Türk Tarih Kurumu Sayın Başkanlığına Ankara
Amerika Birleşik Devletleri'nin New York şehrinde yayınlanan FORWARD adlı Yahudi gazetesinin 28 Ocak 1994 tarihli nüshasında, Hillel Halkin imzasıyla "When Mustafa Kemal Atatürk Recited Shema Yisrael... 'It's my secret prayer, too' he confessed" başlıklı garip bir yazı neşr edilmişti.
Aradan on beş sene geçmesine ve bu konuda fısıltı gazetesiyle hayli yayın yapılmasına, hayli dedikodu edilmesine rağmen saygıdeğer kurumunuzdan herhangi bir yorum, açıklama, düzeltme, tekzib, red, cerh yapılmadı.
Yakın tarihimizi ilgilendiren böyle bir iddia ve rivayet karşısında, Atatürk tarafından kurdurulmuş TürkTarih Kurumu'nun susmasını, duymazlıktan ve bilmezlikten gelmesini, Türkiye'nin okur-yazar bir vatandaşı olarak (yüksek müsamahanıza sığınarak) doğru bulmadığımı beyan etmek isterim.
Kurumunuzun bu konudaki görüşünü merakla beklemekteyim.
Bilvesile en samimî hürmetlerimi arz ederim.
* (İkinci yazı)
Tomografik Atom Bombası
Ben tomografi çektirdim, sen çektirdin mi? Bizim hanımı tomografiye soktuk he he he... Haminnemin sırtı ağrıyor, tomografi yaptıracağız...
Sayın müşterimiz, pardon sayın hastamız, hiç vakit kaybetmeden size bir tomografi yapalım...
Hımmm tahlilleriniz size tomografi yapılmasını gerektiriyor...
Aman tomografi zaman tomografi...Tomografi yukarı, tomografi aşağı...
Geçen hafta İngiltere'den gelen bir haber atom bombası gibi patladı. Meğerse tomografi yapılırken nükleer bomba gibi, hattâ daha fazlası radyasyon oluyormuş.
İngiltere'de lüzumsuz yere rastgele tomografi yapılması yasaklanmış.
Tıp iki yüzlü bir madalyon gibidir.
Bir yüzünde hastalar vardır, onların tedavisi, şifa bulması için çalışılır.
İkinci yüzünde yolunacak müşteriler vardır.
Daha fazla ilaç yutsunlar.
Daha pahalı ilaç tüketsinler.
Kadınlar sezaryenle doğursun.
Tomografi yapılsın.
Rahimdeki çocuğa radyasyonlu cihazla bakılsın.
Tıp etiğine bağlı, Hipokrat yeminine sadık, hastalarına karşı müşfik faziletli doktorlara ve hastahane sahiplerine minnet ve teşekkür borçluyuz. Ellerinden öperiz, hayır dualar ederiz. Var olsunlar, sağ olsunlar. Onlara muhtacız. Lüzumu ve faidesi olmadığı halde ameliyat yapanlara, sezaryen doğum yaptıranlara, gerekmediği halde masraflı tedavi uygulayanlara teessüfler ederiz.
İlaç tedavisiyle şifa bulacak bir hastaya lüzumsuz yere ameliyat yapmak, onun veya devletin parasını almak haramdır, günahtır, cinayettir.
Dünyada, nüfusuna oranla en fazla sezaryen ameliyat Türkiye'de yapılıyormuş. Ayıptır, günahtır.
Hamile kadınları korkunç cihazların içine sokarak ışınlamak, hem anneyi hem çocuğunu sakatlamak cinayettir.
Lüzumu ve faidesi olmadığı halde pahalı ilaçlar yutturmak hıyanettir.
Dostlarımdan bir tabip deli doktorudur. Son yıllarda delilik korkunç şekilde arttı, hasta bakmaktan başını kaşıyamıyor. Ona bir şey dediğim yok. On sene kadar bir kadına ilaç yazmış. Kadın birkaç gün sonra hırs ve öfkeyle gelmiş. "Yazıklar olsun sana!.." demiş reçeteyi yırtıp başına atmış. Bayan niçin kızdınız sorusuna da: "Bana çok ucuz ilaçlar yazmışsın. Ben ucuz ilaç kullanacak karılardan değilim" diye haykırmış. (Aynen olmuştur...)
Benim çok doktor dostum var. Hastaları veya müşterileri olmak istemem, dost kalalım yeter. Cenâb-ı Hak cümlemize ruh ve beden sağlığı, afiyet, selamet nasip etsin.
Bakalım Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı atom bombası gibi radyasyonlayan şeytanî tomografi cihazlarına karşı ne yapacak? Kullanılmaları kısıtlanacak, kayıt altına alınacak mı, yoksa bugünkü gibi tam gaz ışınlamaya devam mı edilecek?
* (Üçüncü yazı)
İslam'ın Gerçek Hizmetkârları
İki tür islâmî hizmet vardır: Birincisi, gerçek hizmetkârların yaptıkları gerçek hizmetler. Bunların birinci şartı ihlâstır, yani sırf Allah rızası için yapılmış olmalarıdır. Gerçek hizmetkârın niyeti halistir, temizdir. O, mahlukattan ücret istemez, ücret almaz, teklif edilirse kabul etmez.
İkinci tür hizmetlerin bir kısmı hiç hizmet değildir, hizmet perdesi altında aldatmacadır. Bir kısmı gerçekten hizmet ise de, yapanları ihlâslı, temiz, faziletli kimseler değildir.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) "Allah bu dini, fasık kimselerle de te'yid eder, güçlendirir" buyurmuştur.
Gerçek hizmetkârlarda benlik yoktur. Benlik sahibi olmak, günah ve ayıp olarak bir Müslümana yeter de artar.
Gerçek hizmetkâr şu değerler için çalışır:
* Din için, yâni İslâm için.
* İman için.
* Tashih-i itikad için.
* Kur'ân için.
* Sünnet için.
* Şeriat ve fıkıh için.
* İslâm ahlâkı için.
* Ümmet için.
Tarih boyunca gerçek İslâm büyükleri bu değerler için çalışmış, bunlar için hizmet vermiştir.
Cemaat, tarikat, grup nedir? Yukarıda saydığım değerlere hizmet için oluşmuş topluluklardır. Bunlar amaç değil, araçtır.
Nurculuğu, Risale-i Nur'ları, Bediüzzaman Said Nursî hazretlerini ele alalım. Onların gayesi nedir? Yukarıda sayılanlara, yâni islâmî, imanî, Kur'ânî, şer'î, nebevî, ahlâkî değerlere hizmettir.
Hz. Peygamberden bu güne, hiçbir İslâm büyüğü kendisi için, nefs-i için çalışmamıştır. Kendisi, benliği, şahsî ihtirasları için çalışanlar büyük olma sıfatını yitirirler.
Ben ben ben demekte gizli ve sinsi bir şirk vardır.
Hizmet edebiyatı yapacak, ben (biz) çok hizmet ediyorum/z diye yaygara kopartacak, hizmet perdesi ardında voli vuracak, malı götürecek, hizip taassubu sergileyecek, bin türlü entrika yapacak... Böyle hizmet, böyle hizmetkâr olur mu?
İslâm tarihinde hangi din ulusu zat dünya riyaseti, sultanlık, krallık, riyaset, makam mevki için çalışmıştır?
Onlar dünya saltanatına talip olmayan maneviyat sultanlarıdır.
Maneviyat sultanlarından İmamı Gazalî hazretleri, Halilurrahman şehrinde İbrahim aleyhisselâmın türbesinde Allah'a şu sözü vermişti: Bundan böyle sultanların huzuruna çıkmayacağım.
İbrahim bin Edhem hazretleri (Allah sırrını takdis etsin) Belh sultanı idi. Bu sultanlığı bıraktı, derviş kılığında sarayının arka kapısından çıktı, beş parasız.Evsiz barksız, bazı soğuk günlerde hamam külhanlarında kül içinde yatarak maneviyat aleminin sultanı oldu.
Beni dünya sultanı yapın, beni başkanlar başkanı yapın, beni hocaların hocası yapın, beni alkışlayın, beni övün, beni pohpohlayın, beni Emîrü'l-mü'minîn yapın diyenlerin siz İslâm büyüğü mü olduğunu sanıyorsunuz?
İslâm büyüklerinden Süleyman Daranî hazretleri (Kuddise sirruh) şöyle buyurmuştur:
"Bütün dünya halkı beni kötülemekte bir araya gelseler, benim kendi nefsimi kötülediğim kadar kötüleyemezler..."
Peygamber-i Zişan efendimizin eline zaman zaman büyük dünya malı geçerdi. Onların hepsini dağıtırdı. Bazı günler aç yatardı. Aişe radiyallahu anha validemiz "Gökte bir hilâl belirir, büyür büyür dolunay olur, sonra küçülür, kaybolur, tekrar bir hilâl belirir... Böylece aylar geçerdi de Muhammed aleyhissalatü vesselamın hanımlarının ocakları tütmezdi. Çünkü pişirecek bir şey olmazdı" buyurmuşlardır.
Mâneviyat semasının güneşlerinden Mevlânâ Celalüddin Rumî kaddesallahu sirrehussâmi efendimiz vekilharcına "Bugün evde ne var?" diye sorar, "Kiler dolu, mutfakta çeşit çeşit yemek pişiyor" cevabını alırsa "Eyvah evim Fir'avn evine döndü!.." diye hayıflanır; vekilharç "Bugün evde bir şey yok, kiler tamtakır, mutfakta yemek pişmiyor" cevabını alırsa, "Oh, evim Peygamber evine benzedi" buyururmuş.
İhlâslı, fakir, Kur'âna ve Sünnete mütemessik (sımsıkı bağlı), süflî benliğine karşı cihad-ı ekber yapan, ücretini mahlukattan değil Halik'tan bekleyen, riyasete talip olmayan, matlub olsa da kabul etmeyen, bazen ekmeğine katık bulamayan gerçek hizmetkârlar selâm olsun size!.. Ayağınızın tozu olmak ne büyük şereftir bize...