İmdada Koşmak
Bu gün Amerika, İngiltere, İsrail ve onların dümen suyunda giden bazı Hıristiyan ülkeleri, müslümanların ülkelerine saldırıyorlar. Memleketlerini işgal ediyor, mallarını yağmalıyor, izzetli insanlarını zelil ediyorlar. Kimisini öldürüyor, kimisini zindanlara atıyorlar. Zindanlarda yaşanılanlar ise ölümden beter.
Dünyaya medeniyet ve demokrasi götürme iddiasında olanların emrindeki kimi hayvanlar, genç kızların, taze gelinlerin, hatta yaşlı kadınların iffetlerine saldırıyor, ırzlarına geçiyor, namuslarını kirletiyorlar.
İzmir’de yapılan bir toplantıda Iraklı kadının birisi şöyle anlatmıştı:
“Aynı odada bana ve kocama tecavüz ettiler. Daha sonra bizi bıraktılar. Ama biz evde birbirimize bakamıyor, birbirimizle utancımızdan konuşamıyoruz.”
Ebu Gureyb hapishanesinden dünyaya yayılan fotoğraflar ne kadar acı ve utanç vericiydi…
Bu gün İsrail’in zindanlarında ve Guantanama’da ve sair yerlerde yaşananlar çok farklı değil. Irak hapishanelerine hala kimse girip de neler olduğuna bakamıyor.
Dün Bosna’da yaşananlar, evvelki gün topyekun işgal edilen İslam yurtlarında yaşananlar, çok farklı değil. Tek dişi kalmış canavar, onunla da insanlığı parçalamaya devam ediyor.
Kendisi her çeşit silahı yapıyor.
Ama “İran nükleer silah-bomba yapıyor” diye yeri göğü inletiyor.
-Bu silahı sen yaptın mı?
-Evet! -Rusya, çin, Hindistan, Fransa, İngiltere, İsrail yaptı mı? -Evet!
-Peki siz yapıyorsunuz da, İran niye yapamaz? -çünkü o Müslüman!
Birinci dünya savaşında bir kere siyaseten mağlup olmuşuz ve elimizi kolumuzu bağlamışlar.
Her ayağa kalkmaya çalıştığımızda bazen kendileri, bazen yerli işbirlikçileri tarafından meydan dayağına çekiliyoruz. Her defasında evire çevire dövüyorlar bizi ailemizin ve çocuklarımızın yanında.
Bazılarımız, “dayak yemenin alemi yok, teslim olalım” diyorlar.
Hayır!
Müslüman bu zillete katlanamaz, katlanmamalı.
Buna hakkı yok.
Ayağa kalkmalıyız ne pahasına olursa olsun ve eski ihtişamımızı yakalamalı, hatta daha fazlasını yeniden kazanmalıyız.
Bir zamanlar Osmanlı vardı ve kafirlerden biri uzaklardaki bir müslümana sataşacak olsa “otur oturduğun yerde, gelirsem kırarım bacaklarını” diyordu ve kafir kıçının üstüne oturup kalıyordu.
Ne sayesinde?
Elbette güç sayesinde…
Birisi buna bazı değerlendirmelerle karışık olarak bir misal getirmiş: “Dünyada öyle bir devlet olmalı ki, kaşını çattığı veya az öfkelendiği zaman, başkaları hizaya gelmeli ve hadlerini bilmelidirler. İşte böyle büyük bir caydırıcı gücü sürekli elde tutmak, mazlumun, mağdurun imdadına koşmak ve ihkak-ı hak etmek için mutlak lazımdır. Bu da, o büyük güç ve aktivitenin yer yer bizzat gösterilmesiyle kolaylaşacak ve mümkün olacaktır. Ve geçmişte de öyle olmuştur.
Biz, dünya muvazenesinde bize düşen vazifeyi temsil ettiğimiz günlerde, batılılar zulmen Hindistan’ı işgale yeltendiğinde: “Donanma-yı Hümâyûn, şimdi Hind Denizine açılıyor.” dediğimizde, tıpkı çapulcular gibi hemen kaçıyorlardı.
Evet, o dönemde, dünya muvazenesinde bu kadar ağırlığımız vardı. Vardı ve Fransa’dan Hindistan’a kadar koskocaman bir dünyada, o müthiş hakemlik konumumuzla mazlumlar, mağdurlar bize koşuyor ve hak istirdadını, ihkak-ı hakkı bizim kapımızda arıyorlardı.
Evet, İslâm’da, mazlumun, mağdurun, mahkumun, sahipsizin ve garibin imdadına koşmak için harp, meşru kılınmıştır. Zaten mü'minler imdada koşmazlarsa başka kim koşacak?
Allah (cc) bizi yeryüzünde ihkâk-ı hâkla vazifelendirmiştir. O noktayı tutmayı varlığımızın gayesi bilmeli ve elde etmeye çalışmalıyız. Yoksa zulümler devam edecektir.” (M. F. Gülen, Sonsuz Nur. 2/ 4 -5.)
Ve bu günlerde özellikle Filistin acı içinde. Açılan kampanyaları desteklemek gerek. Bizi imdada çağıranlara koşmak gerek.