Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Şehitlerimiz

Şehitlerimiz

Beykent Üniversitesi Final Sınavları sırasında tarih öğretmeni öyle bir soru soruyor ki; öğrencilerden bazıları kahkahalarla gülüyor...
Bazıları fena halde şaşırıyor...
Diğer bazıları ise derinden etkilenip inciniyorlar...
Bazı öğrencilerin ruhunu inciten soru şu:
“Çanakkale Savaşı’nda birçok yaralı askerimiz için 10 bin tane yatak satın alınmıştır. Bu yataklar hangi yerden temin edilmiştir?
a) Yataş;
b) İstikbal;
c) Bellona;
d) Hiçbiri…
Bir tarih öğretmeninin, şehitlerle alay edildiği izlenimi veren böyle bir soru sormaması gerekiyor; çünkü:
a) Şehitler incinir;
b) Şehit aileleri incinir;
c) Şehitlik kavramı incinir;
d) Sorunun tarihle ilgisi yoktur.
Düşünün ki sevgili dostlarım, bu ülke hâlâ şehit veriyor…
Her şehidimizin arkasından yürekler yanıyor…
Bu durumdaki bir ülkenin öğretmeni, şehitleri mizah malzemesi yaparak aşağılamak şöyle dursun, onları yüceltmek durumundadır...
Hele de Çanakkale şehitleri söz konusu ise…
“Çanakkale” denince, bu ülkede yaşayan her insanın yüreği tökezler…
Çünkü her evden birkaç şehit vardır.
Benim iki dedem (Anne ve baba tarafından) de Çanakkale şehididir…
Şehitlik kutsaldır…
Şehitlerimiz bu topraklarımızı “vatan” yapan değerlerimizdir…
Şehitlerimiz vatanımızın manevi tapularıdır.
Çünkü…
“Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır /
Toprak eğer uğruna ölen varsa vatandır.”
Şehitliğin gerçek mahiyetini İstiklâl Marşı’mızda buluyoruz…
“Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.”
Bu vatan, bu bayrak, bu ezan için şehit olmanın ne anlama geldiğini, yine Âkif’in “Çanakkale Şehitleri”nde buluyoruz…
“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.”
Anladınız mı şimdi Hocam? Siz farklı değerlendirebilirsiniz, ama biz şehitliği böyle görüyoruz… Hangi amaçla olursa olsun, bu duygularımızın incitilmesine katlanamıyoruz.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi