Her sakallı, dede... Her ölü de şehit değildir!
Gazetelerde çıkan “haber”lere veya ağızlardan çıkan “söz”lere bakıp da “üzülmemek” ve hatta “öfkelenmemek” mümkün değil... Öyle ya; bir gazete, o haberi vermeden önce “mutlaka araştırmış”tır diye düşünür insan... Bir “yetkili ağız” da, kameraların karşısına geçip de “demeç” veriyorsa, “mutlaka doğru”dur, mutlaka bir “bilgi”ye dayanıyordur, diye geçirir içinden... Hani, “kahvehane sohbeti” filân olsa, orada “gaza gelen” bir vatandaş; ağzına geleni söyleyebilir, sallarken mangalda kül bırakmayabilir!.. Ama, “gazete” veya “yetkili ağız” öyle mi ya!.. Onlar, “ölçerek-biçerek” haber verir veya “kılı kırk yararak” konuşurlar!.. Öyle de konuşmak zorundadırlar... Çünkü onlar, “insan içine” çıkıyorlar!.. Çünkü onların, “toplumu yönlendirmek” gibi bir misyonları var... Kitleler, onların “haber”lerine veya “ağız”larına bakarak galeyana gelebilirler, sağa-sola saldırabilirler!..
Hasılı kelâm;
Gazetede çıkan haber veya ağızdan çıkan bir demeç, “namludan çıkan kurşun” veya “tüpten çıkan macun” gibidir...
Yani, geri dönüşü olmaz!..
O halde;
Hemen herkes, “bin düşünüp, bir söylemek” zorundadır... Atalarımız boşuna söylememiş; “Boğaz, kırk boğumdur!”
OLMAZ Kİ!.. BÖYLE DE YAPILMAZ Kİ!
Dün gazetelere bakarken, “Çölaşan’ın Sözcüsü”ndeki bir haber dikkatimi çekti... Sözcü, “Yargı tarihinde böyle skandal görülmedi” üst başlığı ile sürmanşetten verdiği haberde; “Başsavcı’nın mezardaki iki subayı sorguya çağırdığını” iddia ediyordu...
Sözcü’nün haberine göre;
“Savcı’nın tutuklatmak için arattığı bir albayın 7 yıl önce, bir binbaşının ise 2 yıl önce öldüğü” ortaya çıkmıştı!..
Sözcü’nün haberi özetle şöyleydi:
“Balyoz savcısının tutuklatmak için arama kararı çıkarttığı 162 subaydan ikisi olan Albay Selçuk Özkardeşkaya’nın 7 yıl, Binbaşı Ergun Bol’un ise 2 yıl önce öldüğü ortaya çıktı. Ayrıca savcının tutuklatmak için arattığı Albay Selçuk Özkardeşkaya şehit ve halen Edirnekapı Şehitliği’nde yatıyor.”
Ne yalan söyleyeyim;
Haberi okuyunca, “Olmaz..” dedim, “Bu kadar da olmaz!”
Hem kızdım, hem öfkelendim.
Öyle ya;
Hem “tutukluluk süresi”nin hem de “iddianame”lerin uzunluğundan dolayı zaten “eleştiri okları”nın hedefinde olan Balyoz Savcıları, nasıl böyle bir hata yapar?.. “Ölen adamlar” nasıl sorguya çağırılır?.. Böyle “sallapati” iş olur mu?..
Düşünebiliyor musunuz;
“Ergenekon savcıları”nın soruşturma ve operasyonlarına destek veren, onların “Darbesiz, temiz Türkiye” çabalarının yanında olan ben bile, “olmaz” diyorum; “Bu kadar dikkatsizlik olmaz!”
LİSTEDE O İSİMLER YOK!
“Keskin sirke, küpüne zarar verir”miş sözünden hareketle; kızmayı ve öfkelenmeyi bir yana bırakıp, başladım “olayın aslı”nı araştırmaya...
Gördüm ki;
“Çuvallayan” Balyoz savcıları değil, “Çölaşan’ın Sözcü’sü”dür!.. Hani, Çölaşan “araştırmacı gazeteci” diye geçinir ya, işte onun “sürmanşetten yazılar” yazdığı Sözcü, fena halde çuvallamış!..
Çünkü, “Balyoz Savcıları” adı geçen Albay ve Binbaşı hakkında, bırakın “tutuklama” kararı vermeyi, “arama” kararı bile çıkartmamış!..
Öyle sanıyorum ki;
Çölaşan’ın Sözcü’sü, bu haberi, 9 Nisan 2010’daki Haberturk’ün manşetten yayınladığı “savcının peşinde olduğu 162 isim” listesine dayanarak yapmış!..
Ama, benim ulaştığım “bilgi” kaynakları, Haberturk’te yayınlanan “162 kişilik liste”nin de “palavra” olduğunu söyledi.
Haberturk’te yayınlanan listede bulunan 162 isim, “gözaltı için aranan” isimler değil, “Balyoz Semineri’ne katılanlar”ın isimleri!.. Ama, o seminere katılanların tamamı için bir “arama” kararı yok!.. İçlerinden bazıları için “gözaltı” kararı var ama onlar arasında ölen Selçuk Özkardeşkaya ve Ergun Bola’nın isimleri yok!..
Demek oluyor ki;
Haberturk’ün yayınladığı liste de yalan, ondan “araklama” yapan Sözcü’nün haberi de!..
VATAN UĞRUNA DEĞİL, UÇKUR UĞRUNA!
Buyurun, bir yalan daha:
Sözcü’nün “vatan için şehit düştü” dediği Albay Selçuk Özkardeşkaya, kesinlikle “vatan uğruna” değil, “uçkuru uğruna” ölmüş!..
Evet, evet; Albayımız “şehit” düşmemiş, “eşiyle ilişkisi olduğu” iddiasıyla Albay Cemil Demirel tarafından öldürülmüş!..
İnanmayanlar için, delil göstereyim:
21 Mayıs 2003 tarihli Hürriyet’te, “Karısını boğdu, üniforma giyip komşusunu vurdu” başlığı ile verilen haber, özetle şöyleydi:
“İstanbul Çatalca’daki askeri lojmanlarda oturan Personel Albay Cemal Demirel (52), önceki gece saat 00.30’da eşi Suzan Demirel’i (46) boğarak öldürdü. Cinayetten sonra tıraş olup subay üniformasını giyen Demirel, saat 08.45’te üst katında oturan Garnizon Komutanı Selçuk Özkardeşkaya’nın (55) görev yaptığı Gökçeali Levazım Depo Komutanlığı’na gitti. Çatalca Garnizon Komutanlığı’nda görevli olan Demirel, Özkardeşkaya’nın makamına girdi ve görevli askere komutanıyla görüşmek istediğini söyledi. Özkardeşkaya’nın telefonla görüşmesinin bitmesini bekleyen Demirel’in, odaya girmesinin hemen ardından peş peşe silah sesleri geldi. İçeri koşan subay ve askerler, Garnizon Komutanı’nı kanlar içinde buldu.
6 kurşun isabet eden Özkardeşkaya olay yerinde hayatını kaybetti.
Görevlilere, asker selamı vererek silahını teslim eden Demirel ‘Karımı da öldürdüm’ dedi. Bunun üzerine lojmanlardaki daireye giden görevliler, Suzan Demirel’in cesedini buldu. Cesetler GATA Haydarpaşa Asker Hastanesi’ne gönderildi. İki askeri savcı olayla ilgili inceleme başlattı.”
Demek ki, neymiş;
Albay “şehit” düşmemiş, “öldürülmüş!”
Sizin anlayacağınız, şu anda “şehitlikte yatıyor” olması, onun “şehit” olduğu anlamına gelmiyor!..
Ne demiş eskiler;
“Her sakallıyı dede sanmayın!”
Öyle ya; her sakallı “dede” değildir, her “dede” de sakallı değildir!..
Her ölenin “şehit” olmayacağı gibi!..
Bazen, pisi pisine ölür insanlar!..
KADİR ÖZBEK’TEN PAKİSTAN ÖRNEĞİ
En başta dedim ya;
“Gazetede çıkan haber” ile “ağızdan çıkan demeç”, namludan çıkan kurşun gibidir.
Asla geri dönüşü olmaz!..
Dolayısıyla, haber veya söz “doğru” olmalıdır!..
Çünkü, “yalan-yanlış haber ve sözler” yüzünden bu ülkede “kavga”lar çıktı, “cinayet”ler işlendi!..
İşte, bunun son örneği:
Önceki gece Meclis Anayasa Komisyonu’ndan geçen, Cuma günü de Meclis Genel Kurulu’na gelecek olan “Anayasa Değişikliği Paketi” konusundaki “direniş”leri biliyorsunuz...
Özellikle CHP ve “arka bahçe” konumundaki “Yüksek Yargı”dan acayip bir tepki var!.. Değişikliğe şiddetle karşı çıkıyorlar... Bu karşı çıkış, sadece “eleştiri” ile kalmıyor, zaman zaman “tehdit”lere dönüşüyor!..
Meselâ, HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, önceki gün yaptığı “tehdit” kokan bir açıklamada demiş ki;
“Pakistan’da yönetimi darbeyle ele geçiren General Ziya Ül Hak, Anayasa hazırlattı ve yüksek yargı temsilcilerinin Anayasa üzerine yemin etmesi gerektiğini söyledi. Ancak Yüksek Yargı temsilcileri bunu reddederek, görevlerinden istifa ettiler. Türk hakim ve savcıları, Pakistan hakim ve savcılarından daha duyarsız değillerdir.”
Ne yalan söyleyeyim;
“HSYK Başkanvekili koltuğu”nda oturan bir insanın “yalan-yanlış sözler” sarfetmeyeceğini düşündüğüm, dahası inandığım için, “Olabilir..” dedim; “Türk yargısının Pakistan’dan neyi eksik?.. Pakistan yargısı istifa etme onurunu gösterdiyse, bizim yargıçlarımız da istifa edip, onurlarına sahip çıkarlar!..”
Gerçi “12 Eylül 1980 darbecileri” tarafından hazırlanan “1982 Anayasası”na direnmediler!.. “28 Şubat Cuntası” tarafından verilen “brifing”lere tıpış tıpış gidip, generalleri kös kös dinlediler ama, şimdi niye direnmesinler?..
Niye “istifa” etmesinler?.. İstifa edip de “onur”larını niye korumasınlar?..
Ben bunları düşünürken, bir haber geldi.
Haberde, “HSYK Başkanvekili Kadir Özbek’in verdiği Pakistan örneği asparagas çıktı” deniliyor ve ayrıntıları şöyle açıklanıyordu:
“¥ 1) General Ziya Ül Hak, darbe yapıp 1977’de iktidarı ele geçirdikten sonra yüksek yargı mensupları ile olan tartışmasının arkasında yatan sebeb, Anayasa’nın değiştirilmek istenmesi ve buna karşı çıkış değildi.
¥ 2) Pakistan’daki hakimler, Anayasa değişikliğinden değil, cinayetten mahkûm olan Butto’ya sahip çıkmak istedikleri için Ziya Ül Hak ile ihtilafa düştüler.
¥ 3) İstifa eden yüksek yargı mensuplarının sayısı, Kadir Özbek’in iddia ettiği gibi ‘toptan’ değil, ‘sadece 2 kişi’dir... Onların isimleri de Fakhuriddin İbrahim ve Durab Atil’dir!..”
Şu hale bakın;
“HSYK Başkanvekilliği” gibi bir makamda bulunan zat; “sözlerinin araştırılmayacağını” zannedip, bol keseden sallıyor!..
Demiyor ki;
“Araştırırlar da yanlışımı ortaya çıkarıp, cahilliğimi yüzüme vururlar!”
Eee, ne oldu şimdi?..
“Pakistan örneği fiyasko!”
İyi de, merak ediyor insan;
Bunlar, “bilgi” sahibi olmadan mı “kanaat” sahibi oluyorlar?.. Kararlarını bu “kanaat”lere göre mi veriyorlar?.
Eğer böyleyse; ört ki, ölem!..
Siz, siz olun;
Gazetenin verdiği her “haber”e veya ağızlardan çıkan her “beyanat”a inanmayın!..
İnanıp da gaza gelmeyin!..
Öyle ya;
“Şehitlik”te yatan her ölü, “şehit” değildir!.. Çoğu “vatan uğruna” can vermiş olabilir, ama bazılarının da “uçkur uğruna” öldüğünü unutmayın!..
Dediğim, diyeceğim budur!..
Sakın “mandepsi”ye basmayın!..
Çünkü, herkesin boğazı “kırk boğum” değildir... Bazılarının boğazı “İstanbul Boğazı” gibi açıktır ki, sözler “transit” geçer!..
Bilmem, anlatabildim mi?..
Büyük Yürüyüş 17 Nisan’da!
Hiçbir eylem, bu kadar “uzun soluklu” olmadı... Bazı eylemler “saman alevi” gibi parlayıp söndü ki, onları zaten saymıyoruz... Bir ara, Beyazıt Camii bahçesinde “Cuma eylemleri” yapıldı... Ardından Eyüp Sultan Camii’nde Pazar sabahları “dua”lar edildi... Hepsi de “başörtüsüne özgürlük” içindi...
Ama, İzmit’te başlayan ve daha sonra Türkiye’nin dört bir tarafına dalga dalga yayılan bir eylem var ki, onları “takdir” etmemek mümkün değil...
Şu hale bakın; “daha dün gibi” ama, “ilk eylem”den bu yana “5 yıl” geçmiş... Mazlum-Der’in İzmit Şubesi tarafından başlatılan, sonra bütün Sivil Toplum Kuruluşları’nın da destek verdiği eylem; “yağmur” demeden, “çamur” demeden, “toz-toprak” ve “kar-kış” demeden 5. yılını doldurdu...
Onlar, “başörtüsüne özgürlük” çığlığını bir “çığ”a dönüştürüp, bütün dünyaya duyurdular!..
17 Nisan günü “Büyük Yürüyüş” yapacaklarmış...
Sadece İzmit’ten değil, bütün Türkiye’den “katılım” bekliyorlar!..
Kendilerini hem kutluyor, hem de onlara gıpta ediyorum... “Başörtüsü sevdalıları”nın başlattığı bu “uzun soluklu yürüyüş”e, bütün “duyarlı” insanların katılacağını umuyor, onları da şimdiden kutluyorum...
Unutmayın; “sen” yoksan, “hiç kimse yok”tur!..