Hâkim, sanıklar arasında ayırım yapar mı?
Adalet, herkese eşit muamelede bulunmak, kim olursa olsun, hakkı hak sahibine vermektir. Mahkemelerde görevlendirilen bir hâkimin en önemli işlevi bu eşitliği sağlamak ve hukuku tereddütlere meydan vermeden gerçekleştirmektir.
Eğer bir hâkim bunu yapmıyorsa, yapamıyorsa, milletin verdiği emaneti geri vermesi ve başka platformlarda faaliyet göstermesi gerekir. Çünkü devletin bekası adaletin bekasına bağlıdır. Adalet ve eşitlik olmayan yerde devlet olmaz.
Hâkimler ve savcılar yüksek kurulu gibi makamlarda bulunanlara düşen görev de adaletten ayrılan, ayırım yapan ve şaşıran hâkimleri uyarmak, gerekirse görevden almaktır.
Suç delillerine dayalı olarak görevini yapan hâkim ve savcıları yıldırım hızı ile görevden alan kurul üyeleri, adaleti icra etmeyen, yanlı davranan ve eşitlik ilkesini bozarak tutuklular arasında ayırım yapan hâkimleri de görevden alması gerekmez mi?
Bir hâkim düşünün ki, tutuklu paşalara ayrı, diğer sanıklara ayrı muamele ederek rütbelileri kayırıyor, eşitlik ilkesini bozuyor. Bu hâkim vicdanında adaleti icra ettiğini düşünebilir mi?
Ayırım yapan bir hâkimin eşitliği bozmadığını ve taraf tutmadığını düşünmek mümkün mü? Acaba böyle bir hâkim hatırı sayılamayan, zayıf olan tutuklulara da aynı şekilde mi davranır, bundan sonra da böyle davranabilir mi?
Adalet kavramının değiştiği yahut bundan sonraki adaletin böyle mi işleyeceği akla gelmiyor değil. İnsan şimdiye kadar bildiklerinin yanlış mı olduğunu düşünmeye başlıyor? Rütbeli, etkili ve yetkili kimselere farklı, zayıf, etkisiz, rütbesiz, hatırı sayılmayanlara ayrı muamele etmek… Daha başka bir ifade ile hukuku sadece zayıflar için işletmek…
Böyle bir hâkimin vereceği karar geçerli olsa da hakkaniyete ve adalete uyduğuna kamu vicdanı nasıl inanacaktır?
Adalet öyle bir olgudur ki, değil paşalar, ağalar, düşmanlara karşı da dostlara karşı da aynı muamelenin icra edilmesini gerektirir. Dost da düşman da, yandaş da muhalif de vicdanen teslim olur ve “bu karar doğrudur, hak yerini bulmuştur” der. Millet fertlerinin her kesiminin vicdanında tatmin hâsıl olur.
Yanlı tahliye kararları veren bir Sayın hâkim acaba vicdanen rahat olabilir mi? Vatandaşların vicdanlarının rahat olduğundan emin olabilir mi? Eğer rahat olabiliyorsa karşısına çıkan benzer bütün zanlılara karşı aynı davranışı sergileyebilir mi? Bundan sonra da her konuda benzer uygulamayı yapabilir mi?
Bu istifhamlar ister istemez kafalarda belirmektedir. En azından bizim kafamızda istifam doğmaktadır ve cevabını bulmakta zorlanmaktayız. Gerçekten verilen böyle kararlar karşısında gönlümüz tatmin olmamıştır, olamaz da….
Mahkemelere intikal eden davaların mahiyeti hakkında konuşulmaz, konuşulmamalıdır. Bir hâkimin verdiği karar elbette kendine aittir. Kendisine verilmiş olan yetkiyi kullanır. Fakat acaba yetkisini adilce kullanıyor mu? Bunun hesabını yapmak gerekir.
Bu gibi tahliye kararları başka bir davada başka bir yerde başka bir mahkemede olsaydı, bu istifham akla gelmezdi. Aynı mahkemede cereyan edince işte bu sorular ortaya çıkıyor. Esasen bu soruların akıllardan uzaklaştırılması gerekir. Hâkimler kararları ile soru işaretleri bırakan kimseler değil, belki bu soruları kafalardan silen saygın insanlardır, saygın insanlar olmalıdırlar.
HSYK’nun da adilane ses çıkarması, bir mahkemenin savcıları için yaptığının benzerini, başka olaylara da tepki vererek yapması gerekir. Millet adına sorumluluk şuuru bunu gerektirir.
Bizde Ankara’daki iktidarda olmayan partilerin (yanlış kavram olarak muhalefet) de bu gibi olaylara tepki göstermesi gerekir. Oysa mahkemelerin işleri hakkında, baskı sayılabilecek beyanlarda bulunmaktan çekinmiyorlar, kendilerini lâyüs’el görüyorlar.
Merak ediyorum, bu olayları acaba neden görmezden geliyorlar? Acaba adalet mi değişti, yoksa adalet böyle mi işlemelidir? Paşalar, hatırı sayılanlar, belli bir ideolojiye mensup olanlar kayırılacak, onlara lütuf muamelesinde bulunulacak mıdır? Esas adalet, kanunlar ve hukuk kuralları, sesini çıkaramayan, sade vatandaşlara yahut karşıt ideolojiye mensup olanlara mı uygulanmalıdır?
Eğer böyle ise onun da açıkça ifade edilmesi gerekir. Millet doğrusunu bilsin, yanlış hukuk anlayışından kurtulsun…
Devlet yönetiminde şu yanlıştan mutlaka vazgeçilmelidir: “Benim gibi düşünürsen, benim gibi inanırsan, benim gibi yaşarsan iyisin, suç işlesen bile sana hukuk kuralları uygulanmaz. O zaman hukuk kurallarından ve adalet ilkelerinden müstesnasın. Fakat farklı bir ideale yahut ideolojiye yahut farklı bir inanca, farklı bir yönetim anlayışına, farklı bir hayat felsefesine yahut farklı bir dine sahipsen, farklı bir metodu benimsemişsen, o zaman hukukun her türlü müeyyideleri sana uygulanır; hukuk işler, kanunlar geçerli kılınır. Hatta bunlar gereken en ağır bir şekilde cezalandırılarak meydan benim gibi düşünen, benim gibi yaşama felsefesine sahip olanlara kalır, kalmalıdır. Bu felsefeyi benimsedikten sonra ne yaparsanız yapın, hesabının sorulmaması gerekir. Çünkü biz ve bizimkiler siyasi masum kimseleriz, sabikûn-i evvelûndanız, böyle olanlar kurallardan müstesnadır.”
Elbette ki böyle bir anlayış bu çağda kabul edilemez; buna 21. Asır cahiliyesi diyebiliriz. Hayır, belki 21. Asır cahiliye düşüncesizliği ya da düşünce ürkütücülüğü de diyebiliriz.
Hâkimler, adaleti toplumun her sınıfına, her kesimine, her inanç grubuna, her vatandaşına hatta vatandaş olmayanlara da eşit bir şekilde uygulamakla; hem kendileri vicdanen rahat olmakla ve insanları da rahatlatmakla mükelleftirler.
Hâkimlerin verdikleri kararlar, toplumun her kesimi tarafından tereddütsüz olarak “el-hak/doğru” şeklinde nitelendirilmelidir. Karşımızdaki düşman bile olsa, verilen kararlar hukuk kurallarının gereği olmalıdır. Verilen her kararın hesabı mutlaka vardır. Milletin kararı çok önemlidir. Dünyada görülmeyen hesapların muhakemesi ahrette de görülecektir.
Siyasette gelişmek, ilerlemek ve iktidar olmak isteyenler, şahısları, ideolojileri değil, millet menfaatini öne almalıdırlar; bunun üstün kılınması için çalışmalıdırlar. Değilse onlar için iktidar yüzü görmek bir hayalden öteye geçemez.
Siyaset adamlarımız, özellikle muhalefetteki siyasilerimiz de bunu artık anlamalı ve siyasetten ideolojiyi uzaklaştırmalıdırlar; siyaseti her türlü ideolojiden sıyırmalıdırlar.
Millet sessizdir, fakat çok iyi bilir, anlar ve gereğini sessizce yapar. En büyük ideoloji milletin düşündükleridir, milletin menfaatleridir, milletin istekleridir. Buna sarılmalı, buna aykırı bir iş ve davranışta bulunulmamalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.