Mezalimi Zevk Edinen Bir Zihniyet
Dünyanın her yerinde, zulmü zevk edinen; kişi, kişiler, parti, dernek v.s. bu ve benzeri oluşumlar vardır. Türkiye’de ise zulüm denilince akla CHP zihniyetinin gelmesi gayet normaldir, bu zihniyetin dışında başka adres bulamazsınız zaten.
Geçmiş şöyle dursun, günümüzde olup bitenlerin altından hangi zihniyetin çıktığına bakılırsa hep belli bir fotoğraf karesindeler çıkar. Bu toprakların Müslüman kalması için, “iyiler” ülkesine ve milletine hizmet ederken, bu halden rahatsız olanlar da akıllarına estikçe darbeler, muhtıralar ve benzeri oluşumlarla iyi gidişin önünü kesmeye kalkarlar.
Ee, bu işler Türkiye’de kime düşer. Elbet CHP zihniyetlilere düşer. Adamlar kendilerine böyle bir misyon biçmişler. Yine mektuba dönelim ve toplumun huzurunu nasıl dinamitlediklerini görelim.
“Şimdi size bir baskın olayı anlatacağım. Köyümüzde çok sevilen bir hoca efendi, isteyen talebelere Kur’an öğretiyordu. Camiye gelmez, cemaati bilmez, fitne ve fesatta bir numara olan birisi, hocayı şikâyet etmiş, şikâyet üzere jandarma baskın yapmış, çocuklar korkudan kaçmışlar, evin hanımı cüzleri karnına saklayarak gelenlere çıkışmış;
‘Ne arıyorsunuz evimde, çocuklar sizden korktu kaçtılar, burada Kur’an okuyan da öğreten de yok’ demiş. Jandarma evin içine girmiş, arama tarama yapmış ama kimseyi bulamamış, çocukları da yakalamayınca çekip gitmişler.
Sonradan öğrendik ki, hanımı hoca efendiyi samanlığa atmış. Samanlıkların yan duvarlarında veya üstlerinde bir delik olur, o delikten içeri saman atılır, hanımı hocayı o delikten aşağı atmış, üzerine de hasırı örtmüş, zavallı hoca; ‘Tekrar baskın yaparlar’ diye sabaha kadar orada kalmış, sabah tan yeri ağarmadan da Suriye’ye kaçırmışlar.”
Evet, Hatay’dan gelen mektup bu kadar, daha fazlası var ama doğrusu aktarmaya yüreğim müsaade etmedi. Mektupta anlatılanlar belki bir kısım insanlara Kaf dağının ardından masal gibi gelir fakat hepsi yaşanmış gerçekler.
Bunları yazınca bir hatıra da benim aklıma geldi. Geçmiş yıllarda Ankara’nın yakın köylerinden birine gitmiştim. Sohbet ederken, köy odalarından bahis açıldı ve eskinin tadını bulamadıklarını, köye bir misafir gelince ağırlayacakları bir yer olmadığı için hem misafirlerin hem de köylünün zor durumda kaldığını anlatıp; köyde bulunan “iki köy odası” veya bugünkü adıyla “misafirhaneden” söz ettiler.
Köyde zamanında iki köy odası varmış. Birini köyün ileri gelen Demokrat Partililer, diğerini de CHP’li zenginler idare ediyormuş. İdareden kasıt, gelen misafire yatak, yorgan, yemek, atına veya bineğine de yem ve su vermek gibi hizmetler.
Tabii köye genelde çerçiler gelir veya bir yerden bir yere giden yolcular uğrar ve hangi odaya gideceklerini kendileri belirlermiş. Gelen yabancılar, caminin açık olup olmadığını sorarlarmış. O zaman anlaşılırmış ki, bunlar Demokratların idare ettiği odanın misafirleri. Hemen izzet ikramda bulunulur, güven ve huzur içerisinde işlerini bitirip giderlermiş.
Camiyle, cemaatle işi olmayan yabancılar ise daha köye gelirken kendilerini belli ederlermiş. Yabancı biri köye girerken, yere bakarak yürürmüş ve anlarlarmış ki bu adam iyi. Yok, eğer milletin damına, kaşına, bağına, bahçesine, penceresine bakarak yürüyorsa, pek makbul sayılmaz, ilgi gösterilmez, bir an önce köyü terk etmesi beklenirmiş.
İşte böyle tipler direkt CHP’lilerin idare ettiği odaya giderlermiş ama o gece bütün köylü kapısını penceresini iyice kapatır ve o kişi ya da kişiler, köyden çıkıncaya kadar rahat nefes almazlarmış. Çünkü bunlardan hayır gelmeyeceğine, şer geleceğine inanırlarmış.
Nitekim aynı köylüler ve civar köylüler, böyle gelip gidenlerden çok çekmişler. Mesela dikkat edin, ülkemizin neresinde olursa olsun, köylerimizin çok büyük ekseriyetinde CHP’liler o bölgenin en geçimsiz ve bencil insanlarıdırlar. Bugün de durum aynıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.