Takdim!..
-Evet, sevgili gönül dostları; ne iyi ettiniz de geldiniz, sağlıklar, safalıklar getirdiniz. Gelişinizle ihya ettiniz bizleri, ne kadar özlemiştik bizler sizleri, diyerek yeni bir yılda yeni bir ayın yeni bir haftasında ve yeni bir günün içindeki saatlerden birinde sizlerle yeniden baş başa, gönül gönüle, diz dize ve göz göze gelmenin onuru içindeyiz. Efendim, hoş geldiniz, safalar getirdiniz...
Evet, sizler alkışlarken sizlerden aldığım güç ve cesaretle yeni bir "Aşk olsun" programında daha sizlerle birlikte olmanın verdiği heyecanla dopdolu olarak, az sonra sizlere sunacağımız birbirinden içli ve güzel nağmelerle dolu programımızı tanıtmak üzere sözü bir an önce müziğe terketmek gerektiği bilinci içindeyim. Evet can dostlarım, müzik az sonra gürül gürül akacak; çağlayanlardan kopup dökülen bir muhabbet seli gibi bizleri gönüllerimizden yakalayarak o bilinmeyen sevgi ummanına doğru sürükleyip götürürken her birimiz kim bilir, birbirinden güzel ve yanık Anadolu türkülerimizin bağrımızda, içimizde bir yerlerde dağladığı yerin sızısını, kestiği yerin acısını en derinden derine duyumsayarak savrulup gideceğiz, kim bilir tâ nerelere?.. İşte siz gönül dostlarından aldığım enerji ve güç şahlanışıyla birkaç dakikanızı daha alarak sözü hemen müziğe getirmek istiyorum sevgili canlar. Müzik... Hele hele halk müziği ve türkülerimiz deyince hemen aklımıza ılgıt ılgıt yelleri esende bir Anadolu yaylası, şırıl şırıl akanda bir dere ki tertemiz, kenarında oynaşan yeşil başlı sunalar, ördekler derken yüzlerce metre yüksekte kim bilir hangi gurbetten yeni bir gurbete doğru âşıklar gibi çığrışa çığrışa pervaz eden turnalar gelir. Dere boyunda bir dertli çoban, kepeneğinin koynundan çıkardığı dilli düdüğü ıslatır ve sürünün en aksi, en yaramaz, en delişmen, en aykırı koyununa gönül nağmeleriyle aşk ile bir arzuhal yazmaya başlar. Fakat o da ne? Ilgıt ılgıt esen seher yelleri, şerha şerha yarılmış bereketli topraklar üzerinde mertliğin, insanlığın ve yiğitliğin gür sesini derleyerek esip geçerken, bakınız ne tesadüf, oradan geçmekte olan köyün en güzel kızı Nazlı'nın yanağında bir bahar dalı gibi titreşmekte olan kakülünün zülfünü incitmeyivermez ki? Hey çoban, garip çoban, yetim çoban; neyine gerek senin köyün en güzel kızı ve ağanın biricik evladı Nazlı'nın kem gözlerden bile esirgenmiş gül yaprağından narin kulacığına yiğit mi yiğit, mert mi mert bir sevda türküsünün notalarını haykırmak tam bir ercesine...
Değerli canlar, farkındayım, sözü biraz uzatıyorum ama sizlerin beni hoşgöreceğinizi bilmesem, bu cesareti inanınız ki bulamazdım; sizler, biz sanatçılara can veren, kan veren, yaşama sevinci veren yüce dağlar gibi dik ve bir orman gibi gümrah türkülerimizin ta kaynağından coşup gelmiş gümbür gümbür bir pınar suyu gibi bağrımızı ferahlatmaktasınız; birkaç dakikanın sözü mü olur dediğinizi duyar gibiyim. Sağolun, varolun aziz gönül dostlarımız. Sizler gibi ben de, programımızın şeref misafiri değerli sanatçı, bağlama üstadı, büyük yorumcu Erdal Erzincan ve onun sevgili eşi, değerli kardeşim Mercan Erzincan Hanımefendi'yi sizlere takdim etmek için sabırsızlanıyorum. Bu arada sizlerden aldığım güç ve cesaretle birkaç kelime daha etmeye geçmeden önce kendilerine hoş geldiniz demek istiyorum yoğun ve içten alkışlarınızla, hoş geldiniz efendim...
-Hoşbulduk Zafer Bey!
-Evet, görüyorsunuz işte; Anadolu bu, mertlik, yiğitlik bu sevgili canlar... Ne büyük bir tevazu, ne alçakyürekli bir sanatçı duruşu... Anadolu böyledir işte dostlar. Düşmana karşı aşılmaz sıradağlar gibi dik ve heybetli durmasını bilirken sevdiğine saydığına da tertemiz gönlünü, yeşil yayla çimenlerince halı gibi yere sermesini de bilir. Ne büyük bir erdemdir Anadolu'da gizli olan güzellikler; görmesini bilene, duymasını bilene ne mutludur dostlar. Bu arada Mercan kardeşime de hoş geldiniz diyorum,
-Hoşbulduk Zafer abi!
-Evet, duyuyorsunuz işte sevgili dostlar; ne büyük tevazu; büyürken küçülmesini bilmek bu. Aynen türkülerimiz gibi. Ne diyor şair, "Hasmın karıncaysa merdane takın". Anlamasını bilene ne büyük bir öğüt değil mi efendim? Evet sevgili canlar, işte programımıza da geçiyoruz birazdan. Sizleri biraz daha bekletmek ve o muazzam sabrınızdan birkaç dakika daha lutfetmenizi dilemek istiyorum. "Aşk olsun" programımız henüz küçük bir bebek. TRT Müzik televizyonumuz gibi o da henüz bir yaşını doldurmak bir yana, ilk günlerini emeklemekte fakat bu topraklarda türkülerin, türkü çığıran temiz ve yüksek yüreklerin tarihi onbinlerce yıllara dayanıyor ve bizler, türkü dostları, halkın dostları olarak işte bu onbinlerce yıllık birikimden almış olduğumuz ilham ve heyecanla sizlere bir kere daha hoş geldiniz derken sanatçılarımız için büyük bir alkış daha rica ediyorum sizlerden. Ne kadar büyüksünüz, ne kadar yücesiniz, bizleri şımartıyorsunuz sevginizle, ah keşke lâyık olabilsek değil mi efendim?.. Alkışlayan elleriniz dert görmesin dostlar. Yüreğinize, gönlünüze sağlık. Sizler bizleri takdir ettikçe bizler sizler için türkü söylemeye, melodi üretmeye devam edeceğiz efendim. Yeter ki siz isteyiniz; bizler sizlere hizmet etmekten onur duyacağız diyorum ve diyorum ki işte saz arkadaşlarımız; her biri değerli bir hazinenin tek taş mücevherleri gibi birbirinden değerli pırlantalar. Hangi birini ismen sizlere takdim edeceğimi bilemiyorum ama ne gam; sizler bizleri tanırsınız değil mi dostlar? Evet, saz arkadaşlarım ve stüdyo çalışanlarım için de bir alkış daha istiyorum gönül hazinenizden. Alkışlayan elleriniz dert görmesin değerli dostlar. Buyrunuz Erdal Bey, bir şey mi söyleyecektiniz bu arada?
-Fss fıss ..... ?
-Elbette, ne demek efendim; siz dönünceye kadar ben de takdimimi bitirmiş olurum inşallah zaten. Kulisten çıkınca soldan ikinci kapı oluyor... Efendim Erdal Bey'in bağlamasının orta teli akort atmış galiba; kuliste yeniden akort yapıp dönecek; bu arada ben ilk türkümüzü size tanıtmak istiyorum gönül dostlarım. Bir Erzurum türküsü bu; yiğidin harman olduğu yerden, Dadaşlar diyarından, Palandökenlerden, Allahüekber dağlarından, Posof'tan, Hasankale'den kopup gelen bir çığlık bu. Soruyorum sizlere sevgili canlar, bir arslanın kükremesi, bir şimşeğin çakması, bir gök gürültüsünün patlaması nasıl olur da bir türküye sığdırılabilir? Sığmış işte... İnanılmaz bir eser, inanılmaz bir yorum: "Acem ölkesinde eyleştim galdım". Bu arada Erdal kardeşim de yerini almış bulunuyor; kolay buldun değil mi Erdalcığım, kulisten çıkınca solda ikinci kapı. Tamam. Evet, işte saz, işte söz, işte muhteşem bir seyirci topluluğu olarak sizler ve değerli sanatçımız... Bu türküler, bizim türkülerimiz, koca bir kayadan sızan su gibi berrak, tertemiz türkülerimiz olmasaydı gönül dostlarım, ne olurdu halimiz? Anadolu insanının suskun gönlü, olgun başaklar gibi ağırbaşlılığından ötürü toprağa doğru eğilmiş başına mukabil yüreğinin ta derinliklerinde kopan fırtınaların harlandırdığı gönül ateşlerinin kıvımcımlarıdır bu gelen. Bir yanardağın yeryüzüne olanca haşmetiyle fışkırmasıdır. Halktır o, gelenektir buram buram. Yayla zamanında yücelere göz dikmiş bir kervandır. Aşktır ılgıt ılgıt esende bozkırın yalınlığında yalım yalım yalazlanan Yunusların, Hacı Bektaşların öğüdü, Dadaloğlu'nun bükülmez bileğidir. Haydi hep birlikte son-bir-kii-üççç. Erdalcığım, lütfen, bitti vallahi bitti; türküye geçiyoruz Erdalcığım; söz, bir daha ağzımı açarsam ne olayım; vallahi doğrudan ikinci türküye geçeceğiz buradan. Kurbanın oluyum Erdal, beni madara etme. Tamam, programdan sonra Kaburgacıya götüreceğim seni. Yönetmen arkadaşıma sesleniyorum, bu kısmı çıkaralım bant kaydından. Dadaloğlu'nun bükülmez bileğinden kesip türküye bağlıyoruz. Sonn-kii-üç., dörrt... [email protected]