İsveç parlamentosu ve Türkiye kökenli vekiller
ABD'den sonra İsveç parlamentosu da soykırım tasarısını kabul etti. Bir oyla kabul edilen tasarıya mecliste bulunan Türkiye kökenli milletvekillerinin de katkıda bulunması ilginçti.
Önümüzdeki yıllarda bu milletvekillerinin desteği soykırımı iddiasının inandırıcılığı yönünden çok konuşulacaktır. Çünkü İsveç kökenli olanların tercihlerini bir şekilde bertaraf etmek mümkün, ama Türkiye kökenli olanlar için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Kendi vatandaşını soykırım olmadığına ikna edememiş bir ülke başkalarını ikna edemez.
Bilindiği gibi İsveç Parlamentosunda ikisi Süryani dört Türkiye kökenli milletvekili var. Süryani kökenli olanları anlamak mümkün. Din faktörü her zaman etnik faktörlerden daha belirleyici bir unsur olmuştur. Edirne’nin, İstanbul’un işgalinde Hıristiyan kökenli vatandaşlarımızın işgalcileri nasıl alkışlarla karşıladıkları hatırlardadır.
Ama diğer iki milletvekili Hıristiyan değil. Biri Vanlı Gülan Avcı, PKK çizgisinde hareket eden bir siyasetçi, öteki ise oylamaya katılmayarak dolaylı destek olan Mehmet Kaplan. Bir PKK sempatizanından Türkiye’nin milli menfaatleri adına bir şey bekleyemezsiniz. PKK onun bunun kucağında büyüyen bir örgüt. Mensuplarının çoğu da kucaktan kucağa dolaşmaya alışmış, bunu yüksek siyaset sanan ahmaklardan oluşuyor. Ama Mehmet Kaplan’ın durumu farklı. Kaplan daha mutedil, milli hassasiyetlere daha yakın bir çizgide duran bir isim. Onun bile oylamaya katılmayarak bu çirkin oyuna destek olması düşündürücüdür.
Burada asıl düşünmesi gerekenler dışarıdaki Türk örgütlerinin içini boşaltanlardır.
Bir zamanlar Avrupa’nın en etkin örgütleri RP-SP çizgisindeki Milli görüş ile MHP çizgisine yakın Türk Federasyonu idi. Yüzlerce teşkilatı bulunan bu örgütlerin, bugüne kadar partilerine para toplama ve derneklerde küçük siyaset yapmanın ötesinde fazla bir şey yapmadıkları anlaşılıyor. Avrupa ülkelerindeki seçimlerde yüz binlerce Türk oy kullanıyor, onlarca Türk kökenli Avrupa vatandaşı aday oluyor. Yaygın ve etkin olmakla övünen bu örgütlere rağmen seçilenlerin çoğu Sol’a yakın, Türkiye ve Türk milleti ile problemli tipler arasından seçiliyor. Demek ki bu örgütler partilerin basit bir uzantısı olmak, arada bir gece tertipleyip slogan atmanın ötesinde Avrupa siyasetinde çok fazla etkin olamıyolarr. Hadi İsveç’te kalabalık bir Süryani cemaati ile, kalabalık bir PKK tabanı olduğunu kabul edelim. Peki ya öteki ülkeler? Diğerlerinde de durum pek farklı değil. Bunun böyle olmasının bir sebebi de 12 Eylül yönetiminin Avrupa’daki Türk derneklerini eritmek için Diyanetin öncülüğünde kurduğu DİTİP’tir. Bu örgütle birlikte Avrupa’daki teşkilatların etkinliği, ağırlığı azaltılmış, siyasi bir güç olma imkanları dumura uğratılmıştır. Daha doğrusu Türkiye’nin menfaatlerinden yana oy kullanacak cami cemaati Türk federasyonu ile Milli Görüş'ten koparılarak siyasetten tecerrüt edilmiş, siyasi bilinçten mahrum bu kitlelerin blok halinde oy kullanmaları engellenmiş, siyasi tercihleri farklılaştırılmıştır. Diyanetin siyasetten soyutlama, parti uzantısı teşkilatların partizan yapma gayretleri kitlelerin savrulmasına yol açmış, PKK ve Marksist çizgiyi temsil eden adayların aradan sıyrılmasına sebep olmuştur.. Çünkü Diyanet yoluyla operasyon sadece bu teşkilatların tabanına yapılmış, öteki Sol-PKK örgütleri yapılarını aynen koruyarak Avrupa siyasetinde etkin bir noktaya gelmişlerdir. Bu milletvekillerinin tavrı Avrupa’daki Türk potansiyeli üzerinden yeniden kafa yorulması gerektiğini ortaya koyuyor. Sessiz çoğunluğu bir Lobi gibi harekete geçiremeyen bir Ülke başkalarının yaptığından da şikayet edemez. O milletvekillerinin tavrından çok onları seçen zeminin üzerinde düşünmeliyiz.