Oktay Ekşi ve Deniz Baykal… Ava giden avlanır!
Bilirsiniz, dilimizde “mefhumu muhalif” şeklinde bir kavram vardır… Ortada bir “mevhum” yani “kavram” varsa, onun “karşıtı” da vardır… Siz, bir “tez” ileri sürebilir, bir “iddia”da bulunabilir, bunun “doğru” olduğunu savunabilirsiniz… Ama, bir başkası da ortaya çıkar ve “antitez”, yani “karşı tez” ileriye sürüp, iddianızı çürütebilir… Dolayısıyla bir “iddia”da bulunan, bir “fikir” ortaya atan insanlar, bununla ilgili bir “karşıt görüş” bulunabileceğini de hesaba katmalıdırlar…
Bunları söylerken, hiç kimseye “Türkçe dersi” vermek gibi bir niyetim yok… Şunu demeye çalışıyorum: Birisine “çamur” atan bir adam, önce “kendi paçalarına” bakmalı, paçasının “temiz” olduğundan “emin” olmalı, ona göre konuşmalıdır… Aksi halde; çamur attığı kişi, pekalâ “sen kendi paçandan akanlara bak” diyebilir!..
Bilirsiniz, bu duruma moda tabirle “empati” diyorlar… Yani bir “çamur” atmadan, bir “kulp” takmadan, bir “yafta” asmadan önce, kendini “karşındaki adamın yerine” koyacaksın!..
“Ben böyle diyorum ama, acaba o ne der?” diye düşünmezsen; “ava giderken avlanmak”tan veya “kazdığın kuyuya düşmek”ten kurtulamazsın!..
Tıpkı Oktay Ekşi gibi!..
Tıpkı Deniz Baykal gibi!..
BİZ ASKER MİYİZ, ADAM FİŞLEYECEK?
Efendim, dünkü Arşiv sayfamızda bir bölümünü yayınladığımız Oktay Ekşi’nin yazısında, Vakit’le ilgili son derece “çirkin” ve “gazeteci” geçinen bir adamın asla sarf etmeyeceği “iğrenç” ifadeler vardı.
Oktay Ekşi, gazetem Vakit için, “basılı kâğıt parçası” ifadesini kullanmış ki, ben aynı “basitliğe” düşüp de, Oktay Ekşi’nin yazı yazdığı Hürriyet için, meselâ “zımpara kâğıdı” veya “tuvalet kâğıdı” demeyeceğim… Hatta, yayınladıkları “çıplak kadın fotoğrafları”ndan dolayı, aklıma “çok daha ağır ifadeler” geliyor ama, dedim ya; ben “o seviye”ye düşmeyeceğim!..
Yaşlandıkça “Ekşi”yen Oktay Bey, Vakit’te yayınlanan haberlerden örnekler verip, bizi “fişlemecilik”le suçlamış!..
Güya biz; kişiler ve kurumlar hakkında “fişleme” yapıp, zamanı gelince bunları “deşifre” ediyormuşuz!..
Öncelikle şunu söyleyelim:
Biz, Oktay Bey’in çok sıkı-fıkı olduğu “28 Şubatçı bazı generaller”den değiliz!.. Biz, bir “hafiye” gibi çalışan “Batı Çalışma Grubu”nun mimarları ve “ispiyoncu”larından da değiliz!..
Dolayısıyla “fişleme” ile işimiz olmaz!..
Vakit, bir “gazete”dir ve bütün gazeteler gibi “arşivi” vardır!..
Arşivlerimizde de “çok gizli” damgalı bilgiler değil, “hemen herkesin bildiği” bilgiler vardır!..
Bu bilgiler de, “yeri geldiğinde” açıklanır…
Yeri geldiğinde, yani; “Bu ne perhiz, bu ne turşu” dedirtecek durumlarda açıklanır.
Bir adamın “eylem ve söylem”i taban tabana zıt veya “eski söylediği” ile “yeni söylediği” birbirini tutmuyorsa, işte o zaman “arşiv”imizi açar ve “maske”leri düşürürüz!..
Peki, bu “bilgi”ler ve “belge”ler yalan mıdır, iftira mıdır, hakaret midir?..
Asla!..
Zaten Oktay Ekşi de, Vakit’in verdiği “haber örnekleri”nin hiçbirine “yalan” diyemiyor, hepsinin “doğru” olduğunu kabul ve itiraf ediyor!..
O halde, mesele ne?..
Eğer bizim yaptığımız “fişleme” ise, Oktay Bey’in başyazarlık yaptığı Hürriyet’te yayınlanan haberler ne oluyor?..
“Fişleme” mi, yoksa “şişleme” mi?..
Öyle ya;
Bay Oktay Ekşi başta olmak üzere Hürriyet’te yazı yazanların çoğunun yazdığı, hem de “yalan, yanlış ve iftira”larla dolu yazılar yüzünden, bu ülkede birçok insan fişlendi, şişlendi ve mağdur olup, hayatları karardı!..
Sadece Oktay Ekşi imzalı “Alçak”ları, Uğur Dündar imzalı “Şerafettin Yardımedici” ve “Konya’daki testis” olaylarını hatırlatırsam, ne demek istediğim anlaşılır!..
Hem bu “yargısız infaz” ve “linç”lere zemin hazırlayacaksın hem de bunlar “deşifre” edildiğinde “fişlenmek”ten şikâyet edeceksin!..
Yok öyle yağma!..
MANTAR AVINA ÇIKACAKSAN!
Oktay Ekşi bir “Karadenizli” olduğu için, “mantar avı”nın nasıl yapıldığını çok iyi bilir.
Bilir ki, “mantar avı”na çıkanlara, şöyle bir “uyarı”da bulunulur:
“Kıçına güvenmeyen mantar avına çıkmasın!”
Eğer, “mantar toplamak” için eğildiğinde “poponun ıslanacağını” ve dolayısıyla üşütüp hasta olacağını düşünüyorsan, “mantar avlamaya” çıkmayacaksın!
“Bir şey olmaz” diyorsan, eğil eğilebildiğin, topla toplayabildiğin kadar!..
Şunu demeye çalışıyorum:
“Ağızdan çıkan” bir söz, “namludan çıkan kurşun” veya “tüpten çıkan macun” gibidir!.. Asla geri dönmez!..
Ama o söz, asla söylendiği yerde kalmaz, “arşiv”lere girer ve zamanı geldiğinde de konuluverir adamın önüne!..
İşte o zaman, “dansözler gibi kıvırtma”nın hiçbir faydası olmaz!.. Ya “sözünün eri” olup arkasında duracaksın, ya da “özür” dileyeceksin!..
VELİ KÜÇÜK’TEN, EKŞİ’YE KORUMA!
Bu yazının sadece Oktay Ekşi üzerine bina edildiğine bakmayın… Yazı, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” türünden bir yazıdır ve mesajı “herkese”dir!
Söyleyin hele;
Bazı general ve amiraller, eğer geçmişte “darbe plânları” yapmasalardı, insanları, “örtülü, gümüş yüzüklü, namazlı-niyazlı” diye fişlemeselerdi, yani “askerlik dışı işler”e kalkışmasalardı, bugün gözaltılara ve tutuklamalara maruz kalırlar mıydı?..
Demek oluyor ki;
“Akşamdan yenilen hurmalar,
Sabahleyin mideyi tırmalar!”
Ya “üzerine vazife olmayan işler”e bulaşmayacaksın, ya da “hesap vermeyi” göze alacaksın!..
Ağlamanın, sızlamanın kimseye faydası olmaz!..
Alın işte, bugün 2. sayfamızda bir haber daha yayınlıyoruz… H
alil Cömert’in haberinde, Oktay Ekşi var...
Muhabirimiz Halil Cömert demiş ki;
“Memleketi Ordu Mesudiye Keyifalan Yaylası’ndaki evinde tatil yapan Hürriyet Yazarı Oktay Ekşi ‘paşalar gibi’ korunmuş.
Temmuz 1996’da bir şenliğe katılmak üzere gittiği Keyifalan’ndaki yayla evinde bir hafta kalan Oktay Ekşi; dönemin Bölge Jandarma Komutanı Veli Küçük’ün yakın alakâsına mazhar olmuş.
Ekşi’nin yaylada kaldığı sürece; kapısında, aralarında bir uzman çavuşun da bulunduğu 8 asker, 24 saat boyunca nöbet tutmuş. Askerin yemekleri ise karakoldan getirilmiş.”
Oktay Beyimiz ne der bu işe?..
Yine “fişleme” mi der?..
İyi de, sorarlar adama;
“Arkadaş, sen bu işi işledin mi?.. Haber yalan mı, doğru mu?.. Doğru olduğuna göre, elbette yazılacak… Çünkü, kamuya malolmuş kişilerin özel hayatları olamaz!”
Hele de;
İşin içine bir “general” karışmışsa!..
Haa, şunu diyebilir Oktay Bey;
“Evet, Veli Küçük’ün koruması ve kollaması altında bir tatil yaptım ama benim 28 Şubat Cuntası ile hiçbir ilgim yok!..”
Evet, böyle savunabilir kendisini!..
Savununca da, “başka belgeler” koyarız önüne!.. Meselâ, 28 Şubatçılarla nasıl bir “dayanışma” içinde olduğunun, onların “sufle”si ile kimlere “alçak” dediğinin belgelerini!..
SAKIK’TAN CHP’YE BALYOZ!
Uzun lâfın kısası;
Bay Oktay Ekşi, gazetem Vakit’e çamur atmaya çalışırken, aslında kendi “sabıka”larını deşifre etmiş, yani ava giderken avlanmıştır!..
Tıpkı, Bay Deniz Baykal gibi!..
Malûm, Bay Baykal’ın başında bulunduğu CHP de, “Habur’dan giriş yapan PKK’lılar”la ilgili, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve kapatılan DTP’nin Genel Başkanı Ahmet Türk arasında “gizli bir görüşme” yapıldığı iddiasıyla “gensoru önergesi” vermişti!..
Akılları sıra, AK Parti ile DTP arasında “gizli bir ittifak” olduğunu, iki partinin “işbirliği” içinde bulunduğunu kanıtlayacaklardı…
Ama, ava giderken avlandılar…
BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, dün, çıktı kürsüye ve CHP’yi, kazdığı kuyuya düşürdü.
Sırrı Sakık, “1999’daki bir sırrı” ifşa ederek; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın 1999 yılı seçimleri öncesi kendileri ile ittifak yapma konusunda çok ısrarlı teklifte bulunduğunu belirterek, “Baykal bize ‘20 militan gönderin, aday yapalım’ dedi” ifadelerini kullandı.
Sakık’ın verdiği bilgiye göre, 1999’da biri Ankara Çankaya’daki Willy Brandt sokağında, diğeri eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Eşref Erdem’in evinde iki görüşme yapıldı.
Sakık, “Bir de 1990 var ki onu söylemek istemiyorum” dedi.
Bu “balyoz” gibi sözler, CHP’lileri elbette çıldırttı, nasırlarına basılmışçasına hop oturtup, hop kaldırttı!..
Ama dedik ya;
Bir eylem veya söylemde bulunacaksan, ya “yarın”ları hesap edeceksin, ya da hesabını iyi yapıp ona göre davranacaksın!.. Ki, o eylem ve söylemler önüne konulduğunda çılgına dönmeyesin!..
Oktay Ekşi, Deniz Baykal ve CHP’lilerin yaşadığı halet-i ruhiye, umarım herkese ders olur!..
Bu yazıdan çıkarılacak son ders:
“Mantar avı”, herkesin harcı değildir!..
Şevki Yılmaz’a dâvâ açılıyorsa!
“Ergenekon avukatlığı”nı sürdüren Bay Deniz Baykal başta olmak üzere, bazı “ulusalcılar” diyor ki; “Darbe plânlarının üzerinden 7 yıl geçmiş!.. O zaman niye hesap sormadınız da şimdi soruyorsunuz?”
Gerçi hesap soran “hükümet” değil, “yargı”dır da, biz yine bir hatırlatmada bulunalım kendilerine… Habur olayı, taa 19 Ekim 2009’da, yani 4 ay önce oldu, peki siz niye 4 ay sonra “gensoru” veriyorsunuz?.. Bir-iki gün içinde niye vermediniz o önergeyi?..
Her neyse geçelim… Hatırlarsınız; dönemin Gaziantep Belediye Başkanı Celal Doğan, bir genelev açılışında “tekbir”ler getirtmiş ve dönemin RP Milletvekili Şevki Yılmaz da, “peze….” ve “deyyus” diyerek suçlamıştı Doğan’ı!..
Şevki Yılmaz, 1990 yılında söylemişti bu sözü… Ama Uğur Dündar, bu konuşmanın bandını 7 yıl sonra, yani 30 Mayıs 1997’de ekrana getirmiş ve hemen ardından Şevki Yılmaz hakkında peş peşe dâvâlar açılmıştı… Bu dâvâlarda mahkûm olan Şevki Yılmaz, hâlâ “tazminat” ödüyor, iyi mi?!?
Demek oluyor ki; söylediği sözlerden dolayı Şevki Yılmaz’a 7 yıl sonra dâvâ açılabiliyorsa, 7 yıl önce “darbe plânı” yapan “general”lere de 7 yıl sonra dâvâ açılması gayet normaldir!..