Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Türkiye’nin bağrına saplanan hançer: 28 Şubat!

Türkiye’nin bağrına saplanan hançer: 28 Şubat!

Hemen herkesin “Balyoz”dan söz ettiği, “Balyoz’un mimarı” olarak görülen Çetin Doğan’ın tutuklandığının konuşulduğu şu günlerde, ben bir “darbe girişimi” olan ve öyle olduğu; TÜBİTAK ve Emniyet Kriminal tarafından da tescil edilen “Balyoz”dan değil, “hançer”den söz edeceğim…
Evet, “Türkiye’nin kalbine saplanan bir hançer”den!.. Yani, “girişim”den değil, “gerçekleşen” bir darbeden!.. Yani “28 Şubat”tan, yani “postmodern darbe”den!.. Bu ülkenin “bayan bakan”larının, “yağlı kazığa oturtulmakla” tehdit edildiği, bu ülkenin demokrat gazetecilerinin, “makatlarına süngü takılıp, cephe cephe dolaştırılmakla” susturulmaya çalışıldığı bir “darbe”den!..
O darbenin adı, “28 Şubat postmodern darbesi”dir!.. O darbe; 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin ardından, yine “4 yıldızlı generaller” tarafından gerçekleştirilen “4 numaralı darbe”dir!.. Bu darbe, sadece “resmî makam”lara göre, Türkiye’nin en az “50 milyar dolar”ının iç edildiği, ya da havaya uçtuğu bir darbedir!..
28 Şubat, Türkiye’nin sırtına “ekonomik bir kambur” olmasının, “bağrına saplanan bir hançer” olmasının çok çok ötesinde insanların psikolojilerinde “travma”lara yol açan ve etkisi hâlâ devam eden bir darbedir!..
DARBECİLER, ÖNCE ŞARTLARI OLUŞTURUR!
Malûm, bütün darbeler “şartların oluşmasını” bekler… Oluşma ve olgunlaşma içinde, devreye “piyon”lar sokulur… 12 Eylül Darbesi’nde de öyle olmuştu ya…
Evren ve cuntacı arkadaşları, kararlarını vermişlerdi ama, “şartların oluşması” için bir yıl daha beklemişlerdi ya!.. O bekleme süresinde; sabahleyin “ülkücü”nün eline tutuşturdukları silahı, öğleden sonra da “solcu”nun eline tutuşturup “5 bin gencin ölmesine” yol açmışlardı ya!.. “11 Eylül gecesi”ne kadar oluk oluk akan kan, “12 Eylül sabahı”nda bıçakla kesilir gibi kesilmişti ya!.. Bizim milletimiz, henüz “tank sesleri”ne uyanmadan, Amerikan radyoları, “Bizim oğlanlar işi başardı” diye yayın yapmaya başlamışlardı ya… Bu “başarılı oğlan”lar, “rejimi koruma ve kollama” adına yönetimi devraldıktan sonra, “Sağdan ve soldan 52 genci idam sehpasında sallandırmışlardı” ya!.. Cuntacıbaşı Evren; eskiden kadınların “saçlarının yemeğe düşmemesi” için başlarını örttüğünü, şimdiki kadınların ise “bakımlı saçlara” sahip oldukları için böyle bir tehlikenin olmadığını, dolayısıyla “başörtüsüne gerek kalmadığını” fetva buyurmuştu ya!..
28 Şubat postmodern darbesi de, bütün darbeler gibi “şartlar oluştuktan” sonra yapıldı… Tabiî, “şartların oluşması” için, her “darbe öncesi”nde olduğu gibi; yine “kan” akıtıldı, “taşeron”lara iş verilip, “piyon”lar devreye sokuldu!..
28 ŞUBAT’A GİDEN KANLI SÜREÇ!
Neler mi oldu “28 Şubat öncesi”nde… “CHA’nın derlemeleri”nden de yararlanıp, buyrun, o sürece birlikte bakalım…
¥ Turgut Özal’ın merhum Adnan Kahveci’ye hazırlattığı “Kürt Raporu” üzerine düğmeye basıldı… Raporu hazırlayan Kahveci ve ailesi, “şaibeli bir kaza”da hayatlarını kaybetti… Ve tabiî, “PKK terörü artmaya” başladı!..
¥ 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu, bir suikast sonucu hayatını kaybetti… Olay “dinci(!) gruplar”ın üzerine yıkıldı!.. Mumcu ailesi buna inanmasa da, “Atatürkçülük ve laikçilik”leri ağır bastı, seslerini çıkarmadılar!.. Ki, bu suikastın detayları, yıllar sonra “Ergenekon zanlısı Veli Küçük’ün evi”nden çıktı!..
¥ Bu suikasttan birkaç gün sonra da, yine “Kürt sorununun çözümü” için gayret eden dönemin Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in uçağı, “buzlanma”(!) sebebiyle düştü… Buna hiç kimse inanmadı ama, “buzlanma” denilip, olayın üstü kapatıldı.
¥ Bir gün, gazeteler “Olağanüstü Hal kalkıyor” manşetiyle çıktı… Başbakan Tansu Çiller, karar almıştı, “Türkiye demokratikleşecek”ti!.. Ama, o da ne?.. Sürecin önünü kesmek için, Gazi Mahallesi’nde bir senaryo konulmuştu sahneye!.. Güya, bir taksiyi gaspeden terörist(!)ler, 3 kahveyi otomatik silahla taramış, 1 kişiyi öldürmüş, 20 kişiyi yaralamıştı!.. Ne garip değil mi, bu kanlı baskını “Türk İntikam Tugayı” üstlenmişti!.. Bu olaydan sonraki 2-3 gün içinde, “militanların kışkırttığı” halk sokaklara dökülmüş, 17 kişi hayatını kaybederken, 117 kişi de yaralanmıştı.
ÇİLLER, ERBAKAN’LA DİRSEK TEMASI’NDA!
¥ 1994 seçimlerinin ardından “hükümet arayışları” başlamıştı ki, bir “şok” daha yaşadı Türkiye… Özdemir Sabancı ve 2 çalışanı, hunharca katledilmişti.
¥ Hemen ardından “Kardak krizi” patladı… Sadece birkaç “keçi”nin yaşadığı Kardak adacığına Yunanlılar “bayrak” dikince, Tansu Çiller çılgına döndü… “O bayrak ya inecek, ya inecek” diye tutturdu… O günlerde, Tansu Çiller ile Mesut Yılmaz, hükümet pazarlığı yapıyordu… Ama Yılmaz’ın derdi, Çiller’i “Yüce Divan”a göndermekti!.. Şu işe bakın ki; yıllar sonra Yüce Divan’da yargılanan Yılmaz oldu!..
¥ İyice köşeye sıkışan Çiller, “Erbakan’la dirsek teması”na başladı… Çünkü, “Örtülü Ödenek’ten Parsadan’a 5 milyar lira kaptırdığı” için son derece zor durumdaydı!..
¥ Erbakan’la görüşen Çiller, adım adım “Refah-Yol koalisyonu”na ilerliyordu ama, Genelkurmay eski Başkanı olan Kilis DYP Milletvekili Doğan Güreş, bu ortaklığa karşı çıkıp, uyarıyordu Çiller’i: “Haftada bir Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile yemek yiyorum… Bu koalisyonu, içinden çıktığım ocağa anlatamam!.. Üst tarafı tutsam bile, alt tarafı tutamam!”
¥ Ama yine de, gazeteler “Çiller, Refah vitrininde” başlıklarıyla çıkmaya başlıyordu.
¥ Çiller’in, “Ya Yüce Divan, ya RP ile koalisyon!.. Kurtarın beni” çığlıkları Mesut Yılmaz’ı etkilemiş olmalı ki; “tarihî bir çağrı”da bulundu Çiller’e: “Erbakan’a gitme, gel birleşelim!”
¥ Yılmaz’ın samimiyetine inanmayan Çiller, 28 Haziran 1996’da Erbakan’la masaya oturdu ve böylece “Refahyol” kuruldu.
PROVOKASYON ÜSTÜNE PROVOKASYON!
¥ İlk tepki, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ten geldi… Özkök; hükümet “güvenoyu” aldıktan sonra yazdığı “Müslümanlar iktidarda” başlıklı yazısında, “birileri”ne mesaj veriyordu… Demirel de, mesajı aldığını göstermek için, “devletle oynatmam” diyordu!.. Hürriyet yazarı Emin Çölaşan da; “midemiz bulanıyor” başlıklı seri yazılarına start veriyordu… Amaç, elbette “bunalımı tırmandırmak”tı!..
¥ Hükümetin kurulmasıyla birlikte, “Taksim’e cami” tartışmaları da tozlu raflardan indirilip manşetlere çekilmeye başlandı!.. Bu haberler; ordu içindeki “cuntacı yapılanma”lar için bulunmaz fırsattı…
¥ Temmuz ayının tam ortasında, bir gazetede “işte olay anlaşma” manşetini okuduk… Bu anlaşma, “Türkiye-İsrail Askerî Eğitim Anlaşması”ydı ve tam da “Refahyol”un iktidarda olduğu bir dönemde, Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir ve Ivry David tarafından imzalanmıştı!.. Böylece “asker” diyordu ki; “Müslümanlar iktidarda” bile olsa, “ordunun rotası” bellidir!..
¥ Bu arada, bir “infaz” haberi, dikkatleri yine “faili meçhul”lere çekmişti… Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal, otomatik silahların kullanıldığı bir saldırıda hayatını kaybetmişti.
¥ O yılki Yüksek Askerî Şûra’da 13 subay ve astsubay “irtica”dan atılınca, Erbakan’ın “yargı kararı” istediği yansıdı gazetelere… Tabiî, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den anında cevap: “Ordunun moralini bozma!”
28 ŞUBAT’IN “KULLANILAN”LARI!
¥ Siyasî gündem, “ateşten günler” yaşamaya başlamıştı… Erbakan’ın Ağustos ayında İran’a, ardından da Libya’ya gitmesi; tıpkı bugünkü “eksen kayması” manşetleri gibi, o günlerde de “Türkiye’nin 70 yıllık imajı güme gidiyor” şeklinde “kışkırtıcı ifadeler”le yansıtılıyordu kamuoyuna!..
¥ “Darbelere yeşil ışık” yakan yazılar sıklaşmaya, Afganistan’da Taliban’ın “heykel” yıkması manşetlere çekilmeye başlanmıştı.
¥ Yavaş yavaş “Aczmendi”ler, Müslüm Gündüz’ler, Fadime Şahin’ler ve Ali Kalkancı’lar ve “Böyle basıldılar” başlıkları “manşet”lerde yer almaya başlamıştı… Eh, bu gündem arasında, Başbakan Erbakan’ın, “tarikat liderleri”(!)ne iftar yemeği vermesi, “postallı medya”nın arayıp da bulamadığı bir fırsat olmuştu!.. Öyle ya, “Tarikat Saltanatı” başlamıştı…
¥ Tam da bugünlerde, Erbakan Hoca, belki de “hayatının hatası”nı yaptı… 9 Ocak 1997 tarihinde, “Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği” yayınlandı ki; bu yönetmelik, “28 Şubat Cuntası”nın “sivil siyaseti yönlendirmesi”ne, yani “askerî vesayet”in başlamasına zemin hazırladı.
¥ Hele, 31 Ocak 1997’de, “gizli bir emir”le MGK Genel Sekreteri’ne “çok önemli yetkiler” vermesi, ordu içinde “Batı Çalışma Grubu”nun kurulmasına, bu grubun insanları “fişleme”sine ve “Refahyol’u düşürecek bir dizi operasyon”un sahneye konulmasına zemin hazırladı.
SİNCAN’DA TANKLAR YÜRÜTÜLDÜ!
¥ 1997 Şubat ayının ilk günlerinde Sincan’da düzenlenen “Kudüs Gecesi” de, zaten “gerilim” isteyenleri iyice azdırmıştı… Geceye katılan İran Büyükelçisi’nin konuşması o kadar provoke edildi ki, manşetleri, “molla, kendini kolla” başlıkları doldurmaya başladı…
¥ Başbakan Erbakan’ın, “Ordu da, Demirel de bizden memnun” dediği günlerde “Sincan’da tank sesleri” duyuldu… Güya “tatbikat” için yürüyorlardı… “Namluları millete dönük” yürüyen tankların fotoğrafını kaçıran gazetelerin “ricası” üzerine, tanklar bir defa daha yürütüldü!.. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız görevden el çektirildi… DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş, “Tanklar infilakı önledi… Askerin sabrını zorlamayın!” derken, Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, tankların “demokrasiye balans ayarı” yaptığını söylüyordu!.. Tabiî, bunun “ödül”ünü de İsrail’den alacaktı!..
¥ Ardından Türkiye, bayramı yaşamaya başladı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bayram mesajında "Dini siyasete alet etmek isteyenler, hem günah hem suç işliyor" diyordu. Basınımıza göre Cumhurbaşkanı Demirel ortamı rahatlatmıştı… Ancak Genelkurmay, aynı görüşte değildi. Orgeneral Karadayı, bayram mesajında "Türk Silahlı Kuvvetleri, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğü uğrunda her türlü görevi yapacak azim ve kararlılığa sahiptir" diyordu.
¥ Bayram sonrası Amerika'dan orduya demokrasi övgüsü yapılıyor, ardından da Amerikan Musevi lobisinin etkili kuruluşu JINSA, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir'e laiklik şilti veriyordu.
23 Şubat günü, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'nın İsrail'e resmi bir ziyarette bulunacağı duyuruluyordu.
9 SAATLİK O MEŞHUR MGK!
¥ 26 Şubat tarihli gazetelerde ise, “Gözler Cuma'da" manşeti atılıyordu. Haberin devamında; "Rejime ve laikliğe yönelik tehditlerin masaya yatırılacağı MGK'nın 28 Şubat toplantısı arifesinde Demirel uyardı, Erbakan sertleşti, Çiller ortağının dikkatini çekti" denilmişti.
¥ Sonunda, “27 Şubat’ta İsrail’den dönen” ve bir gün sonra MGK’ya katılan İsmail Hakkı Karadayı’nın da içinde bulunduğu “9 saatlik toplantı”dan, “18 maddelik bir bildiri” çıktı!.. Öyle bir bildiri ki; “koalisyon hükümetini düşürme” sürecini başlatan, Milli Eğitim’den Sağlığa kadar, her şeyi altüst eden, bütün dengeleri yıkan bir bildiri!.. Erbakan, boncuk boncuk ter dökmüştü…
¥ Ne olduğu ve nasıl olduğu yıllar sonra ortaya çıkan, “hayali bir düşman”la yapılan savaşın Türkiye'ye maddi bilançosu korkunçtu. En iyi ihtimalle 50 milyar dolardan bahsediyordu tarafsız uzmanlar…
¥ 2 Mart günü, Milli Güvenlik Kurulu'nda askerin istediklerini öğreniyorduk manşetten. Ertuğrul Özkök "Maksat Hasıl Oldu" başlıklı yazısında yaşanan sürece onay verir gibiydi…
¥ Kısacası, “şartlar” oluşturulmuş, “darbe” gerçekleşmişti… Artık, “Hükümet”in sözlerini kimse takmıyor, herkes “askerin ağzı”na bakıyordu… Org. Karadayı, “ültimatom” verir gibi konuşuyordu: “Kararlara tam uyulacak!”
BEŞLİ CUNTA VE ASKER BRİFİNGLERİ
¥ Tabiî, TOBB’undan TESK’ine, “Beşli Cunta” da boş durmuyordu… Onlara göre, “Hükümet hemen gitmeli”ydi!.. Bu arada; “Brifingler süreci” de başlamıştı… Askerler; “gazeteci”sinden “bürokrat”ına, “yargı mensubu”ndan “işadamı”na kadar, hemen herkesi ayağına çağırıyor, salonlara dolduruyor onlara “irtica bifingi” veriyordu!..
¥ Ülkede gayri resmi bir darbe ortamı oluşmuştu... Bir araya gelen komutanlar siyasilerin demeçlerini değerlendirerek, bir sonraki MGK'nın sert geçeceği sinyalini veriyorlardı. Ardından 19 Mayıs törenlerinde bir şok daha yaşanıyordu. Hükümet, protokol boykotuna uğruyor, Başbakan'ın eli sıkılmıyordu. Peşi sıra Refah Partisi'nin hükümet direncini kırma adına kapatma davası açılıyordu.
¥ Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Refah Partisi'nin "ülkeyi iç savaşa sürüklediğini" iddia ediyordu… Bu arada bir ek ödenek krizi yaşanıyor ve Maliye Bakanı Abdüllatif Şener'le Çevik Bir karşı karşıya geliyordu… Araya giren Başbakan Erbakan, tarafları bir araya getiriyor ve 50 trilyon ek ödenek Genelkurmay'ın kullanımına veriliyordu.
¥ Genelkurmay'da 10 Haziran'da düzenlenen brifingde hükümet direkt olarak suçlanıyordu. Refah Partisi'nin planlı irticai faaliyet içinde olduğu iddia ediliyordu... Bu iddialara bizzat Başbakan cevap veriyordu: "Genelkurmay işine baksın" Başbakanın bu açıklamasına çok sert bir cevap geliyordu.
"Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya çalışan irticaya karşı mücadelede gerekirse silah kullanılacağı" açıklanıyordu!..
Ülkede 28 Şubat'ın tüm etkileri görülüyordu. Cumhurbaşkanı Demirel, sürpriz bir kararla hükümet kurma görevini Çiller’e değil, Mesut Yılmaz'a veriyordu. Demirel'in bu sürprizine en büyük tepki Çiller'den geliyordu. Başbakanlık hayali suya düşmüştü. Mesut Yılmaz hükümet kurma çalışmalarında ilk ret cevabını Çiller'den alıyordu. Çiller, "konuşmam bile" diyecekti.
¥ Bu ret cevabına rağmen Yılmaz hükümeti kuruyordu. Aynı günlerde dinleme davasıyla ordu-polis arasında ciddi bir gerginlik yaşanıyordu. Meral Akşener'in ordu içinde bir cunta olduğundan bahsetmesini bir kısım medya çok ciddi eleştiriyordu. Bu arada BÇG'nin yasal olup olmadığı tartışılıyordu.
¥ Artık 28 Şubatçılar ne derse o oluyordu.
Ülkede bir askeri vesayet olduğu aşikardı. Çiller'e CIA ajanlığı soruşturmasının başladığı gün, Bülent Orakoğlu tutuklanıyor, Meral Akşener'e inceleme başlatılıyordu. Ve 8 yıllık kesintisiz eğitim için yapılan protestolar ortalığı karıştırıyordu.
¥ TBMM, tarihi bir çalışmayla 12 gün 10 gece çalışarak 8 yıllık kesintisiz eğitim yasasını kabul ediyordu. Yarı uyur, yarı uyanık çalışan Meclis'in bu tavrı görülmeye değerdi. Bu arada 28 Şubatçıların endişelerini Yılmaz hükümeti de dindirememişti. Yılmaz'ın bu duruma verdiği tepki ilginçti. Refahyol hükümetinin devrilmesine rağmen giderilemeyen endişeler neticesinde, Batı Çalışma Grubu günde 2 kez toplanır olmuştu.
¥ 16 Ocak 1998 günü Anayasa Mahkemesi aldığı 9’a 2’lik kararla Refah Partisi’ni kapatıyordu… Tabiî, medyada “zil” takıp oynayanlar da vardı, “kına” yakanlar da!..
Öyle ya; “maksat hasıl olmuş”tu..
SU UYUR, DARBECİ UYUMAZ!
“İmam Hatipler”in köküne kibrit suyu dökülmüş, “Kur’an kursları” ve “başörtüsü” yasaklanmıştı!..
“Ama, “bazı generalleri” bunlar bile tatmin etmemiş olmalı ki; “28 Şubat’ı bin yıl yaşatmak” için, 2003’ten sonra da “darbe plânları” yapmaya başladılar!..
Ne var ki, “devir, eski devir değil”di… Keser dönmüş, sap dönmüş, artık “hesap” dönmüştü!.. “Darbecilere henüz dokunulmamış” olsa da, “darbe girişimcileri” tek tek tutuklanıyor, hapse atılıyorlardı!.. Artık “askerî vesayet” dönemi kapanmış, “sivil irade” dönemi başlamıştı!..
“Balyoz”cular hesap veriyordu!..
Belki, “Hançer”e de sıra gelirdi!..
==================
Artık, Yılmaz da konuşmalı!
Hatırlarsınız, Rize Çay TV’de, “İmam Hatip Liseleri, halkın okullarıdır!.. Kapatmak ne kelime, bunların sayısı daha da artırılmalıdır” demişti Mesut Bey!.. İktidar olur-olmaz da, Hacıbektaş’a gidip, “müjde”(!)yi vermişti:
“Size hediye olarak, 8 Yıl Kesintisiz Eğitim’i getirdim!”
Bu “müjde” (!) sonrasıdır ki, İHL’lerin köküne kibrit suyu dökülmüştü…
Önce “puan”ları tırpanlanmış, sonra da “örtü”leri çıkarılmıştı başlarından!..
Hem de, “ANAP’lı İçişleri Bakanı”nın talimatları ve müdahaleleriyle!..
“Cop”landılar, “kelepçe”lendiler, yerlerde sürüklendiler o minnacık çocuklar!..
Hâlâ da, “katsayı zulmü” ile inliyorlar!..
Peki, bugün özgürlük havarisi kesilen Mesut Bey, acaba ne yapıyordu o sıralar?..
Buyrun, “canlı tanık”tan, evet Erkan Mumcu’dan dinleyelim:
“ANAP yetkili organlarında; başörtülü öğrencilerin okula alınmamasının İçişleri Bakanlığı’nı ilgilendiren bir konu olmadığını söyledim… Sayın Yılmaz’dan; İçişleri Bakanı’na emir vermesini ve hukuksuzluğu durdurmasını istedim!..
Fakat, hiçbir cevap alamadım… Suskunluk ve ilgisizlikle karşıladı!..”
Ya şimdi?..
Hâlâ susuyor Mesut Yılmaz… Tıpkı, süt dökmüş kediler gibi!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi