Erman Tuncer’e ceza, Savcı Bey’e beraat... Bu mu adalet?
Bugün sizlere “iki olay”dan söz edeceğim... Bu iki olayın odağında “yargı” var... Daha doğrusu “Yargıtay” var... Ve tabiî, “Yargıtay’ın çifte standartlı kararları” var... Bu kararlar; “Savcı”ya ayrı, “bürokrat”a ayrı cezalar verildiğini gösteriyor... Bu da gösteriyor ki; “tarafsız” ve “adil” olması, yani “testere” gibi; “bir sana, bir bana” demesi gereken yargı, tıpkı bir “keser” gibi; “Hep bana, hep bana” demiş!.. Yani, “kendi bünyesindeki” insanlara “pozitif ayrımcılık” uygularken, “bürokrat”lara basmış cezayı...
Bu olayların neler olduğunu biraz sonra anlatacağım... Ama onlara geçmeden önce; AK Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ’ın sözlerini aktarmak istiyorum... Malûm; CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Ergenekon dâvâsının “gizli sanık”ları ile yaptığı “gizli görüşme”ler televizyonlara, gazetelere ve internet sitelerine, hem de “görüntülü” olarak yansıyınca, Bekir Bozdağ, önceki gün bir açıklama yapıp demişti ki;
“Her defasında yargının bağımsızlığından bahseden yüksek yargının üyeleri, özellikle Yargıtay Başkanı, HSYK’nın değerli üyeleri, ben şimdi merak ediyorum bu çıkan görüntüler karşısında da bir bildiri yayınlarlar mı, bir açıklama yaparlar mı?
Gördüğüm kadarıyla CHP’nin Sayın Genel Başkanı, milletvekilleri ve partilileri, kimi yüksek yargı görevlileri nezdinde bir dokunulmazlığa haiz.
Onlar ne yaparsa yapsınlar, en ufak bir açıklama yok. Bu dokunulmazlık nereden kaynaklanıyor, onu da merak ediyorum.”
CHP’YE “BİZDEN” Mİ DİYORLAR?
Sorarım size... Bekir Bozdağ, bu “sitem”lerinde haksız mıdır?.. Özellikle Yüksek Yargı, CHP’ye karşı “pozitif ayrımcılık” uygulamakta değil midir?..
Öyle ya;
“Gizli tanık”larla, hele de beraberinde getirdiği ve “içinde 80 milyar lira”nın bulunduğu iddia edilen “siyah çanta” ile “otel lobisi”nde görüşmek, resmen ve alenen “yargıya müdahale”dir!..
Ama, yüksek yargı, kılını bile kıpırdatmıyor!..
Aynı “müdahale”yi eğer AK Parti yapsaydı, acaba başına hangi çoraplar örülürdü?..
Meselâ, Yargıtay Başsavcısı A. Yalçınkaya mikrofonların karşısına geçer, “Medyadaki haberleri ihbar kabul ediyoruz” der ve eklerdi:
“İnceliyoruz!”
Ne gariptir ki; AK Parti’nin attığı her adımı, aldığı her nefesi, ağızdan çıkan her sözü “ihbar” kabul edip “inceleme” başlatan Başsavcı, her nedense, aynı hassasiyeti CHP’ye göstermiyor!..
İhbarlar ya “kulak ardı” ediliyor ya da “sümenaltı!”
Söyleyin Allah aşkına;
Bekir Bozdağ, “CHP’nin yüksek yargı nezdinde bir dokunulmazlığı mı var?” diye sormakta haksız mıdır?..
Bence, yerden-göğe haklıdır...
Çünkü, bu tavrın adı;
“Çifte standart”tır!..
Ya da, CHP’ye “bizden” muamelesidir!..
ERMAN TUNCER’E “GECİKME” CEZASI!
Tabiî, “çifte standart” uygulaması sadece AK Parti ve CHP sözkonusu olduğunda değil, “bürokrat” ve “savcı” sözkonusu olduğunda da görülüyor.
İşte bunun iki örneği...
Efendim, Prof. Dr. Erman Tuncer’i tanırsınız... Hani, “Dünya iyisi bir insan” deriz ya, Erman Tuncer de, öyle birisidir...
Tam bir “gönül adamı”dır!..
Daima “güleryüzlü”dür!..
Kimsenin “hakkına-hukukuna” tecavüz etmez, tam aksine “kendi haklarından feragat” edecek derecede “iyi niyetli”dir!..
Malûm, Erman Tuncer, bundan birkaç yıl öncesinde İstanbul İl Sağlık Müdürü olarak görev yapıyordu...
İşte bu görev esnasında, hangi sebepten olduğunu bilmediğim bir kararla, İl Sağlık Müdürlüğü’nde görevli İlhan Eğilmez adlı şahsın görevine son verir!..
İlhan Eğilmez, “göreve iade edilmesi” talebiyle İdare Mahkemesi’ne gider... Mahkeme; 27 Ekim 2003 tarihi itibariyle “İlhan Eğilmez’in göreve başlatılmasına” karar verir!..
“Göreve başlatma” kararı, İl Sağlık Müdürlüğü’ne 24 Ekim 2003 tarihinde tebliğ edilir.
Ne var ki, şikâyetçi olan İlhan Eğilmez, o sıralar “2 ay raporlu”dur.
Dolayısıyla göreve başlatılamaz...
Mahkemenin kararı; 17 gün sonra, yani 11 Kasım 2003’te “onay” için valiliğe gönderilir..
Valiliğin onayından sonra ise, 3 Aralık 2003’te İlhan Eğilmez göreve başlatılır!..
Sizin de görebileceğiniz gibi;
“Mahkemenin tebligatı” ile “göreve başlatma” arasında geçen süre, “sadece 39 gün”dür!..
Tabiî, şu da var:
“Tebligat” alındıktan sonra, onay için “Valiliğe gönderildiği” zaman dilimi, “sadece 17 gün”dür!..
Ama buna rağmen, İlhan Eğilmez, “mağduriyete uğratıldığı” iddiasıyla 4. Ceza Mahkemesi’nde dâvâ açar!..
Gereği düşünülür...
Mahkeme, Erman Tuncer ile Mehmet Bakar’ın “5’er ay hapis”le cezalandırılmasına ancak “iyi niyet”leri gözönünde bulundurularak, “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına” karar verir!..
Yani, “5 yıl içinde” bir suç işlemezler ise, cezaları düşürülecektir!..
Düşünebiliyor musunuz;
Sırf “mahkemenin tanıdığı 30 günlük süreyi aştıkları” iddiasıyla, 2 değerli bürokrat ceza alırlar!..
Oysa, bu tür işler, “iş yoğunluğu”ndan dolayı ihmal edilebilir, karambole gelebilir!..
Kaldı ki; iddia edildiği gibi bir “gecikme” varsa bile, “sadece 9 gün”dür!..
Ama mahkeme, “süreyi aştın” diyor!..
Basıyor cezayı!..
YARGITAY, KARARI BOZAR AMA!..
Karar “temyiz” edilip, Yargıtay 4. Ceza Dairesi’ne gelir... Daire, “yerel mahkemenin kararının sanıklar aleyhinde bozulmasına” karar verir!..
Bunun üzerine, Erman Tuncer bir “yazılı savunma” verir 4. Asliye Ceza Mahkemesi’ne ve der ki;
“Her şeyden önce mahkeme kararının 30 gün içersinde yerine getirilmeyerek davacının mağduriyetine neden olunduğu iddiası kesinlikle doğru değildir.
Mahkeme kararı yerine getirilmek suretiyle davacı görevine iade edilmiştir.
Henüz 30 gün geçmeden 25. günde davacının görevine iadesi için idari işlem tesis edilmek suretiyle onay için Valilik makamına sunulmuştur.
Davacının göreve iadesine ilişkin mahkeme kararı idareye 24.10.2003 tarihinde intikal etmiş olup, idare tarafından henüz 30 gün geçmeden 25. günde davacının görevine iadesi için idari işlem tesis edilerek onay için 19.11.2003 tarihinde Valilik makamına sunulmuştur.
Valilik makamınca gerekli yasal prosedür sırasıyla yerine getirilmek suretiyle onaylanan idari işlem 01.12.2003 tarihinde İl Sağlık Müdürlüğü kayıtlarına girmiş olup 03.12.2003 tarihinde ise davacı görevine başlatılmıştır.”
Uzatmayalım... Erman Tuncer’in, “25. günde işe başlattık” demesine rağmen, farzedelim ki bir “gecikme” olmuştur!.. “İş yoğunluğu”ndan olmuştur, “Valilik onayının gecikmesi”nden olmuştur, başka sebepten olmuştur...
Buna “tolerans” gösterilemez mi?..
Öyle ya, “iddia” edilen gecikme, nihayetinde “sadece 9 gün”dür!..
İZMİR’DEKİ YARALAMA OLAYI VE...
Şimdi de, “madalyonun öteki yüzü”ne bakalım... Görelim bakalım, “bir başka gecikme olayı”nda Yargıtay nasıl karar vermiş!..
Önce olayı anlatalım:
İzmir’de yaşayan Recep Vuran isimli kişi, İzmir Otogarı’nda uğradığı silahlı saldırıda 7 yerinden yaralanır... Kendisine saldıranın Aşilti Gerilakan isimli kişi olduğunu bildiren Vuran’ın bu ihbarına karşılık sanıklar ele geçirilemeyince dosya “faili meçhul” olarak Adliye’ye gönderilir ve olayda Savcı Durmuş Ali Dursun görevlendirilir!..
Bu sırada karakola gelen ve suçlamayı reddeden Gerilakan, Savcı Dursun’un talimatıyla fotoğrafları çekildikten sonra serbest bırakılır... Çekilen fotoğraflar da Savcı Dursun’un isteğiyle teşhis için olay mağduru Recep Vuran’a gösterilir... Vuran’ın “Fail bu” demesi üzerine Gerilakan’ın ifadesi 5 ay sonra alınabilir... Olayda kullanılan silahın aranması ise 1 ay sonra yapılır ve Savcı Dursun, dosyayı takip için yine 1 ay gecikme ile Başsavcı Vekili Emin Atik’e devreder... Devirden 5 gün sonra da zanlı Gerilakan “adam öldürmeye teşebbüs”ten tutuklanır ve hakkında dâvâ açılır...
SAVCI BEY’İN İŞİ ÇOKMUŞ!
Olaydaki gecikmeler üzerine Savcı Dursun hakkında Karşıyaka 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan kovuşturmada soruşturmaya gerek görülmeyince, Adalet Bakanlığı, bu kararı bozulması için Yargıtay’a getirir...
Yargıtay’ın 4’üncü Ceza Dairesi, bakanlığı haklı bulur...
Dosyayı alan Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi, Savcı Dursun’un “görevde yetkiyi kötüye kullanma” suçundan yargılanması gerektiğine karar vererek; dosyayı, savcının yargılama yeri olduğu için Yargıtay 4’üncü Ceza Dairesi’ne gönderir... Ancak yargılama sonunda 4’üncü Ceza Dairesi, savcı Dursun’un beraatına karar verir!..
Beraatın gerekçesinde denilir ki;
“İşlemlerde gecikme olduğu anlaşılmakta ise de araya adli tatil girmesi, sanığın adli tatilde nöbet tutmasının yanı sıra tayini çıkan savcının (başka bir savcı) bakmakta olduğu dosyalara bakmakla görevlendirildiği, adli tatil bitiminde ise yıllık iznini kullandığı; sanığın bu süreçte mevcutlular ve tutuklular dışında evraka bakma olanağı bulunmadığına dair savunması samimi değerlendirilmiştir.”
BU KARARLARIN HANGİSİ ADİL?
Görüyorsunuz değil mi;
Savcı Bey, ifade almayı “5 ay”, silah arama kararını ise “6 ay” geciktirmiştir ama, Yargıtay, “savcının iş yoğunluğu”nu gerekçe gösterip, “beraat”ına karar verir!..
Dahası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu da, geçen hafta yaptığı duruşma sonrasında “beraat” kararını onaylar!..
Peki, sormaz mısınız şimdi;
“9 günlük gecikme” mi daha büyük suçtur, “5-6 aylık gecikme” mi?..
“9 gün gecikti” diye Erman Tuncer’i cezalandıran yargı, gördüğünüz gibi “5-6 aylık gecikme”ye, “Olur böyle vak’alar” diyor!..
“Savcı”ya gelince “gerekçe üstüne gerekçe” bulunuyor ama, Erman Tuncer’e gelince, gözünün yaşına bakmayıp, basıyorlar cezayı!..
Sormaz mıyım ben şimdi;
Bu kararların “adalet” neresinde, “hukuk” neresinde, “tarafsızlık” neresinde!..
Gel de, Bekir Bozdağ’a hak verme!..
Bazılarının “dokunulmazlığı” mı var acaba?..
================
Kardeşlik Sınır Tanımaz
Öncelikle, bana böylesine “onurlu bir görev” tevdi edildiği için son derece mutluyum... Son “5 yıl”dır, “Kardeşlik Sınır Tanımaz” diyerek, “Balkan ülkeleri”ne “Bereket konvoyları” gönderen Bayrampaşa Belediye Başkanı Hüseyin Bürge, yaptığı bu işe “kurumsal bir kimlik” kazandırmayı düşünmüş olmalı ki; “Kardeşlik Sınır Tanımaz Kültür ve Dayanışma Derneği”nin kurulmasına öncülük etmiş...
Tabiî, bu işe “emek ve gönül verenleri” de aynı çatı altında toplamış... Benim de içlerinde bulunduğum 50 civarındaki insan, derneğin “Kurucular Kurulu Üyeliği”ni yürütecek.
Önceki akşam birçokları ile beraber olduğumuz arkadaşlara, “Hayırlı olsun... Allah utandırmasın” diyor, böyle hayırlı bir işe önayak oldukları için de Bayrampaşa Belediye Başkanı Hüseyin Bürge’yi ve AK Parti İlçe Başkanı Cemil Yıldız’ı can-ı gönülden tebrik ediyorum...
Sadece “Balkan ülkeleri”nde değil, bu dernek, öyle inanıyorum ki; Ortadoğu, Kafkaslar, Afrika ve hatta Uzakdoğu’da da “kardeşliğin sınır tanımadığını” inşaallah gösterecek, oralarda da “sosyal, kültürel ve insani organizasyonlar” gerçekleştirecektir.
Böyle bir derneğin “kurucu üyesi” olduğum için son derece mutlu ve gururluyum... Katkıda bulunan ve bulunacak olan herkesi yürekten kutluyorum... İnşaallah, “hayırlara vesile” oluruz...