70 milyonun ağzına “beton” dökün ki, “Allah” diy
çok bilinen bir hikâye olmasına rağmen, tam yerine rast geldiği için yeniden yayınlamakta herhalde bir sakınca olmaz... Hikâye dediğim; "kurt ile kuzu"nun hikâyesi... Malûm, "kurt"un biri dereden su içerken, uzaktan "minik bir kuzu" gelmiş yanına... Tam su içmeye eğilmiş ki; kurt, "suyumu bulandırıyorsun" demiş... Minik kuzu, yumuşak bir sesle; "Ama kurt amca; sen yukarıdasın, ben aşağıdayım, suyunu nasıl bulandırabilirim ki?.." demiş...
Kurt, "kuzu haklı" demiş;
"Onu yemek için bir başka sebep bulmalıyım"...
Derken, aklına gelmiş;
"Ama geçen yıl, işte şuradaydın ve suyumu bulandırmıştın!"... Kuzu, "imkânsız" demiş; "Burada olmam imkânsız... çünkü geçen yıl, ben henüz doğmamıştım bile!"...
Kurt, "eyvah" demiş; "baltayı yine taşa vurduk... En iyisi mi, daha inandırıcı bir sebep bulayım!"...
Bulmuş da... "Tamam, şimdi hatırladım" demiş; "Geçen yıl suyumu bulandıran senin annendi!.. Ha sen, ha senin annen!.. Ne farkeder ki?.. Boşuna çabalama?.. Ayağıma kadar gelmişken, hiç bırakır mıyım seni?.. Yaklaş yanıma!.. Şurada, hiç kimse yokken, bir güzel parçalayıp yiyeyim seni!"
Dedim ya, tam yerine rast geldi, ben de bu hikâyeyi anlattım... Zira, "günün mânâ ve ehemmiyeti"ne en uygun hikâye bu!..
Görüyorsunuz ya;
Kurt, "kuzuyu yemeyi" kafasına koymuşsa, "bahane üstüne bahane" uyduruyor!..
Kuzunun "suyun aşağısında" bulunmasının, dolayısıyla suyu bulandırmasının imkânsız olmasının hiç önemi yok!..
"Geçen yıl henüz doğmamış olması"nın da hiçbir önemi yok!..
"Kuzuyu yemeyi" kafasına koymuş ya, "anne"sini bahane gösteriyor!..
O da olmasaydı;
Herhalde "başka bahaneler" bulurdu!..
TBMM’DE OLMAYAN KUR’AN KURSU!
İşte bu hikâye, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın AK Parti hakkında açtığı "kapatma dâvâsı"nda kaleme aldığı "iddianame" ile birebir örtüşüyor!..
Dikkat ettiyseniz; Başsavcı'nın iddialarında "somut olaylar"dan ziyade, "medya haberleri"ne dayalı, yalanlanmış "soyut iddialar" var!..
Hem de, "olmayan şeyler"le ilgili iddia!..
Alın size, muhabirimiz Kenan Kıran'ın ortaya çıkardığı çarpıcı bir örnek...
Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya, hazırladığı iddianamede, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) mescidinde Kur’an Kursu açıldığını öne sürmüş!..
İddianamenin 57. sayfasında, “Bülent Arınç’ın başkanlığını yaptığı TBMM’nin mescidinde Kur'an Kursu açıldığının yazılı basında yer aldığı” belirtiliyor.
Söz konusu iddia, Meclis Eski Başkanı Bülent Arınç’ın, laikliğe aykırı 5. eylemi olarak gösterilmiş.
Gelin, görün ki; TBMM mescidinde Kur’an Kursu açıldığına yönelik kartel gazetelerinde yer alan haber, hem dönemin Meclis Başkanı Bülent Arınç, hem de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yalanlanmıştı.
Bülent Arınç, 3 Temmuz 2005 tarihinde, CHP Denizli Milletvekili Mehmet U. Neşşar’ın, “TBMM kampüsünde yer alan Cami’de Kur’an Kursu açıldığına” ilişkin soru önergesini cevaplandırmış ve
“Yaz Kur’an Kursu açma yetki ve görevi Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait olup, TBMM Başkanlığı’nın yaz Kur’an kursu açması söz konusu değildir. Şu anda TBMM kampüsünde Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açılmış bir yaz Kur’an Kursu yoktur” demişti.
Ama, Başsavcı ne demiş;
"Başkanlığını yaptığı TBMM'nin, mescidinde Kur'an Kursu açıldığının yazılı basında yer aldığı..." (Ek, 60)
Tamam, "yazılı basın"da yer almış... üstelik, CHP'li milletvekili tarafından "soru önergesi" de verilmiş!..
İyi, hoş da;
Bu iddiaların "asılsız" oluğu da açıklanmış birader!..
Bu, "ne saçma suçlama"dır ki; "gazete kupürleri" delil olarak kabul edilmiş ama "Arınç'ın cevabı"na hiç yer verilmemiş!..
Bence, "sadece bu sebeple" bile, bu iddianame "yok hükmünde" sayılıp, hemen çöpe atılmalıdır!..
SöYLENMEMİŞ SöZ DE İDDİANAMEDE!
Buyrun, bir örnek daha... Haklarında "siyaset yasağı" istenen "71 kişi" arasında ismi geçen Konya'nın Seydişehir İlçesi Belediye Başkanı İbrahim Halıcı'nın "söylemediği sözler" de iddianamede yer almış!..
Nasıl mı?.. Bakın, iddianame aynen şöyle:
"Konya'nın Seydişehir ilçesinde, 18 Mart çanakkale Şehitleri'ni Anma Günü nedeniyle düzenlenen şiir ve müzik yarışmasında birinci olan İmam Hatip Lisesi öğrencilerine ödüllerinin verilmesi için okul bahçesinde düzenlenen törende konuşma yapan AK Partili Belediye Başkanı İbrahim Halıcı'nın, "Ben de bu okulda okudum. O dönem okul çok kalabalıktı, şimdi azalmış, inşallah bütün okullar İmam Hatip olacak" dediği, (Ek. 145)
Peki, Başkan Halıcı bu sözleri söylemiş mi?..
Söylememişse, Başsavcı nereden duymuş veya nereden okumuş bu sözleri?..
çünkü, söz konusu törenle ilgili haber, 31 Mart Toroslar Gazetesi'nde yayınlanmış!..
"Haberin asıl metni" ise şöyle:
"İHL öğrencilerine Başkandan hediye..
18 Mart çanakkale zaferini muhteşem şekilde hazırlayan Seydişehir İmam Hatip Lisesi öğretmen ve öğrencilerini, Seydişehir Belediye Başkanı İbrahim Halıcı kutladı.
Seydişehir İmam Hatip Lisesi'nde törenle öğrencilere kol saati hediye eden Başkan Halıcı: "Düzenledikleri etkinlikten dolayı çok mutlu olduklarını" ifade etti.
Seydişehir Belediye Başkanı İbrahim Halıcı; "Yapılan özverili etkinliğinizden dolayı hepinize teşekkür ederim. Ben de bir İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Bizler de zamanında güzel programlar hazırlar ve yarışmalara katılırdık. Ama sizlerin 18 Mart çanakkale zaferini bu denli özveri ile hazırlamanız ve sunmanız bizleri daha da mutlu etti" dedi."
Söyleyin Allah aşkına;
Bu konuşmanın neresinde var, "inşallah bütün okullar İmam Hatip olacak" şeklinde bir ifade?..
Velev ki olsun; ne farkeder ki!..
Ama yok!..
Şunu söylemeye çalışıyorum:
Başsavcı Bey, "iddianame"sine "Meclis’te olmayan Kur'an Kursu"nu taşıdığı gibi, "Başkan’ın söylemediği sözleri” de taşımış!..
Bunlar, şimdilik yazabildiklerim... Bunlar gibi, daha nice örnek var ki; bana göre bu iddianame "dram" veya "trajedi" değil, tam bir "komedi şaheseri"dir!..
Dolayısıyla, "Anayasa Mahkemesi salonları"nda değil, "komedyenler sahnesi"nde değerlendirilmelidir!..
O HALDE, THK’YI DA KAPATIN!
Başsavcı tarafından hazırlanan bu iddianame, neresinden tutarsanız tutun, lime lime dökülüyor.
"İslâmi" olan ne varsa, "dinî" olan ne varsa, "Kur'an Kursu" adına ne varsa ve "başörtüsü" hakkında kim ne söylemiş veya "medya tarafından söylettirilmiş" ise, hepsi "iddianame"de!..
Bu yüzden de, "AK Parti'nin kapatılması" ve "71 kişiye siyaset yasağı getirilmesi" isteniyor!..
Bu insanlar, "dinî kelime ve kavramlar"ı kullanıyorlar diye “siyasi hayat”larına ve "görev"lerine son verilecekse, ilk önce "Türk Hava Kurumu'nun kapatılması" ve Başkanı Emekli Tümgeneral Yusuf Güngör'ün de görevden alınması gerekmez mi?..
öyle ya;
AK Parti gibi, sadece son 5-6 yıldır değil, THK yıllardır "dinî kavramları" kullanıyor!..
Bu THK değil mi okullara "fitre ve zekât zarfı" gönderen?!?.. Bu THK değil mi, "Müslüman" halkın kestiği "kurban"ların derisine el koyan?!?..
Ohh, ne alâ memleket!..
THK, onlarca yıldır "fitre ve zekât" toplayacak, "Müslüman"ların kestiği "kurban"ların derilerine el koyacak ve bu "laikliğe aykırı" olmayacak ama, "AK Partili yöneticiler"in, "Allah... Kur'an... Şeriat... Başörtüsü" demesi suç olacak!..
Ohhh!.. Suyundan da koy!..
AĞIZLARA BETON DöKüN!
Sırası gelmişken söyleyeyim:
Eğer "Allah" demek bir "suç" ise; şimdiden tezi yok, "70 milyon insan"ın ağzına bir an önce "beton" dökülmelidir!..
çünkü, bu ülkede;
Bırakın “Müslüman” olanları, "Marksist" ve "Ateist" olanlar bile, çok zorda kaldıklarında veya bindikleri uçak "hava boşluğu"na düştüğünde "Allah" derler; "Allah'ım bana yardım et!"
Hâl böyle iken; hem de adı "Rahman'ın kulu" demek olan Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, her "Allah" diyeni suçlaması ve siyaset yasağı getirmeye uğraşması, "nasıl bir ülkede yaşadığını bilmediği" şeklinde yorumlanabilir!..
Haaa, her "Allah" diyen suçlanacaksa, başsavcı, ilk önce "kendisini" suçlamalı, "kendisinin görevden alınmasını" istemeli ve ilk önce "kendi ağzına beton dökmeli"dir!..
çünkü, kendisi de "Allah'ın kulu"dur!..
ATATüRK’ü DE YASAKLAR MIYDI?
İnanın merak ediyorum: Eğer Atatürk yaşasaydı; Başsavcı "Atatürk'e de siyaset yasağı" ister miydi?..
Evet, evet; "tesettür"le ilgili sözlerinden, "şehadet"le ilgili sözlerinden dolayı Atatük için de "siyaset yasağı" ister miydi?..
Korkarım ki, isterdi!..
çünkü Atatürk, bugün "93. yıldönümü"nü kutladığımız "çanakkale Zaferi"ni anlatırken, çarpıcı bir örnek verir!..
Atatürkçülüğü; “niyete göre soyulan bir muz” haline çevirenlere Ruşen Eşref’in “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülâkat” adlı eserini okumalarını tavsiye ederim.
Kitabın 48’den başlayıp, 50. sayfaya kadar devam eden bölümünde, Atatürk, bakın nasıl anlatıyor “Bombasırtı Vak’ası”nı:
“Size Bombasırtı Vak’asını anlatmadan geçemeyeceğim... Karşılıklı siperlerimiz arasında mesafemiz sekiz metre... Yani, ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamamacasına düşüyor... İkinci siperdekiler, onların yerine gidiyor... Fakat, ne kadar gıptaya şayan bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz: öleni görüyor, üç dakikaya kadar kendisinin de öleceğini biliyor, fakat en ufak bir fütur bile göstermiyor... Sarsılmak yok!..
Okumak bilenler; ellerinde Kur’an-ı Kerim, Cennet’e gitmeye hazırlanıyorlar!.. Bilmeyenler ise Kelime-i Şehadet getirerek yürüyorlar!
Bu; Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir.
Emin olmalısınız ki; çanakkale Muharebesi’ni kazandıran, işte bu yüksek ruhtur!”
............
Bu yazdıklarım; işkembe-i kübramdan çıkarıp, bazılarının yaptığı gibi, Atatürkçülük kılıfı altında yutturmaya kalktığım şahsi görüşlerim değildir!
Bu sözler; bizzat Mustafa Kemal’in kendisine aittir.
Mustafa Kemal'in övgüyle söz ettiği bu "ruh"tur ki; çanakkale'yi "geçilmez" kılmış, Anadolu'yu "vatan" yapmıştır!..
Peki, Başsavcı hazretleri ne diyor;
"Allah demek, şeriat demek suç!"
O halde; "70 milyon insan"ın ağzına "beton dökmek" şart oldu!..
Dökün, dökün... Hiç durmayın, 70 milyon insanın ağzına "beton" dökün!..
Ki; ağızlarını açıp, "Allah" diyemesinler!..
-------
Kod adı Sarıkız!
Kod adları "Sarıkız" ve "Ayışığı" olan "darbe plânları"nın "Ergenekon" adlı "terör örgütü" ile "doğrudan" veya "dolaylı" bir ilişkisi var mı, bilmiyorum... Ancak, her iki "örgütlenme"nin de "izleyecekleri yol" ve "strateji"nin "aynı" olması, son derece dikkat çekici!..
Hani, "ortak akıl" diyorlar ya; insanların "ortak bir nokta"da birleşip, "Başsavcı bu iddianameyi tek başına mı yazdı, yoksa Ergenekon'cuların da parmağı var mı?" diye sormaları da dikkat çekici!..
Eğer böyle bir "ilişki" varsa, o zaman "Sarıkız'cıların darbe süreci"ni hatırlamakta fayda var...
Malûm, izleyecekleri "yol" ve "metod"lar şöyleydi:
1- önce basını ele geçirmeye çalışacaktık.
2- Sonra rektörler ile temas edip öğrencileri sokağa dökecektik.
3- Sendikalar ile aynı şekilde hareket edecektik.
4- Sokaklara afiş astıracaktık.
5- Dernekler ile temas edip onları da hükümet aleyhine teşvik edecektik.
6- Bütün bu olayları yurt çapında yapacaktık.
Ne ilginç değil mi?..
"Darbe süreci" ile "iddianame süreci" birbiriyle tıpatıp örtüşüyor!..
Sahi, bu işte "Ergenekon'cuların parmağı" var mı?..