Kur'anı Anlamak İçin Meâl Okumak
Hiç şüphe yok ki, İslam'ın ana kaynağı vahiydir.
Ama bunun anlaşılmasına, açıklanmasına ihtiyaç var.
Vahyin anlaşılması için, bunu açıklayan ve hayata geçiren sünnete, bundan başka akla, kıyas ve tecrübelerden elde edilen (içtihat, veri, bilgi, örf gibi) unsurlara da müracaat gereği vardır. Ancak bu taktirde İslam'ı, toplum hayatınına tümüyle yansıyacak bir şekilde anlamış ve anlatmış oluruz.
Bilindiği gibi vahiy dediğimiz Allah'ın ayetlerini en iyi açıklayan yine bizzat Kur'an'ın kendisidir. Bu açıklayıcı Kur'an ayetlerinden başka Kur'an'ı en iyi açıklayan ikinci kaynak, Kur'an'ı pratik hayata taşıyan ve yaşanılan bir şekilde hayata geçiren Rasûlüllah aleyhisselamın sünnetidir. Sünnetsiz bir İslam anlaşılamaz, yaşanamaz.
Akıl ise, islam'ı anlamanın ve yaşamanın olmazsa olmaz şartıdır. Zira akıl, mükellef olmanın bir gereğidir, akıldan yoksun bir insanın dini de, İslam'ı da yoktur.
Bilgiye gelince, İslam dininin kıyamete kadar tüm çağlarda yaşanabilmesi için, kıyas ve tecrübelerle elde edilen bilgileri, verileri ve içtihatları dikkate almak gerekir. Hatta bu bilgilerden istifade edilerek İslâm âlimlerince pek çok hükümler bina edilmiştir, edilecektir. Basit bir örnek verecek olursak, uzman bir hekimin tıp ilmiyle elde ettiği verilere (laboratuvar bilgilerine) dayanarak bir Müslüman, farz olan orucu tutup tutmamayacağı sonucuna ulaşır. Yani fetvaya esas olan, bu tecrübî bilgidir.
Netice olarak İslam bir sistemler bütünüdür. Ana kaynak olan vahyin kılavuzluğunda pek çok faktör, dünyada bireylerin ve toplumların hayat sürmesine müsait bir İslam sistemini oluştururlar.
Sadece Kur'an metnini okuyarak İslam anlaşılabilir mi?
Kur'an-ı Kerim'i sadece Meâli'nden okumak ve anlamak konusunda bugün ifrat ve tefrite kaçıldığını düşünüyorum.
Bir kesim, sünneti, icma ve kıyası (örfü, aklı, tecrübî bilgileri) hiç dikkate almadan sadece Meâl okumanın yeterli olduğunu savunurken, diğer kesim biz cahiliz, anlayamayız, hata ederiz teziyle Kur'an'ın terceme, meâl ve tefsirlerini ısrarla okumaktan kaçınmakta, tâli dînî kaynakları yeterli görmektedir.
Her iki anlayış da isabetli değildir. Sadece Meâl okumak, Kur'an'ı anlamaya yeterli olmaz. Meâl'le beraber mutlaka Kur'an tefsirlerini de okumak gereklidir. Kur'an'ı iyi anlamak için Hz.Peygamber'in sünnetine şiddetle ihtiyacımız var. Hadis alanında elimizde senetleri sağlam sahih bir sünnet ve fıkıh alanında da çok zengin bir kültür mirasımız mevcut. Bunlar bize, Kur'an'ı daha iyi anlamamıza yardımcı olan bilgilerdir. Bunları yok saymak, İslam tarihini, kültür ve medeniyetini inkar etmek demek olur.
Ancak, sahih hadislerin dışında Kur'an ayetleriyle çelişen çok sayıda zayıf ve uydurma hadis metinlerinin, asırlarca müslümanların hayatına yön verdiği de bilinen bir gerçektir. Bu konuda yazılmış (uydurma hadisleri listeleyen) mevzuât kitaplarının varlığı erbabınca malumdur. Sünnet diye bildiğimiz ve sevap umuduyla işlediğimiz pek çok şeyin aslında bid'at olduğu gerçeği hep göz ardı edilmiştir. Bunları her Müslümanın öğrenip hayatından ayıklaması gerekir. Bunu yapmak için de kişinin elbette Kur'an ayetlerini öğrenmesi, anlaması ve kavraması gerekir.
Fıkhî (içtihadî) kaynaklar ve hükümlere gelince, İslam dünyası yüzyıllarca bunlardan istifade etmiş, hatta bunların üzerine yeni bir şeyler koyma ihtiyacı da duymamıştır. Ancak, geçen bunca zaman içinde, bu eski içtihad ve fıkhî hükümlerin önemli bir kısmı güncelliğini kaybetmiştir. Yeni yeni gelişmeler, dünden farklı sosyal olaylar, örfîleşen iktisadî faaliyetler, teknolojik imkânlar, bilimsel buluşlar vs. insanların günlük hayatını doğrudan etkilemekte, böylece ortaya çıkan yeni meseleler, helal-haram noktasında tereddütler doğurmaktadır. İşte Müslüman, yaşadığı bu şüpheli hayatın içinde, İslam'a (Kur'an ve Sünnet'e) uygun bir yaşantı sürdürebilmesi için yeni yeni içtihatlara (fetvalara) ihtiyaç duymaktadır. Dün olmayan, yaşanmayan, düşünülmeyen pek çok mesele, bugün vardır.
Zaten, eski dediğimiz elimizdeki içtihat ve fetvaların hemen hemen hepsi Rasûlüllah (sav) döneminden (en az bir asır) sonra gelen müçtehit imamlarca ve sadece o dönemlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere verilmiştir. Allah onların hepsinden razı olsun. İslâm dünyası, bin küsûr yıl bu mirası kullandı. Ama hayat durmuyor. Bugün de, yeni içtihatlara, yeni fetvalara ihtiyaç var, çünkü dünya artık eski dünya değil!.
Yapılacak şey, Nass'a (Kur'an ve Sünnet'e) aykırı olmamak kaydıyla Müslümanları günaha girmekten uzaklaştıracak ve hayatı kolaylaştıracak içtihadi hükümler ortaya çıkarmaktır. Bu yapılıyor mu derseniz, istenilen seviyede ve verimde yapılamadığı içindir ki, zaten İslam dünyası şu anda tıkanmış ve çaresizlik içinde bocalamaktadır.
Tüm dünya Müslümanlarına düşen görev, eskiden olduğu gibi çağımızda da, Kur'an ve Sünnet'ten hüküm çıkarabilecek ve İslam'ı asrın idrakine sunabilecek müçtehit imamları ve din âlimlerini yetiştirmek olmalıdır.
Eski âlimler görevlerini fazlasıyla yaptılar, kendi asırlarını aydınlattılar. Hatta ileri görüşleriyle verdikleri bazı fetvalar ve bir kısım içtihatlarla bugün bile bizim yolumuzu aydınlatmaya devam ediyorlar.
Şimdi iş, bu asrın âlimlerindedir. Tıkanan meselelerin önünü açmak ve Müslümanları rahatlatmak görevleridir.
Eğer bu tür âlimler yoksa, vebâl hepimizindir.
[email protected]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.