Cesedin peşinden ne diye koşuyoruz?
Başlıkta yer alan bu anlamlı cümle hayatının büyük bir bölümünü ABD'de geçirmiş, orada okumuş, 26 yaşında ABD'de en genç profesörü olmuş ve ABD'yi çok iyi tanıyan biri olarak Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'na ait. Oktay hocaya göre ABD ve Avrupa'da yaşanan bu son kriz geçici bir kriz değil. Bir kere ABD'nin çöküşünü getirecek büyük bir kriz. Sadece Sinanoğlu değil, ekonomistlerden kredi derecelendirme kuruluşlarına kadar önemli odaklar da, ABD'nin ünlü borç saatinin yavaş yavaş bombalı saate dönüştüğünde hemfikir.
Aslında kapitalist sistemlerde her 10 yılda böyle şeyler yaşanır. Sistem bozulur, toparlanır. Ama bu sefer böyle değil. Artık kurtarma paketleri de işe yaramıyor. Her gün kapanma, daralma ya da kamulaştırma haberleri geliyor.
Küresel kapitalizmin baş ağası ABD'yi öncelikle ele aldığımızda aslında okyanus ötesindeki bu ülkenin otuz yıldır adım adım hazırlanan bir çöküş yaşadığını biliyoruz. Bu çöküşün de insanların sürekli olarak borçlandırılarak, sürekli tüketime yönlendirilerek hızlandırıldığına şahit oluyoruz. Zaten Amerika on senedir Çin'den aldığı borçlarla ayakta duruyor, hastalıklarını borçla tedavi etmeye çalışıyordu. Fakat bombanın pimi çekildi.
Son iki yıldan bu yana 7,2 milyon kişinin işini kaybettiği ABD'de Aralık ayında işsizlik oranı yüzde 10 ile son 26 yılın en yüksek seviyesine çıktı. Bu rakamın, 1980'lerdeki ekonomik durgunluğun iki katı, ABD yönetiminin veri tutmaya başladığı 1948 yılından bu yana ise en yüksek düzeyi oluşturduğu belirtiliyor. Yani genel toplamda ülkede yaklaşık 15 milyon işsiz bulunuyor ve bunlardan 1 milyonun üzerindeki Amerikalının iş bulma ümidini tamamen yitirdiği kaydediliyor. Şimdilik devletten aldıkları işsizlik maaşıyla ayakta kalabilen bu kesimler şimdi ellerinde kalan son geçim şansını da kaybetme riskiyle karşı karşıya. Çünkü ABD Çalışma Bakanlığı'nın verilerine göre, Kongre'nin ABD Başkanı Barack Obama'nın işsizlere yapılan bu ödemelerin süresinin uzatılmasını içeren tasarısını onaylamaması halinde Nisan ayının sonuna kadar yaklaşık 2,7 milyon kişi, işsizlik maaşını kaybedecek. Ayrıca veriler Amerikan ekonomisinin önceki yıllarda da yeni istihdamlar oluşturamadığını ortaya koyuyor. Örneğin, verilere göre, Amerikan ekonomisinin büyüdüğü 1950, 1960 ve 1970'li yıllarda özel sektördeki istihdam oranı yılda yüzde 3,5 oranlarında artarken, bu oran 1980 ve 1990'lı yıllarda yıllık yüzde 2,4'e geriledi. 2000'li yıllarda ise özel sektördeki istihdam oranı 0,9'a düştü.
ABD'nin 13 Ocak itibariyle toplam borçları da 12 trilyon 394 milyar dolar oldu. Yani limite 109 milyar dolar kaldı. Uzmanlar, borç limitinin Şubat ortasında yeniden artırılabileceğini söylüyor. Borç limiti son 18 ay içinde dördüncü kez artırıldı. Dolayısıyla ABD'de borçlanma ihtiyacı fazlasıyla büyümüş durumda. 300 milyar dolar ABD Hazinesi'ne sadece iki ay kazandırıyor. Oysa son yedi yılın ortalama bütçe açığı rakamı yıllık 304 milyar dolardı.
Aralık ayında bütçe açığı ise, neredeyse geçen yıl aynı dönemin iki katı olan 91,9 milyar dolara ulaştı. Vergi gelirleri, gelir ve istihdam vergilerindeki azalma nedeniyle 59,7 milyar dolara inerken giderler bölümünde faiz ödemeleri 104,6 milyar dolara çıktı. Amerika hükümeti tam 15 ay art arda açık verdi. Böylece 2010 mali yılının ilk çeyreğindeki açık 388,5 milyar dolara ulaştı ve ABD Hazinesi 2010 mali yılında 1 trilyon 502 milyar dolara çıkacağını tahmin ediyor.
Eyaletler iflas ediyor
ABD'de borçlanma öyle bir hal almış ki, ülkenin batağa saplanmasını bir yana bırakın eyalet belediyeleri bile iflasın eşiğine gelmiş, hatta bazıları iflas bile etmiş. Örneğin, Alabama'daki Jeffersen Belediyesi 3 milyar dolarlık borcu nedeniyle iflas etmişti. Şimdi de ABD'de borcunun GSYİH'ye oranı en yüksek 20 eyalet arasında bulunan Washington, Teksas, New York ve Illinois de risk var. Terminatör filmiyle tanınan Arnold Schwarzenegger'in valiliğini yaptığı en büyük eyalet Kaliforniya'nın temerrüde düşme riskinin Yunanistan'dan daha fazla olduğu uyarısı yapılıyor. Kaliforniya'nın bütçe açığının 20-30 milyar dolara ulaşması bekleniyor ve eyaletin bun açığı nasıl finanse edeceği konusunda kuşkular bulunuyor.
Görüldüğü gibi dünyanın dört bir yanında işgallerle milyonların kanına giren Amerika'nın ekonomik olarak geldiği son durum 'batışın' hızlandığını gösteriyor.
ABD'yi kasıp kavuran bu kriz daha sonra Avrupa'ya sirayet etti. Ekim 2008'de İzlanda'dan başlayan kriz, önce AB'ye yeni ülke olan Baltık ülkelerine, oradan Doğu Avrupa'ya sıçradı. Macaristan ve Çek Cumhuriyeti ayakta kalmayı başarırken Ukrayna ve Romanya IMF'nin eline düştü. Ve hiç beklenmedik bir anda kriz Dubai'ye yöneldi ve Dubai borçlarını yeniden yapılandıracağını açıkladı. Böylece 'rol model' olarak Türkiye'ye de dayatılan Dubai'nin 'kâğıttan bir kaplan' olduğu da ortaya çıkmış oldu.
Peki, bir zamanlar Avrupa'nın en dinamik ekonomileri arasında olan PIIGS'e (Portekiz, İtalya İrlanda, Yunanistan ve İspanya) ne oldu? Kısaca cevaplayalım: Aşırı borçlanma nedeniyle kriz döneminde bozulan mali yapılarının bedelini ödüyorlar. Daha da kötüsü olabilir. Çünkü Roubini'nin dediği gibi, "Mali yapılarındaki dengesizliklere çözüm bulunmaması durumunda, ülke borcunu ödeyememe riskiyle karşı karşıya kalacaklar."
Görüldüğü gibi bu kriz ülkelerin mali yapılarını ve bütçe dengelerini alt üst etti. PIIGS ülkelerinin fitilini 'komşu' Yunanistan ateşlemişti. 300 milyar euro'ya ulaşan toplam borcu ile IMF'lik olmanın, borçlarını ödeyememenin eşiğine gelen Yunanistan'ın bütçe açığı öyle bir noktaya geldi ki, Euro Bölgesi sınırının tam dört katı olan GSYİH'nın yüzde 12'sine ulaştı.
Şimdi Avrupa Birliği bile yardım konusunda çok istekli davranmıyor. İtalya ise ekonomiyi hızlandırmak için yapılan aşırı harcamaların finansmanı için iç ve dış borçlanmalara gitti. Bugün iç borçlar milli gelirin yüzde 115'i, dış borçlar da yüzde 128'i seviyesinde.
İrlanda'ya gelince ise tam bir facia yaşanıyor. Zira dünyanın en çok dış borçlu ülkelerinden biri. 1,8 trilyon dolar ile milli gelirin tam yüzde 1267'sine denk. Şimdiye kadar üç kemer sıkma bütçesi hazırlandı, kamu çalışanlarının maaşları yüzde 5-15 oranında düşürüldü. Ancak nafile çabalar sonuç vermedi, vermeyecek gibi de görünüyor. Diğer taraftan bu yıl PIIGS ülkelerinin en sağlam kabul edilen ülkelerinden Fransa'nın 454 milyar Euro, Almanya'nın 386 milyar Euro, İngiltere'nin ise 279 milyar Euro borçlanması bekleniyor. Dolayısıyla bu ülkelerde duvara doğru ilerlemeye devam ediyorlar. Riskin boyutlarını kavramak için 1994'te, 2000'de yaşadıklarımızı, 1997'de Asya'da, 1998'de Rusya'da başlayan borç krizlerinin ne sonuçlar verdiğini hatırlamamız yeterli. Ne yazık ki, 'Her şey bitti, önümüze bakalım' diyebileceğimiz bir kriz yaşamıyoruz.
'Gemi batarken, takayla takip edenler!'
Türkiye'nin borçlarına geldiğimizde de çok farklı bir manzara karşımıza çıkmıyor. Bugün ülkemizde herkes borçlu durumda... 2001 krizi öncesinde asıl borçlu olan kamu kesimiydi. Son dönemde kamunun borçları yüzde 82 artmış. İç borçlar son yedi yılda bir kat artmış. Özelleştirmeler sonucu elde edilen 40 milyar lira da buna çare olamamış. 2009 yılına kadar sürede en çok borcu artan kesim hane halkı olmuş. Yani sokaktaki insan... Artış, son yedi yılda yüzde 1,883 olmuş. Ama ne hazindir ki, biz de Türkiye olarak batmakta olan başta ABD olmak üzere bu ülkelerden fayda bekliyoruz. Onları bile kurtarmaktan aciz, bırak 50 milyar doları, 1 milyar dolar bile vermeye gücü olmayan IMF'yle 'internet' üzerinden pazarlıklar yapıyor, dayatılan Derviş ve Fischer modelini uygulamayı sürdürüyoruz. IMF'nin ne Türkiye'de ne de program uyguladığı diğer ülkelerde başarıya ulaşamadığı artık herkes tarafından biliniyor. İşte en son örneği Ukrayna...
Bu kadar hezimetten ve beceriksizlikten sonra IMF'nin hâlâ bir ümit olarak görülmesi şaşırtıcıdır. Hele Başbakan'ın Saadet Partisi Lideri Prof. Dr. Numan Kurtulmuş'un 'IMF ile anlaşmayın' tavsiyesi karşısında sarf ettiği bu cümleler ise daha şaşırtıcıdır: "IMF'den kokmanın, kaçmanın manası ne? Eğer en iyi krediyi IMF'den alabiliyorsam ondan bunu alırım. Hiç de çekinmem."
Tabi ki Tayyip Bey, IMF'den borç alırken hiç kimseden çekinmez. Neden? Çünkü dün olduğu gibi bugünde araba devrildiğinde faturayı yine bu halk ödeyecek de ondan...
AKP iktidarı bizi de batmakta olan bu gemiye zorla bindirmeye çalışmaktadır. Buna binmenin anlamı yoktur. Titanik filmini izleyenler bilir; geminin alt kısmı batarken üst tarafta olanlar 'vur patlasın çal oynasın'a devam ediyorlardı. Ama Titanik''in 'batmazlığına' olan kibirli inanç yerle bir oldu. İşte şimdi de bu dünyanın Titanik'i olan Amerika'nın alabora olmasına da şahit oluyoruz. Ancak, Titanik batarken bizim Temel'in taka'sı gibi bir dalgada devrilecek kayıklarımızla da orada durmayalım, yakınından bile geçmeyelim. Hem biz ne diye hâlâ cesedin peşinden koşuyoruz ki?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.