Mürüvvet-mend olalım
Onlar bir dönemin çok güçlü insanlarıydı; yönetimi ve lâyıkıyla hazmı büyük kudret isteyen bir özgüvenle kuşatılmışlardı.
Devlet fikri onların şahsında tecessüm ediyor, ete kemiğe bürünüyordu. Davranışları "güç"ün tezahürüydü. Yanlışlanmaya, muaheze edilmeye, yapıp ettiklerinden sual olunmasına alışkın değillerdi.
Bugün yapıp ettiklerinden sual olunuyor, haklarında kuvvetli deliller derdest olunmuş olsa gerek ki şüpheli sıfatıyla ifade veriyorlar. Acı şeylerdir. Meselenin siyâsi boyutu âşikâr ama insânî boyutu unutulmamalı. Ailelerin, yakınlarının şu günlerde ne kadar derin bir hayal kırıklığı ve üzüntü yaşadıkları görmezden gelinmemeli.
Darbe zanlılarının bile, usûl hukukunun koruyucu himâyesi altında, haklarındaki son mahkeme kararı kesinleşene kadar şahsiyet ve fikir bütünlüğünü koruyabildikleri bir güvenlik rejimidir hukuk devleti ve biz Türkiye'nin artık böyle bir devlet olmasını arzuluyoruz. Hukuk devletinin egemen olması için mücadele ediyorsak, hukukun nezaket ilkelerine de sonuna kadar riayetkâr davranmak zorundayız.
Tek tek her birimiz nasıl şahsen vakar sahibi olduğumuz iddiasında isek, darbe zanlılarının bile, son mahkeme kararına kadar vakar sahibi insanlar olduğuna dair ön kabulümüzü kaybetmemeliyiz.
Vakar, paylaşıldığında mânâ ve kıymet ifade eden bir şahsiyet değeridir çünkü.
Onların mâzur görülebilecek mühim bir eksiklikleri var: Toplumdan izole yaşamak ve bütün değer hükümlerini o yalıtılmış dünyanın içinde üretmektir o eksiklik. O dünyanın dışında kalan her şeyi tehdit gibi görmeleri, o dünyanın dışında yaşayan bizler için yanlıştı, onlar için doğru. Şimdi o doğruyla o yanlışın muhasebesi yapılıyor. Hakikat ânı! Türkiye Cumhuriyeti'nin milli ordusu bizim gerçeğimizdir; biz ise ordunun gerçeğiyiz. Türk ordusunun varlık sebebi kendisine dair değildir, bu toplum içindir. Hiçbir kamu düzeninde koruyucu sınıf, koruması gerekenleri hedef tahtasına yapıştıramaz; bunu yaptığı anda varlık sebebini tartışılır hale getirmiş olur. Elliye yakın yüksek rütbeli ordu mensubunun gözaltına alınmasının sebebi budur. Türk milleti, varlığını bürokrasisine adamış bir toplum değildir; doğru olan tam tersi. Bu basit hakikati görünür hale getirmek büyük enerji ve zaman kaybına sebep oldu. Öyleyse bu yanlışlığı eskilerin tâbiriyle sühûlet ve usûletle, kırıp dökmeden, devletle milletin hukukunu çatıştırmadan düzeltmeliyiz.
Gözaltındaki insanlara peşinen "kriminal tipler" muamelesi revâ görmek âdil değildir; bir hatâ, aynı çapta bir başka hatâ ile ıslah edilemez. Bu meselede usûl, esas kadar, hattâ yer yer esastan daha önemli. Hukukun zarâfeti usûlündedir. Aynı hassasiyet kurallarının basın-yayın âleminde adı var da, cismi yok. Basın ahlâkı, bugün sadece bir retorikten ibarettir ve bu vadide hepimiz yeni ve ciddi bir sınavla yüz yüzeyiz. Bugüne kadar basın ahlâkı ve nâmusu adına işlenen şenaatleri örnek göstererek "Bakın, bugün de size lâzım oldu işte" diye nobranlık etmek belki yürek soğutur da yanlışın adı her yerde yanlıştır: "Muzaffer vakt-i fursatta âdûdan intikaam almaz/ Mürüvvet-mend olan nâkâmi-i düşmenle kâm almaz" diyor Ragıp Paşa. Yargı işini yapsın, biz de kendi işimizi görelim; mürüvvetmend olalım, centilmen olalım, âdil, nâzik ve insaflı olalım. İntikamcılığın ayaküstü lokantasında ucuz nevâlelerle enaniyetimizi avutmayalım. Suimisâlden emsâl olmaz; basında hâlâ itibar ve köşe bulan darbe çığırtkanlarına cevap yetiştirmek için, hukuka hesap vermekte olan insanlar üzerinden yumruklaşmak tasvib görmemelidir.
Farklıysak, farkımız görünsün.