Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Garnizon’daki sufi

Garnizon’daki sufi

Bağcılar Belediyesi’nin organizasyonuyla Holiday Inn Oteli’nde yapılan Uluslararası Ahmet Yesevi Sempozyumunda Mahmut Kaya Hoca kendi dilinden bir şiir okudu. ‘Aklımın aklı olsaydı gönül olurdu’ dedi ve aklın koşarken yorulduğunu ama gönlün coştuğunu söyledi. Beden de akıl gibidir. Çalıştıkça yorulur. Zira toprak alemine aittir. Gönül ise Allah katından olduğundan yorulmak nedir bilmez. Bundan dolayı ‘beden çalışır, ruh dinlenir’ demişlerdir. İnsan ülkesinde Allah’ın irtibat noktası gönüldür. Bu anlamda tasavvuf da gönül ilmidir. Gönül ilmi olması hasebiyle Gazali’ye göre ahiret ilimlerindendir. Buna mukabil onun tasnifiyle, fıkıh ise dünyevi ilimlerdendir. Tasavvuf gönül hastalıklarını muayene ve tedavi eder. Bu bağlamda, sufilere de gönül erleri denmiştir. Gönül, gaybi akislerin uğrak yeri olmasından dolayı da bu gönül sahiplerine ricalu’l gayb veya merdan-ı gayb denilmiştir. Zira gönül ledünniyat kapısıdır. Tahliye ve tahliyelerle birlikte yani tezkiye ve riyazat ile kalp arındırıldıkça burası ilahi nurların nüzülgahı olur. Ameller nasıl (suud ederse) göklere yükselirse ilahi nurlar da insanın kalbine öyle nüzül ederler. Sufiler hakkında kullanılan bir başka deyim ise alp eren sıfatıdır. Alp erenlik bir anlamda iki kanatlı olmaktır. Amaçları ila-yı kelimetullah olan gazilere de alp erenler denmiştir. Ahmet Yesevi bu alp erenlerin serdarlarından birisidir. Gönül erlerinin ser çeşmesi, piri ve alp erenlerin ise serdarıdır. İlahi nurların buluşma noktası olan gönlünden fışkıran hikmet kıvılcımları Anadolu’ya ulaşmış ve böylece Anadolu ile Maveraünnehir ve Harezm arasında köprü şahsiyet olmuş ve gönül köprüsü kurmuştur. Ahmet Yesevi hazretleri buluşma köprüsü olduğu gibi aynı zamanda birleştirici bir potadır.
¥
Bir Kazak arkadaşın da dediği gibi aslında Alevilerle Sünniler arasında geriye doğru bir seyrüsefer yapıldığında Hoca Ahmed Yesevi’de buluşmak mümkündür. Bu anlamda o, buluşma köprüsü ve birleştirici bir unsurdur. Mevlana, Yunus Emre gibi. Hoca Ahmet Yesevi’nin en önemli özelliklerinden birisi de hikmetlerinde berrak bir Türkçe kullanmasıdır. Bu Türkçe, içinde kavram anlamında Arapça ve Farsça kelimeler ve sözler barındırsa da sebk-i Yesevi denilebilecek tarzda yeni nakışlarla bir dil örgüsü ve terkibi üretmiş ve meydana getirmiştir. Yeni irfani ve terminolojik bir dil inşa etmiştir. İşte bu dille birlikte de İslam eksenli yeni bir kültür gelişmiştir. Şeybaniler bu kültüre önem vermişler ve yeşertmişlerdir. Yesevi’nin nefesleri ve hikmetleri yeni kültürün temel unsur ve rükünlerinden birisi haline gelmiştir.
¥
Sempozyumdaki konuşmacılardan birisi de Süleyman Uludağ Hoca idi. Uludağ Hoca konuşmasında hikmetten bahsetti ve özellikle Hallac’a gül atan ve bu gülle onu can evinden vuran Ebubekir Şibli’yi anlattı. Bu anlattıkları ışığında, Ebubekir Şibli pekala birçok sufi gibi roman kahramanı olabilir. Kendisi Şakik Belhi, İbrahim Ethem ve Mevlana Celaleddin Rumi gibi sufilerin diyarı Belh’dendir yani Belhi’dir. Tasavvuf ile teşeyyü arasındaki münasebetin tarihçesini yazan Mustafa Kamil Şeybi, Şibli Divanı’nı tahkik ederek yayınlamıştır. En eski Türk sufilerinden birisi olmakla maruf ve meşhurdur. Daha doğrusu ilk dönem ve henüz tasavvufun ve sufilerin ekolleşmesinden ve kurumsallaşmasından önce Irak’ta yaşamış Horasanlı bir Türk dervişidir. Uludağ Hoca coğrafi dağılım olarak sufilerin iki ana kola ve damara ayrıldıklarını söylemiştir. Bunlardan birisi Irak, diğeri de Horasan koludur. Bu, Şam ve Mısır’da sufilerin olmadığı anlamına gelmez. Lakin itibar ekseriyete ve kıdeme, önceliğe göredir. Horasan ve Maveraünnehir ve Harezm’de Türk sufisi bol olmakla birlikte bunlar müteehhirin sufiyyesi (daha geç dönem) sayılabilirler.
¥
Sülemi’nin tasnifine göre Ebubekir Şibli dördüncü kuşak ve tabaka sufiler arasındadır. Doğum yeri Samarra olup daha sonra Bağdat’ta büyümüş ve gelişmiştir. Lakin Samarra’ya da Horasan ya da ötesinden gelmişlerdir. Bilindiği gibi, Samarra Türk askerleri için Mutasım Billah tarafından kurulan bir garnizon şehridir. Burada muhtemelen askeri kökenli bir aileden gelen Ebubekir Şibli tasavvufa meyletmiş ve daha sonra bu yolun öncüleri arasına katılmıştır. Lakin evveliyatı aynen Belhli İbrahim Ethem gibidir ve vali iken hasetçilerin gammazlaması sonucunda halife tarafından azledilmiştir. Sonra yanlış anlaşıldığı ortaya çıksa da eski vazifesine dönmek istememiş ve Siddhartha ve İbrahim Ethem gibi kendisini ahiret topluluğuna adamıştır. Vilayet yerine velayeti tercih etmiştir. Onlara enis ve munis olmuştur. Horasan sufilerinin dışında Ebubekir Şibli gibi erken dönem ve Irak sufileri arasında sayılan Türk sufilerinin de olması şayan-ı hayret ve sevindirici bir husustur. Bu bağlamda, Hoca Ahmed Yesevi’nin hocası Arslan Baba’yı, Ebubekir Şibli gibi hakiki muakkipler takip etmektedir. Ebubekir Şibli, seyyidü’t taife Cüneyd’i Bağdadi’nin yetiştirdiklerinden idi. Kendisine de ‘sufilerin tacı’ denmiştir. Sufilerin ser çeşmesi Cüneyd’dir. Sonrasında Yusuf Hamedani, Hoca Ahmed Yesevi gibi zatlar gelmektedir. Garnizon’daki sufi önce vali olmuş ve ardından da yeniden aslına rücu ederek alp erenlikte karar kılmıştır. Maliki mezhebinden olan Şibli, Muvatta’yı ezberlemiş bir sufi muhaddistir. Kendisi halk arasında az görünürdü, ama halkın içinden ayrılmayı da uygun görmez ve şöyle derdi:
“Halkın içinden kaçmak marifet değildir. Asıl marifet halkın içinde iken kendi içine dönebilmektir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi