Turhan Selçuk kim... Bu bombalar kimin?
Sahip olduğum “zekâ”dan zaman zaman şüpheye düşüyorum... Soruyorum kendi kendime; acaba ben mi “geri zekâlı”yım, yoksa “olay”lar benim “anlama kapasitem”in üzerinde mi cereyan ediyor?.. Tam, bir olayı “bir ucundan yakaladığımı” düşünüp, üzerinde “yorum” yapmaya niyetleniyorum, bir de bakıyorum, “civa” gibi elimden kayıp gitmiş!..
Başlıyorum o şarkının sözlerini mırıldanmaya; “Ellerim böyle boş, boş mu kalacaktı?”
Önceki akşamdan bu yana, meselâ şu “mobil cephane” olarak adlandırılan “bomba yüklü kamyon” olayına kafayı takmış durumdayım... Boşa koyuyorum olmuyor, doluya koyuyorum almıyor!.. Ne oldu, ne bitti ki bir “muamma”ya dönüştü bu olay?.. Hepinizin gördüğü gibi, ortada bir “fotoğraf” var: 06 BJ 9915 plakalı bir kamyon, Muğla’dan yüklediği “silah, mühimmat ve el bombaları”nı Ankara’ya getirirken, bir “ihbar” üzerine “Polis” tarafından durduruluyor... Al sana “bomba” gibi bir gündem... Anında “bilgi yağmaya” başlıyor; “Bombaların seri numaraları kazınmış!”
Öyle mi, değil mi?..
Derken, “gayrı resmî açıklamalar” sükûn etmeye başlıyor: “Kamyon, TSK tarafından kiralandı... Bombaların seri numaraları kazınmış değil!.. Aynı gün, silah ve mühimmat taşıyan 12 kamyon daha geldi Ankara’ya!.. İntikal, Genelkurmay’ın bilgisi dahilinde gerçekleşti!.. Risksiz olduğu için, taşıma işi sivil kamyonlara yaptırıldı!”
EMNİYET’İN NİYE HABERİ YOK?
Her işin altında bir “çapanoğlu” aramaya, bir “bit yeniği” bulmaya, yani “şüpheci” davranmaya odaklanmış biz gazeteciler; gelen bu “bilgi”ler ve yapılan “açıklama”lar sonrasında, bu intikalin “rutin bir iş” olduğunu öğreniyor ve “ucundan yakaladığımız ip”i bırakıyoruz!..
Ama, “soru”lar kemiriyor kafamızı!..
Meselâ, benim aklıma takılan ilk soru şu oldu: “3. Ordu Komutanı Saldıray Berk’in Erzincan’da yaptığı gibi; millete gözdağı vermeye gelince niye askerî araçlar kullanılıyor da, askerî malzeme taşımaya gelince neden sivil kamyonlar tercih ediliyor?”
Tabiî, kafama takılan tek soru bu değil... Cevabını merak ettiğim ama herhalde “zekâ kapasitemi aştığı” için bir türlü bulamadığım bir soru da şu:
¥ “Silah, mühimmat ve bomba taşıyan 12 kamyondan söz edildiğine göre; bu kamyonlar Muğla’dan veya diğer illerden çıkarlarken niye Emniyet’e haber verilmedi?.. Önlerine ve arkalarına niye eskort, yani koruma aracı konulmadı?..
Öyle ya; o araçlar karpuz, kavun, ıspanak, havuç veya portakal taşımıyor ki!..
Allah korusun;
Bu sevkıyattan, PKK’nın veya silâh kaçakçılarının pekâlâ haberleri olabilir, kamyondakilerin kafalarına silah dayayıp, o silahları kaçırabilirlerdi!..
Ondan sonra, ayıkla pirincin taşını!”
Bir “can alıcı soru” da şu:
¥ “Silah, mühimmat ve bombalar Muğla Jandarma Komutanlığı’ndan yüklenip, Ankara’daki Özel Kuvvetler Komutanlığı’na sevk edildiğine göre; sormak gerekmez mi; ihtiyaç yoksa, bunca silah niye Muğla’ya gönderildi?.. Ya da; Özel Kuvvetler’in ihtiyacı mı var ki, Muğla’dan silâh getirtildi?..”
NİYE RESMî AÇIKLAMA YOK?
En başta dedim ya; ya ben çok “geri zekâlı”yım ve kapasitem bu soruların cevabını bulmaya yetmiyor, ya da “işin içinde başka işler” var!..
İnsan, ister istemez soruyor:
Acaba TSK içindeki “cuntacı”lar, “çılgın bir eylem”e kalkışmanın hazırlığı içinde mi?..
Öyle ya;
“Şanlıurfa’da ilâhî okuyan kız çocukları” için bile “e-muhtıra” yayınlayan, Genelkurmay’daki “Orgeneraller Zirvesi” hakkında, “tek cümlelik” bile olsa “anında” açıklama yapan Genelkurmay, “Türkiye’nin yüreğini ağzına getiren” bir olay cereyan ediyor ama “internet sitesi”nden “tık” yok!..
Açıklamalar “resmen” değil, “askerî çevreler” şeklinde, yani “dolaylı” yapılıyor!..
“Akşama kadar” bekledik, ama saat 19.00’a kadar bir açıklama yapılmamıştı!..
Bu durumda, gel de “kuşku”ya düşme?..
Gel de, “kafaya üşüşen soru”ları kov, kovabilirsen!.. “Soru” bu, “sinek” değil ki?.. Sinek olsa, alırsın eline bir “sineklik”, kovarsın!.. Ama, “beynin kıvrımları”nda dolaşan sorulara sineklik ulaşmaz ki!..
Uzun lâfın kısası;
“Bomba”lar yerine gitti,
“Soru”lar kaldı yadigâr!..
Hâlâ cevapız, hâlâ karanlıkta!..
Kim bilir, belki de bu soruların cevabı vardır da, benim “aklım kıt” olduğu için bulamıyorumdur!..
Çünkü ben, “derin işler”den hiç anlamam!..
TURHAN SELÇUK’UN VASİYETİ!
Anlayamadığım, kavrayamadığım ve cevabını bir türlü bulamadığım tek konu, keşke “silâh muamması” olsaydı... Ama ben, dün ölen Cumhuriyet çizeri Turhan Selçuk’un, “Hacıbektaş’a gömülme” vasiyetini de hâlâ anlayabilmiş değilim...
Niye Hacıbektaş, niye Çilehane?..
Turhan Selçuk, bir “Alevi” midir ki, “illâ da Hacıbektaş’a gömülmeyi” vasiyet etsin?..
Dün, AA’an geçen haber şöyleydi:
“İstanbul'da 88 yaşında ölen karikatürist Turhan Selçuk'un cenazesinin vasiyeti üzerine Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesinde toprağa verileceği bildirildi.
Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, Turhan Selçuk'un cenazesinin vasiyeti üzerine Hacıbektaş'ın Çilehane bölgesinde defnedileceğini söyledi.
Belediye olarak hazırlıklara başladıklarını belirten Selmanpakoğlu, 'Merhum Turhan Selçuk, yıllardır cenazesinin Hacıbektaş'a defnedilmesini istiyordu. Öyle sanıyorum ki geçtiğimiz yıl da bu isteğini noter tarafından kayıt altına aldırarak vasiyet bırakmış. Vasiyetinde Hacıbektaş'a defnedilmek istediğini dile getirmiş. Biz de bu konuyla ilgili tüm hazırlıklarımızı yapıyoruz' dedi.
Turhan Selçuk için cumartesi günü İstanbul'da tören düzenlenecek. Selçuk'un cenazesi, pazar günü Hacıbektaş'ta düzenlenecek törenin ardından Çilehane bölgesinde toprağa verilecek.”
ÖZÜNDEN Mİ, GÖZÜNDEN Mİ?
Dedim ya; Turhan Selçuk, bir “Alevi” midir ki; “Hacıbektaş’a gömülmeyi” vasiyet etsin ve bu vasiyetini de “noter”de tescilletsin?..
Benim bildiğime göre;
“İki tip Alevi” vardır:
Ya “özünden” Alevi olacaksın,
Ya da “gözünden!”
Şahsen ben;
Turhan Selçuk’un “özünden” de, “gözünden” de “Alevi” olduğuna dair bilgiye sahip değilim...
Dahası; “bütün Alevilerin yaptığı” gibi; Deliklitaş’ı geçip “günahlarından arındığı”nı hiç görmedim, duymadım, gazetelerde de böyle bir haber okumadım.
Ve yine; Turhan Selçuk’un, Alevilerce “kutsal” sayılan “Arslanlı Çeşme”den su içtiğini de hiç hatırlamıyorum!..
Peki; Deliklitaş’tan geçmeyen, Arslanlı Çeşme’den su içmeyen bir adam nasıl bir “Alevi”dir ve nasıl “Hacıbektaş’a gömülmeyi” vasiyet eder?..
Turhan Selçuk’u bilmem ama onu “Çilehane”ye gömecek olanlar, “Alevi dedeleri” tarafından “düşük” ilân edilirse hiç şaşmam!..
Bugün değilse, ileride “düşük” ilân edilebilirler!..
GİRİT’TE ALEVî YAŞAR MI?
En başta dedik ya;
Ya “özünden” Alevi olacaksın, ya da “gözünden” Alevi olacaksın ki, cenazen “cemevi”nden kaldırılsın!..
Peki, Turhan Selçuk Alevi mi?..
Hem, bu nasıl “Alevi” ki, bütün ömrü boyunca “dini değerler”le savaştı?.. “Dindar” insanları hep aşağıladı, hep horladı ve onlara sürekli hakaret etti!..
Özellikle de “Sünni”leri hedef aldı...
Onları; “Başında takke, sırtında cübbe, belinde kuşak, elinde tesbih, ayağında takunya ve kapkara sakallı” olarak karikatürize etti!..
Sadece “hınç” duymadı!..
“Linç” uyguladı “dindar”lara!..
En sonunda;
“Başörtülü hanımlar”a da hakaret edip, onların örtülerini bir “domuz”un başına da geçirdi ya, varın anlayın “dindarlara düşmanlığı”nın derecesini!..
Peki, bu düşmanlığının temelinde acaba “Alevi” olması mı yatıyordu, yoksa “daha başka bir sebep” mi vardı?..
Turhan Selçuk’u pek tanımam... Tek bildiğim, onun “İlhan Selçuk’un ağabeyi” olduğudur... Turhan Selçuk 88 yaşında, İlhan Selçuk ise 85 yaşındadır!..
Yani “kardeş”tirler, “karındaş”tırlar!..
O halde, “aile”lerine bir bakalım...
Hatırlarsınız; İlhan Selçuk’un, “Ergenekon’un yöneticisi” olduğu gerekçesiyle gözaltına alındığı günlerde; Chronicle adlı internet sitesinde, Pelin Özer’in bir yazısından bahsetmiştim... Pelin Özer, “Yedi Kollu Şamdan’ın Işığında Milas” başlıklı ve “Milas’ın her yönünü” anlattığı 7 sayfalık yazısında “İlhan Selçuk ve eşi”nden de bahsediyordu...
İki satırlık yazı, aynen şöyleydi:
“Milaslı İlhan Selçuk, baba tarafından Girit göçmenidir... Selçuk’un eşi Handan Selçuk; Şivekâr ve Hamdi Namık Gör’ün kızıdır...
Gör çifti, Giritli ve Yahudi kökenlidir!”
Bildiğim kadarıyla, “Yahudi”ler, “kendilerinden olmayan”lara kız vermezler!.. Tabiî, bunun “istisna”ları da vardır ama, istisnalar kaideyi bozmaz!..
Demem o ki;
İlhan Selçuk, bir “Yahudi ile evli” iken, ağabeyi Turhan Selçuk, acaba nasıl “Alevi” olabiliyor?..
Girit’te “Alevi” de var mı acaba?..
Çok eski zamanlarda “Bektaşiler” yaşarmış ama Yunan milliyetçiler köklerini kurutmuşlar... Acaba; Selçuk’ların ailesi bu katliamlardan kurtulanlar mı?..
Yine soru... Hep soru!..
Kusura bakmayın, “kıt akıllı” olduğum için hep soru soruyorum!.. Çünkü, soruların cevabını bulacak kadar “zeki” değilim!..
N’apayım, Yaradan böyle yaratmış!..
Alın işte, “soru”lar yine ortada kaldı...
Ne “bomba muamması”na cevap bulabildim, ne “Turhan Selçuk’un Aleviliği”ne!..
Demek ki; bu terazi, bu sıkleti çekmiyor!..
==================
Bebekte bile mutabakat yok!
Dünkü gazetelerde, Elazığ’daki depremde ölenlerin “sayısı” konusunda “kargaşa” yaşandığına dair haberler vardı... Doğruydu da... Çünkü, ilk etapta “57” olarak ilân edilen ölü sayısı, daha sonra “51’e” düşürülmüş, önceki gün de “41” olarak ilân edilmişti... “Ölü sayısının azalması”na elbette sevindik ama, bu “kargaşa” nereden çıktı?.. Meğer, bazı isimler “Melek” ve “Menüş” olarak “iki defa” kaydedilmiş!..
Bazı gazeteler “Kriz Merkezi”ni suçlayıp, “olur mu böyle rezalet” diyor ama, aynı gazeteler, “kendi rezaletleri”nin farkında değiller!..
Efendim, enkaz altından bir “bebek” sağ kurtarılmış!.. Annesi ölürken bebeğin üstüne kapaklandığından kendisi ölmüş ama, bebeğini kurtarmış!..
Haber, bütün gazetelerde böyleydi... Ama “ismi” farklıydı... Bazı gazetelere göre “10 günlük”, bazılarına göre “15 günlük” olan bebeğin ismi; yine bazılarına göre Aleyna, bazılarına göre ise Helen’di.. Tabiî, Helin diyenler de vardı!..
Al sana “kargaşa”nın dikalâsı!.. Bebek 10 günlük mü, 15 günlük mü?.. Adı Aleyna mı, Helen mi?.. Yoksa Helin mi?..
Görüyorsunuz ya, “bebek ismi”nde bile bir “mutabakat” yok!..
Peki, bu gazeteler “toplumsal mutabakat”ı nasıl sağlayacak?..
“Başkalarına” çamur atacaklarına, “kendilerine” baksalar iyi olur!..