Yesevi şerbeti ve emanet hurma
Bağcılar Belediyesi’nin organizasyonuyla birlikte Ramazan’da gittiğimiz Türkistan’da Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin türbesinde devasa bir kazan görmüştük. Bu kazan şerbetlik imiş ve kazanda yapılan şerbetler, yemekle birlikte misafirlere ve dervişlere ikram edilirmiş. Orada kazanı görmüş ama şerbetini görememiş ve içememiştik. Atalar yurdunda nasip olmayan şerbeti, Batı Türkistan’ın merkezi İstanbul’da; Uluslararası Ahmed Yesevi Sempozyumu münasebetiyle Holiday Inn Oteli kongre salonunda içtik.
İyi ki birinci gün gitmişiz; zira ikinci gün gidince içecek şerbet arasak da bulamadık. Dervişlerin şerbeti sanki ab-ı Kevser ve hayat gibidir. Hurma, süt ve şerbet herhalde dervişlerle birlikte anılan yiyecek ve içecekler olsa gerek. Peygamberimizin doğumu esnasına da annesine bir bardak cam dolusu şerbet sunulur. Süleyman Çelebi bunu şöyle tasvir eder: Âmine hâtun Muhammed ânesi... Sundular bir cam dolusu şerbeti. Dolayısıyla dervişlerin şarabı, yani içeceği ya şerbettir, ya da Peygamberimizin miraca uruç ettiği sırada Cebrail’in kendisine sunduğu süttür veya sütün müştakatından, yani türevlerinden olan ayrandır. Dolayısıyla dervişlerin sevdiği içecek, şerbettir. Muhammedi rayihayı ise gül temsil eder ve bundan dolayı gül yağı veya gül suyu da yolun levazımatı arasındadır. Yine şerbete eşlik eden sufi ikramatındandır. Holiday Inn Oteli’nde yapılan sempozyumda resim sergileri de vardı. Bunlardan birisinde sadece silüeti ve karaltısı olan bir dervişin kalbinin hizasına gül nakşedilmişti. Zira orası bir nevi fena fir’rresul makamıdır. Bu makamı da gül-i Muhammedi temsil etmektedir. Ardından fenafillah ve beka billah makamları gelir.
Gerçekten de Yesevi şerbetini doya doya içtik ama yine de kanamadık. Yesevi şerbeti, 24 bitki türünden mamul ve sanki bu yönüyle Hoca Ahmed Yesevi’ye intikal etmiş miracın veya mevlidin bir hediyesi gibi. Bana Yesevi şerbeti, Merkez Efendi’nin 40 baharattan yapılan mesir macununu da hatırlattı. Bu şerbetler ve mesir macunu, aynı zamanda Şafi isminin de bir tecellisi olsa gerek. Bu anlamda sufiler Lokman Aleyhisselam’ın manevi mirasına da varis olsalar gerektir.
•
Yesevi şerbetini içtik ama kanamadık. Sempozyumdaki diğer sembol ifadelerden birisi de hurma idi. Hoca Ahmed Yesevi, Nakşibendiye ile aynı silsileye bağlı olarak Hace Yusuf Hamedani’ye dayanır. Lâkin hem Bahaeddin Nakşibend, hem de diğer büyük velilerde olduğu gibi, Hoca Ahmed Yesevi’de de Hamedani gibi yaşayan bir uluya intisapla birlikte bir yönüyle Üveysilik de vardır.
Üveysilik tasavvufta aşkın bir bağdır. Belki bu Üveysilik bağını temsil eden isimlerden birisi Arslan Baba olmalıdır. Merhum ve mağfur Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun da ifade ettiği gibi, Cebrail’in getirdiği ve Rasûllullah’ın meclisinde yere düşen hurma, Hoca Ahmed Yesevi’nin nasibi ve kısmetidir. Bunu Hoca Ahmed Yesevi’ye ulaştırmakla mükellef olan sahabi de Arslan Baba’dır. Buna göre, Arslan Baba da bir ‘Türk sahabidir’ ve görevi asırlar ötesinden Hoca Ahmed Yesevi’yi yetiştirmektir. Bu anlamda, Arslan Baba’nın kimliği efsanevi bir kimliktir. Tarihi bir şahsiyetten ziyade, efsanevi bir şahsiyettir.
Destanlar da zaten efsanelerle beslenir. Firdevsi, Şehname destanıyla şuubiye damarlarını yeniden harekete geçirdiği gibi, Yesevi’nin yaptığı gibi sahabe destanlarıyla da iman ve İslâm damarı beslenir.
Süheyb er Rumi, Selman Farisi ve Bilal-ı Habeşi, Acem sahabiler (Arap olmayan) gibi Arslan Baba da sembol bir Türk sahabesidir. Bu anlamda bir Kürt sahabiden de bahsedilmektedir. Lâkin Arslan Baba’nın kimliği, zahiri bir kimlik olmayıp, müteşabih bir kimliktir.
•
Esasında Arslan Baba’nın bir sahabe ismi olmaktan ziyade, bir sahabe sıfatı olması pek muhtemeldir. Ve Yesevi’nin yetişmesinde Üveysilik makamını temsil etmiş olmalıdır. Zira, sahabiler için kullanılan sıfatlardan birisi de arslandır. İkinci sıfat olan babalık ise onları normal orman arslanlarından ayırır.
İbnü’l Esir’in sahabi ansiklobedisi tarzında kaleme almış olduğu ‘ormanın arslanları / Üsdü’l gabe’ kitabı ile sahabileri kastetmektedir. Dolayısıyla İbnü’l Esir ve benzerlerinin benzetmesiyle sahabiler, ormanın arslanlarıdır. Onlar alp erenlerdir. Hem gönül, hem de kılıç erleridir. Gece külahlı, gündüz silahlı varlıklardır. Bu bağlamda, Arslan Baba’nın kimliği hakikat ile efsane arasında bir menzileyi temsil etmektedir.
Başka yazılarımda da bahsettiğim gibi hicri yüzüncü yıldan itibaren sahabilerin yaşadığına dair rivayetler kabul görmemiştir. Lâkin fiziki değil, metafiziki bir hayattan bahsedebiliriz ve Arsan Baba böyle bir mazhariyeti temsil etmektedir.
Efsanelerin de kendi hakikatleri vardır. Battal Gazi ile Abdulvehhab Gazi’nin münasebeti neyse, Baba Ahmed Yesevi ile Arslan Baba’nın münasebeti de aynı görünmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.