Özgüven
Hafta sonunu önce Kahramanmaraş'ta, sonra İzmir'de geçirdim. Birer gün arayla iki farklı dünyayı görmek, karşılaştırmalı bir açı veriyor.
Kahramanmaraş'ın kendine özgü bir kimliği ve kişiliği var. Köklü bir kültür ve terbiye nesilden nesile aksamadan aktarılıyor. Kendini adeta yoktan var etmiş, istiklâlini bile kendisi kazanmış bir şehir. Maraşlının ayaklanıp, Fransız'ı kovduktan sonra "şimdi diğer şehirleri kurtaralım" diye çevrelerine bakmaları gibi, Türkiye'nin geri kalanına karşı sorumluluk taşıyorlar. Yaşadıkları çemberin dışında olup biten her şeye ilgililer.
İzmir ise "kosmos"un şehri. Batıya açık, rengarenk bir kültür soluduğunuz havada hissediliyor. Her fert için hayat bu rengarenk kültürün içinde özerklik ve estetik bir boyut kazanmış. Farklılıkları bir arada yaşatma becerisi olmadan bu estetiği sürdürmek imkânsız. İzmir, çok kültürlü yapısını bir kimlik olarak edinmiş; bir kale gibi savunuyor. Maraş'ın Maraş olarak kalması İzmir'de mümkün; İzmir'in Maraş'a saygı göstermeden o renkli toplumsal mimari ile bireysel hayatlara garantiler sunması imkânsız.
İhtiyaç duyduğumuz şey ise özgüven.
Uzun silahlı vesayet döneminin kötü bir tortusu veya kalıntısı var. Büyük bir özgüven erozyonuna uğramışız. "Her tarafımız düşmanla çevrili; sizi sadece ben korurum" diyordu, elinde silah olanlar. Biz çevremize bakıp bir şey göremeyince, sinsi düşmanlardan ve komplolardan bahsediyorlardı. Dünyada herkes gizli mahfillerde oturmuş bizi yok etmek için planlar yapıyordu. Ne komplolar tezgâhlanıyordu. ABD, düşmanımızdı. Avrupa düşmanımızdı. Çevremizdeki her ülke düşmanımızdı. Bu kadar düşmanla baş edebilmek için koruyucularımızın hukuka aldırmadan ülkemizi savunmaları, arada bir bizden zayiat vermeleri gerekiyordu. Biz de her şeyi bu komplolarla açıklamaya mecburduk.
Silahlı vesayetin kalkması, bu kör edebiyatın sonunu getirmedi. Komploculuk, her şeyi açıklayan, böylece hiçbir şeyi açıklamayan kolaycı çözümlemeler sunuyor ve kolay vazgeçilmiyor. Alışkanlıklar değişmiyor. Ergenekon soruşturması, dün bizi yok etmeye çalışanların bir planı oluveriyor. Demokratik açılım, çok uzak yerlerde planlanıp önümüze ev ödevi olarak konuyor. Dünkü düşmanlarımızın hesapları değiştiği için bir hamlede şiddet sona eriyor. Bizim irademiz, kararımız ve cesaretimiz hiçbir işe yaramıyor. Aslında tam tersi doğru.
Türkiye uzunca bir süredir, iğne oyası gibi işlediği bir diplomasinin meyvelerini topluyor. Akla, gerçeklere, hesaba-kitaba dayanan bu diplomasi, Türkiye'yi bölgenin anahtarı haline getirdi. Barış ve güvenlik arayan herkes bu anahtarın açtığı kapılardan geçmek ve yoluna devam etmek zorunda. Ergenekon davası, 28 Nisan 2007'de, bir gün önceki e-muhtırayı olduğu gibi sahibine iade eden bir demokratik iradenin himayesinde ilerledi. Kâğıttan kaplan, bu dik duruşla çöktü. Türkiye'nin peş peşe gelen açılımları demokratik siyasetin ürettiği aklın ve ferasetin eseri. Cesaretle hükmünü icra eden bir akıl devrede.
Bu ülkede olup bitenlere biz karar veriyoruz. Yanlışları biz yapıyor, dersler çıkartıyor ve doğruları biz geliştiriyoruz. Bu ülkenin sahibi de efendisi de biziz. Bizim ülkemizde kimse komplo tezgâhlayamaz. Kimse bizim aklımızı ve irademizi yok sayan planları uygulayamaz. Bizi güçlü kılan, ayağımıza dolanan sorunları kendi irademizle çözmemiz. 70 milyonun birlikte yaşama iradesi, kendi sorunlarımızın üstesinden gelme yeteneğini geliştiriyor. Açılımları yapabilmek, başkalarının komplolarına geçit vermemek demek.
Kahramanmaraş'ta da, İzmir'de de bu özgüven var. Farklı olana saygı ile bakmak ve anlamak bu özgüvenin işareti. Sadece bizim kararımızın, bizim tercihimizin egemen olduğu bir ülkede yaşama arzusu, yani demokratik irademiz bu özgüvenin göstergesi. Özgüven, hızlanan bir sorun çözme yeteneği devreye sokuyor. Komplolarla, taktik hamlelerle avantaj kazanmaya çalışanların kaybetmeye mahkûm olduğu yeni bir oyun düzeni ortaya çıkıyor. Anayasa paketi dahil, bütün siyasî hesapları halkın bu gelişen özgüvenini merkeze alarak tartıya çıkartmak gerekiyor.