da olsa yola devam diyorsunuz. Düşünsenize, gideceğiniz, bir şeyler atıştıracağınız yerin sıcak olup olmadığı bile bayram gibi karşılayacağınız bir haber haline geliyor. O gece on bir buçuk sularında elektriklerimiz gelince evimiz bir aydınlık bir sevimli gözüktü gözümüze bilemezsiniz. Allah, dedik, kimseyi aç, açıkta bırakmasın…
Geçen Perşembe’den aczimizin içinde öngöremediğimiz gerçek, ikinci fırtınanın sadece birkaç gün sonra daha da büyük bir kuvvetle şehri vuracağıydı. Yani siz bu satırları okurken biz on günde tamamlanacağını umduğumuz zoraki okul/iş tatilinin son günlerine girmiş, henüz arabamızı kar yığınının altından çıkaramamış olacağız. Bizim elektrik-su yokluğumuz sadece bir gün sürdü, aradım arkadaşları yokladım, kiminin üç, dört günden sonra geldi. Buna rağmen hâlâ birinci kar fırtınasının vurumuyla karanlık ve soğukta kalan beş bin kadar insan var civar bölgelerde. Ambulanslar, itfaiye, kurtarma ekipleri harıl harıl çalışmasına rağmen yardım edecek gönüllü arıyorlar. Kızlar kara iyice doydular doymasına da sonra da şikayet etmeden duramadılar. “Aaaa madem on gün tatil vardı, bilseydik Dallas’a dedemleri görmeye giderdik!” Öyle ya, giderdik. Sadece bilebilseydik!. Bütün mesele de bu, işte. Halk arasındaki tabirle evdeki hesap çarşıya uymadı bu sefer. Yoksa neler yoktu ki planlarımızda. Taa aylar önce planlamıştık. Fatıma ve ben bu hafta sonu NY’ta olacaktık. Plan buydu. Hem kardeşim Elif’i ve yeğenlerim Cenne ve Sidra’yı görecek hem de biraz Washington’un stresinden uzaklaşacaktık. Ravza’nın doktora yeterlilik sınavı haftanın en önemli olayı olacaktı. Meryem, her hafta sonu olduğu gibi bu hafta sonunu da okulda psikoloji laboratuvarında hasta mülakatlarını incelemekle geçirecekti. Sadece bilebilseydik… Bilmediğimiz, bilemediğimiz için de kul’uz. Biz bir plan yapmıştık. Ama Asıl Plan Yapıcı başka şey hazırlamıştı bize. Dokuzuncu kattaki evimizin, etrafını çevreleyen geniş pencerelerine çatıdan, bahçedeki ağaçlardan uçup da vuran buz kitleleri yüreğimizi ağzımıza her getirdiğinde kızlarla şunu defaatle ikrar ettik: Bu karı, fırtınayı, çırçıplak sarı ağaçların bir anda beyaza büründüğünü, böyle hareketli bir şehrin birkaç saat içinde hayalet kente dönüştüğünü, dün yaptıklarımızı, bugün yapamadıklarımızı görüp Rabbin inkarına kalkışana ne demeli… Amenna ve saddakna. Boş verin Danıştay’ın İHL kararını, Baykal’ı, Kozmik odayı, intihar eden kurmay albayı… Bugün. Bu Cuma. Amenna ve saddakna diyebiliyor musunuz? Her şey gelip buna kilitleniyor… ne bir an önce ne bir an sonra. Şimdi, hemen, burada. Amenna ve saddakna.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.