Kürt siyaseti statükonun neresinde?
Anayasa değişikliği sürecinde zorda olan bir parti de BDP. Zorda, çünkü tabanın önemli bir kesimi statükoyu sarsacak bu değişikliklere sıcak bakarken, Öcalan her ne pahasına olursa olsun anayasa değişikliğine karşı çıkılması gerektiği kanısında.
Milliyet'ten Devrim Sevimay'a konuşan BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 'büyük baskı ve basınç altında' olduklarını açıklamış. Baskının kaynağı, anayasa değişikliğini destekleyen liberaller değil, Öcalan ve Kürtlerin çelişen tercihleri...
BDP, bu çelişkiyi aşmakta zorlanıyor. Nasıl karşı çıkacaklar 12 Eylülcülere yargı yolunun açılmasına, darbeci askerlerin askerî değil adli mahkemelerde yargılanmasına, memura toplu sözleşme hakkı tanınmasına, kamu denetçiliğine, siyasi partilerin kapatılmasının Meclis onayına bağlanmasına? BDP'nin 'zor'u aşmasının yolu, ya birilerinin Öcalan'ı ikna etmesi veya Öcalan'a rağmen değişimden yana tavır koyma vizyonu sergilemesi...
İkisi de olmayacak gibi. Genel başkanına bakılacak olursa BDP 'hayır'da kararlı. Demirtaş yüksek yargının mevcut haline bile sahip çıkıyor. 'HSYK veya Anayasa Mahkemesi'nin yapısının anti-demokratik bir biçimde düzenlenmek istenmesine evet diyemeyiz'. Vallahi bravo... Yani, bu kurumlar mevcut halleriyle teklifte öngörülen yapıdan daha demokratik ve dolayısıyla savunulabilir, öyle mi?
BDP genel başkanının statükonun, gericiliğin, değişime direncin 'yargısal odağı' olan mevcut yapıyı savunması akıl alır gibi değil. Daha birkaç ay önce DTP'yi kapatan, Şemdinli'de Umut Kitap Evi'ni bombalayanları adam gibi soruşturan savcıyı meslekten atan bir yapıyı savunmayı BDP'nin kendi tabanına açıklayabileceğini sanmıyorum. CHP, dolayısıyla 'devlet ve statüko' aklının Kürt hareketine bu kadar sinmiş olması şaşırtıcı.
Belki daha da şaşırtıcı olan, BDP'nin duruşu ile MHP'nin söylediklerinin birbirlerine ne kadar benzediği: 'AK Parti'nin destekçisi, dayanağı, koltuk değneği değiliz' diyor her ikisi de. Anayasa değişikliğini, yani daha derin bir demokrasiyi, güçlendirilmiş bir hukuk devletini, genişletilmiş özgürlükleri desteklemek neden AK Parti'nin 'kuyruğu' olmak anlamına gelsin ki?
BDP dahil muhalefetin temel sorunu yıllardır değişmiyor: AK Parti'nin getirdiği kısıtlı reform önerilerine bile direniyorlar. 'Tamam bunu destekliyorum, ama bu yetmez, çok daha ileri demokratikleşme reformlarına ihtiyaç var' diyerek AK Parti'yi zorlayacaklarına, statükoya yaslanıp AK Parti'yi ülkenin 'en ilerici' partisi konumuna getiriyorlar. Bu değişiklikler az diyorsanız, daha çoğunu isteyin. 'Bu teklif yetmez, ama yeni bir demokratikleşme dalgasının başlangıcı' diyen liberal demokrat aydınlardan rahatsız olmak niye? Dikkat edin, benzer şikâyeti MHP de yapıyor; liberalleri değil de bildiri yayınlayıp, demeç verip anayasa değişikliğini desteklediklerini açıklayan 'eski ülkücüleri' suçluyor Bahçeli.
Önemli olan siyasetin, özgürlüklerin alanını birazcık da olsa açmak, açabilmek. Bu noktada siyaset hesapları yapmak anlamsız. Önce siyaseti kurtarın, özgürleştirin, üzerindeki vesayeti gevşetin; size siyaset yapacak alan açılsın, sonra dilediğiniz siyasi kavgayı verin... Anladık, siyaset yapıyorsunuz, ama biraz insaf. Parti rekabeti, demokratikleşme fırsatlarını feda ettirmeyi gerektirmesin.
BDP'nin Türkiye'nin demokratikleşmesini AK Parti meselesine indirgediği görülüyor. Korkarım ki bu düşünce tarzı sadece anayasa değişikliğiyle de sınırlı değil. Kürt açılımı da önemli ölçüde bu akıl yürütmenin ve siyasal hesapların kurbanı. Demek ki açılıma da destek vermediler, vermeyecekler; çünkü açılımı da bir fırsat, sorunun çözümünde bir adım değil, AK Parti'ye avantaj sağlayacak bir girişim olarak gördüler. Yazık...
Statükodan rahatsız olduğunu sandığım Kürt hareketinin anayasa değişikliği konusunda 'direniş' saflarında yer almasının ciddi sonuçları olacaktır. Anayasa teklifinde 'karşıt' cephenin görüntüsü tek kelimeyle 'muhteşem': Deniz Baykal, Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan omuz omuza vererek daha demokratik bir anayasaya 'hayır' diyorlar. Siz bu fotoğrafın neresindesiniz?