‘Ortak acı ve ortak yas’
24 Nisan münasebetiyle birlikte 1915 olayları ve Ermeni tehciri yeniden gündeme geldi. Ermeni meselesi, Şark meselesinin çözümlenmeyen bir parçası ve hâlâ kanayan bir yarasıdır. Şark meselesinin günümüze devreden kalıcı sancılarından birisi; Araplara bakan yüzüyle Siyonizm, diğeri de Türklere bakan yüzüyle Araratizmdir (Ermeni milliyetçiliğidir). Ermeni ve Yahudi meselesi her ne kadar İttihatçıların elinde patlamışsa da meselenin öncesi vardır. İkinci Abdulhamit Han, Osmanlı’nın parçalanmasında emeli olan Araratçı Ermenilerle Siyonist Yahudilerle uğraşmıştır. Karşı karşıya gelmiştir. Ne yazık ki bu meseleler aynı zamanda rejim meselesine ve çekişmesine de alet edilmiş ve II. Abdulhamit’i sevmeyenler ona yönelik muhalefetlerini Ermeniler üzerinden göstermek istemişlerdir. Ermeniler de içte rejim düşmanlarına, dışarıda da Türkiye düşmanlarına alet olmuşlardır. Bu dış ve iç tahriklerle başlayan umuda yolculuk da Obama’nın ifadesiyle ölüme yolculuğa dönüşmüştür. Bu içteki muhalif unsurlar Ermeni suikastçılarından bile medet ummuşlardır. Tevfik Fikret tarih aynasında bir lahza-i taahhur şiiri ve ifadesiyle buna dair en çarpıcı misallerden birisi olmuştur. Dolayısıyla Ermeni meselesinden dolayı sadece İttihatçıları suçlamak illetli bir mesele ve şizofrenik yani parçalı bir bakış açısının ürünüdür ve tek taraflı olduğundan yanlıştır. Bugün de maalesef doğru veya yanlışıyla ulusalcılarla meselesi olan bazı liberaller yine hesaplaşmalarının bir parçasını Ermeniler üzerinden görmek istiyorlar. Halbuki, burada ulusalcılardan ziyade milletin bir hukuku vardır. Bu mesele bir rejim meselesinden ziyade milletin mukadderatını ilgilendiren bir meseledir. Bu hususta giderek milletin refleksleri de zayıflamakta ve sistematik olarak zayıflatılmaktadır. Ve Fikret’in ardılı olan sözde aydınlar ve liberaller milletin bu damarını zayıflatıyor ve haklı reflekslerini öldürüyor ve söndürüyorlar. Taksim’de yapılan nümayişler ve benzerleri aslında bunu göstermektedir. Ezilmişlerin Sosyalist Partisi gibi fason mu yoksa naylon mu olduğu belli olmayan (ya da en azından ben bilmiyorum) bazı nevzuhur teşekküller Ermeni katliamlarından hesap sormaktan bahsediyorlar. Acaba katil maktul ve fail maktul kim varsa dünyadan göçmüş olduklarına göre bu aklı evveller kimden ve neden hesap soracaktır? Bu, Türk düşmanlığının dolaylı ve örtülü bir ifadesi midir? Bu azgınlığın nedeni kendilerinden hesap soran mercii olmamasındandır.
¥
Maalesef II. Abdulhamit’e göz açtırmayanlar ve onunla uğraşanlar ve akabinde İttihatçılarla karşı karşıya gelen menhus ruh bugün de ayaktadır ve Türkiye’nin yakasını bırakmamaktadır. Bu bağlamda, dış politikasını ipotek altına alarak geleceğini ipotek altına almaya ve kuşatmaya çalışmaktadırlar. Bu, büyük bir arsızlık ve hayasızlıktır. Hürriyet perdesi altında birtakım gafil veya sözde aydınlar da bu tarihi iddia ve bu iddialardan neşet eden taleplere müzaharet etmekte ve Türkiye’nin ve dolayısıyla milletin pozisyonunu zayıflatmaktadırlar. Bu biruh güruh ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerine dolaylı veya dolaysız olarak destek vermişlerdir. Ve akılları güya adalet namına 95 yıl önceki hesaplara takılı kalmıştır. Gücün dokunulmazlığı çerçevesinde bunlar Irak ve Afganistan ve bütün Amerikan Vietnamlarından dolayı bu ülkeden hesap sorma mevkiinde değillerdir. Lakin tartışmalı ve bir o kadar da müruru zamana uğramış 95 yıl önceki olayların hesabının peşindedirler. Ve bu adamlar Hocalı ve benzeri katliamların da hesabının peşinde değillerdir. Bu bağlamda, Cengiz Çandar korkunç bir laf etmiş ve Ermeni tezleri karşısında zeminin yumuşadığına işaretle; ortak Türk ulusal refleksinin kalmadığını-herhalde maaliftiharla olsa gerek- ifade etmektedir. Bundan dolayı kendisini bilmezler ‘hepimiz Ermeniyiz’ diye tempo tutuyor ve hançerelerini yırtıyorlar. Millet olarak Ermenilere ne düşmanız ne de yeryüzünden silinmeleri gibi bir arzumuz vardır. Sadece kendi hukukumuzu korumaya amadeyiz. Haklı haksız böyle ayırt edilmez. Ve Ermeni davası usül yönüyle tamamen temelsiz, tarih dışı ve saçmadır.
¥
Esas yönüyle mesele tartışılabilir, lakin hesap sorma usül yönüne girer ve hukuken çıkmaz bir sokaktır. Sadece eski kavgaları yeniden depreştirmekten ve alevlendirmekten başka bir işe yaramaz. Mesele müruru zamana uğradığından dolayı kim kimden ve nasıl hesap soracaktır? Uluslar arası hukuka göre de 95 yıl önce yaşanılanların hesaplaşma zamanı geçmiştir ve bu hesaplaşmanın zamanı günümüz olmadığı gibi zemini de biz değiliz. İkinci olarak, meselenin siyasallaştırılması ve ecnebi ve yabancı parlamentolarda oylamaya açılması da usule aykırıdır. Ermeniler ise siyasallaştırmanın dik alasını yapmaktadırlar. Bunun en çarpıcı ve son misallerinden birisi 24 Nisan öncesi Obama’nın konuşmasını manipüle etmek ve yönlendirmek ve ondan soykırım sözünü kopartabilmek için çevirdikleri dolaplardır. 24 Nisan’dan bir iki gün önce Ermeni tarafı konuşmayı etkilemek için protokollerin dondurulduğunu açıklamış ve böylece Obama’yı ‘soykırım’ ifadesine yönlendirmiştir. Barışın altyapısı güven tesisi ise bu entrikalar ile nasıl bir güvenli atmosfer tesis edilebilir ki? Kimileri de karşılığında Türkiye’nin protokolleri oyaladığını ileri sürebilir. Lakin Türkiye’nin protokolleri benimsemesi zoraki ve yine Ermeni baskı ve entrikalarıyla olmuştur. Ve Ermeniler Azeri meselesini göz ardı etmekte ve onlara yönelik hâlâ taze olan mezalimlerini tashihe de yanaşmamaktadır. Geçmişte Türklere karşı diğer milletleri devreye sokma politikaları nasıl geri tepmişse bugün de yine başkalarının maşalığını yapmak da onları maksatlarına ulaşmaya isal etmeyecektir. Obama’nın Meds Yeghern (Nakba/Büyük Felaket) gibi tumturaklı ifadelerle Ermeni meselesini gündeme getirmesi başta Ermeniler olmak üzere kimsenin yararına değildir. Obama’nın bu ifadesi Irak ve Afganistan ve Vietnam bağlamında anlamlı olabilir. Üstelik Kızılderili ve kendisi gibi siyahların kaderiyle ilgili kara geçmişi de hatırlatmaya gerek yok. Kimileri 24 Nisan’ı ortak yas ve ortak acı olarak hatırlamayı teklif etmektedir. Bunun zamanı ve yeri Ermenilerin müşterek tarih üzerindeki pürüzleri kaldırmasından ve tarihi taleplerinden vazgeçmelerinden sonra ve mesele sadece vicdani alana ve boyuta inhisar ettiğinde mümkün olabilir. O zaman elbette ki birbirimizin hatırını hoş tutalım ve mazi sayfalarını tarihe gömelim. Çünkü onların bugünkü talepleri vicdani değil, cüzdanla alakalıdır ve içimizde onların sözcülüğünü yapanlar da buna alet olmaktadırlar. Çok arzu ediyorlarsa özür diledikleri gibi kendi paylarına düşen tazminatı da ödeyiversinler. Milletin yakasından ellerini çeksinler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.