“Delikanlı” yargı, nerdesin haney!..
Emekli Hakim abimiz Nusret Çiçek’le birlikte Ankara Adliyesi’ndeydim dün.
Sık sık giderim o taraflara.
Bazen gazetemle birlikte yargılandığım davalar için; bazen de hakimin savcının Alevi’siyle, Sünni’siyle muhabbet için.
Böyle mezheplere ayırmamı garipsemeyin; oralarda bu muhabbetler kavidir...
•
Alisiz Aleviler ile Sünnilerimiz habire didişirler, alttan alta bir çekişme yaşanır.
Bu çekişme bazen taşar, Adliye’deki yarı legal “Yüksek Yargı Brifingi”nde olduğu üzere kaba kuvvete filan varır.
Bak yine çıktı tansiyon...
Yuh yani;
O kadar hakim savcı var salonda;
Bir meslektaşları iki beli silahlı militanın saldırısına uğruyor da...
Duruma tepki gösterecek ikiden fazla adam çıkmıyor yüzlercesinin arasından!..
•
İçin için “Yuuuuh” çekerek ilerliyorum Adliye koridorlarında...
•
Yürürken yürürken telefonum çalıyor; dostlardan bir savcı, “Fotoğrafların boy boy gazetelerde” diyor!..
Allah Allah, ne oldu yine?..
Yine mi boy boyladık, soy soyladık?..
Ha şu mesele: Gazeteler, Vakit muhabiri İsmail kardeşimizin, HSYK üyesi Ali Suat Ertosun’un basın toplantısında toplu saldırıya uğramasının ardından yaşananlara dikkat çekmiş...
O toplantıda, İsmail kardeşimizi elinden aldığımız ve haddini bildirdiğimiz polis memuru ile “Yargı brifinginde” savcıya saldıran polis memuru aynı kişi imiş!...
Hep yapıyormuş bunu; alışkanlık haline getirmiş...
Ona buna saldırıyormuş...
Habire saldırıyormuş da, bir türlü ceza almıyormuş...
Arkası sağlammış; HSYK camiasınca korunuyor kollanıyormuş!..
Bu adam, bize de saldırmış bir gün; o hatırlatılmış...
Saldırmış da... Hakkı olanı bir güzel almış!..
Neyse olaya dönelim; Bizim Savcı da, sağolsun iyi dağıttı ortalığı...
O görevini yaptı da... Hukuk ne güne duruyor; üstelik o gün nöbetçi olan savcımıza hakaret ediyor hatta dövmeye yelteniyor da kadın filan...
İçeri atan yok!..
O senin amirin; hangi cüretle saldırırsın!..
Bak şimdi geldi aklıma; Star televizyonu muhabiri Işın mı ne vardı 28 Şubat sürecinde... Etrafını alabildiğine tahrik eden bu kıza, hafif bir tokat çeken zavallı ve de Sincanlı genç hapse atılmıştı...
Bir tokattan, hele hiçbir resmi sıfatı bulunmayan bir kanal muhabiresine tokattan dolayı kim girmiş içeri ki, o gariban girsin?..
Biz kaç tokat yedik meslek icra edecez diye... Kaç taş, kaç sopa da...
Kim bilsin!..
•
Şu hale bak; bir kanal “muhabire”sine tokat hapis getiriyor da, bir buçuk polis, amirlerine saldırdığında hiçbir vaziyet olmuyor!..
Niye olmuyor, onu da öğrendik...
Savcıya saldıran “Kadın polis” daha önce de sakat işler yapmış ve bu işlerinden dolayı da görevden alınmış...
Alınmış da... Ah Danıştay 4’ncü Daire, aynen iade!..
•
Oğlum düzen böyle; ben ne yapayım...
Gidiyorum, ona buna, şuna buna, dosta düşmana okkalı sorular yöneltiyorum... Sıkıştırıyorum filan...
Dalgamı geçiyorum daha ziyade...
Çivisi çıkmış bu düzenin...
Hale bak, bir savcı kameralar önünde hem de görevi başındayken astlarının saldırısına uğruyor...
Onca hakim-savcı var; yüksek yargıç filan...
Onca adam var da neye yarar?..
Bir tek hakim karşı çıkıyor bu çirkin tavra!..
Diğerleri, ya Sünni ya Alevi...
Ben n’edeyim şunu, bunu, n’edeyim meşrebi mezhebi!..
Adamda şu bu değil; yürek olacak yürek!...
•
Dün Adliye’de neler duydum neler yaşadım...
“Arkadaşınıza niye sahip çıkmadınız, ayıp değil mi?” makamında yüklendiğim kimi hakim ve de savcılar süt dökmüş insan modunda; “ne yapayım, ortaya çıkıp kendimi mi yakayım” havasında...
Adaletin şanı şerefi ne olacak peki?..
Kime güveneceğiz biz; “polisi” tarafından tartaklanan arkadaşlarına sahip çıkma erdemini gösteremeyen hakimlere, savcılara mı?...
•
Ey delikanlılık, ey ruh!..
Kaldıysan ve de geldiysen kapıyı üç kere çal!..