ŞEHİDLER AY’INDA ŞÜHEDA’YA MİNNETLER
Ülkemizde mânevi inançlar hamdolsun dünya milletlerinin hiçbirinden dûn olmayıp, tam tersine her birinden daha üst seviyededir. Bu da milletimizin sadakat bakımından ayrı bir üstünlüğünü ortaya koyar. Siyasi hayatımızda dahi, taş üstüne bir taş koymuş bulunan hizmet sahibine insanımız başımızın üstünde yeri vardır ifadesini pek cömert bir şekilde ileri sürer.
Bizim fedakâr ve ileri görüşlü devlet reisleri, cesur kumandanları, milletini nefsinin üzerinde sayan nice devlet adamlarımız gelip geçmiştir. Ulemamız ise, dâima doğruyu gösterme, dünya nizamımızı önümüze koymuş bulunan Hak Celle Celalühün emirleri ve yasakları istikametinde ümmet-i Muhammed’e yol göstermişlerdir. Cenab-ı Hakk’ın Yüce esmasını, yâni İl’â-yı Kelimetullahı cihana yaymak ve emr ettiği nizâmı hâkim kılma gayretine ilimlerden sundukları demetlerle yardımcı olmaya çalışmışlardır. Genel olarak da ahali bu altun nasihatlara bağlı olma gayret ve azmi içinde bulunmaktan içtinap etmemiştir. Bu zümrelerden bir zümre daha vardır ki, bunlar ise, Cebel-i Nûr’da ilk inen âyet ile kurulmuş olan islâmi devletin mânevi yapısı, 610’dan 622/Muharremine kadar 12 senelik tebliği İslâm’ın Mekke-i Mükerreme başta olmak üzere geçen zaman dilimi zahmetli, zuluma mâruz kalma, kelime-i tevhidi söyleyip, Müslüman olma şerefini ihraz eden yâni Müslüman olan fertlerin; müşriklerin olsun, putperestlerin olsun, hâtta önderleri Yahudi olanların akıllarına uyan kimselerin insaniyet dışı yaklaşımlarına mukavemet edip, İslâm’da sâbit kadem olmuşlardır. Bunların arasından Allah ve Rasulüne ayrı düşmektense, sadakat içinde fâni hayatı şahadetle değişen erkek olsun, bayan olsun mü’minler ve mü’mineler gelip geçmiştir.
Bu insanlar; kıyamete kadar bâki olacak olan Kur’an-ı Azimüşşan’ın Surei Bakarasının 154. âyetinde meâlen: “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Onlar; diridirler, fakat siz sezemezsiniz” ifadesinin rütbesini taşırlar. Biz bunlara şehidler der ve onların şefaatlerine nâil eylemesi için her duamız da Allah(c.c)’e yakarırız.
Milletimiz mukaddes bir devletin mensuplarıdır. Bu mukaddesat yukarıda işaret ettiğimiz gibi 610/M.de Cebel-i Nur da mânevi devlet-i islâmiyenin kurulmasından 12 yıl sonra Hicret-i Nebevi dediğimiz 622/M.de Hazreti Muhammed Mustafa ekmel ü ettahaya ve onun yârıgarı mağara arkadaşı Sıddık-i Ekber olan Hz. Ebubekir(R.A)la yaptıkları Mekke’den, adı Yesrib olan Efendimiz’in teşrifleriyle Medine diye isimlenen belde İslâm devletinin maddeten de vücud bulmasının merkezini teşkil etti. Hayırlar feth olundu. Şer’ler def edildi. Bir zincirin halkaları gibi devr-i saadet, dört büyük halife, Emeviye, Abbasiye ilâ ahir, 940’lı yıllar da, Türklerin topluca müslüman olmaları, devlet kuruculuklarındaki tecrübelerini İslâm prensipleriyle hâlli hamur eyledikten sonra Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı devleti ve de kuruluşu itibarıyla anayasasında eskimez harfler ile ikinci madde de, “Türkiye Cumhuriyetinin dini; din-i islâmdır” ibâresinin yer alması münasebetiyle bizim devletimiz mukaddestir. Hilafet fiilen biz de nihayete ermekle birlikte, selahiyetleri TBMM’nin tensibiyle, yine TBMM’nin selahiyetleri içinde mündemiç olması hasebiyle de milletimiz adını son asır târihçilerinin, “Devlet-i ebed müddet” şeklinde tesmiye(isimlendirmesi) bunu böylece akla ve esasa uygun olarak vaz etmiştir.
İşte bu mukaddes devletin insanları, Şark’taki müslümanın derdiyle dertlenmeyen garptaki müslümanın kâmil bir Müslüman olamayacağı anlayışı bütün Müslümanların ittifak ettiği hususattandır. Bu anlayışın sahibi olan biz Müslümanlar, “bir hilâl uğruna ne güneşler batıyor” dizesiyle bu mukaddes devletin müdafaası için kendilerini fedâdan esirgemeyenleri anmakta bir sehl-i mümteni olan mısrayı inşa ettiğinde onları nasıl tasvir ediyorsa, bu ülkenin hangi ırk ve kavimden olursa olsun insanının her biri o şühedayı şefaatçisi görür ve onlara rahmetler dilemeyi hiç bırakmaz.
Bindörtyüz şu kadar yıldan bu tarafa şehadet şerbetini nûş etmiş, bilinen ve bilinemeyen şehidlerini anmak, onlara hatimler, yâsinler, dualar ve âminler göndermek için Şehidler ayı adıyla Şubat ayını seçmiş bulunmaktadırlar. Her sene şüheday-ı islâm yâd olunur. Bu sene de şu yazının kâğıda düşürüldüğü an, ayın yarısının olduğu gündü. Bütün kuruluşlarımıza bu günü hatırlatmayı, günlerini târih takvimi ile yaşamayı kendine vazife saymış bir kalem sahibi olarak hatırlatıyor ve bütün şühedaya rahmetler dilerken, minnetlerimizi sunmayı sevgili okurlarıma arz ederken, Şubat ayı şühedamızın adlarını hatırlayabildiğim kadarı ile zikrederek yazımı ikmâl etmek istiyorum.
İskilipli Atıf Hoca, Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi, Maşallah Ali Efendi 4/Şubat/1926’da selb olundular. 1931/4/Şubat’da, Erbilli Muhammed Es’ ad Efendi 96 yaşında olduğu hâlde zehirletilerek, Mısır’da 12/Şubat/1949 Kral Faruk döneminde kurşunlanarak şehid edilen Hasan El Benna, 25/Şubat/1965’de ABD’de MalcolmX, 23/Şubat/1979’da Fâtih Câmii merdivenlerinde şehid edilen Metin Yüksel kardeşimiz, 30 yıldır güvenlik güçlerimizin mensupları, Türk Silahlı Kuvvetlerinin mümtaz subay ve astsubay ve de erleri ve de bir Ankara- İstanbul tren yolculuğunda tanıştığım imân salabetini yüksek din kültürüne vukufiyetine tanık olduğum genç kurmay albay, daha sonra paşa olmuş ve Adana sıkıyönetim komutanıyken PKK’ca şehid edilmiş Tümgnrl. Temel Cingöz merhumu rahmetle anıyorum. Fiemanillah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.