“Ret Cephesi”ne bak, Ergenekon’u anlarsın!
Hani “Ergenekon’u sulandırma” ve dolayısıyla “kafaları bulandırma” görevi üstlenen taife, hemen her ağızlarını açtıklarında “elma”larla “armut”ların “Ergenekon sepeti”ne doldurulduğunu söylüyorlar ya; bir “general” ile “profesör”ün, bir “sendikacı” ile bir “gazeteci”nin aynı sepete konulduğunu iddia edip; “Bu birbirine benzemez insanlar, nasıl aynı örgüte dahil ediliyor?” diye soruyorlar ya; gelin, biz de aynı soruyu “Meclis’teki muhalefet” için soralım... Söyleyin Allah aşkına; “sosyal demokrat” olduğunu iddia eden bir CHP ile, “Türk milliyetçisi” olduğunu iddia eden bir MHP, ya da “Kürt milliyetçiliği” yapan bir BDP, nasıl “aynı tavır”da birleşebiliyor?..
Malûm, “Anayasa değişikliği paketi”nin oylamaları esnasında, CHP’li Milletvekilleri “oylamalara bile katılmayarak”, değişikliğe “karşı” çıktıklarını göstermişlerdi... Değişikliğe o kadar karşıydılar, iradelerine öylesine “ipotek” konulmuştu ki; “Geçici 15. Madde”nin kaldırılmasını, dolayısıyla “12 Eylül Cuntası”nın yargılanmasını “kendileri teklif ettiği” halde, oylamaya bile katılmadılar!..
Buna, ister “CHP’de Baykal diktası” deyin, ister “faşist baskı” deyin, netice değişmez... Netice ortada: AK Partili Milletvekillerine “evet” oyu kullanmaları yönünde “baskı” yapıldığını iddia eden CHP’li kurmaylar, kendi milletvekillerinin oy kullanmasına bile “yasak” koydular!.. “Oy kullanma” esnasında; bırakın Genel Kurul’da kalmayı, “çiçeklerin bulunduğu yerdeki oy sandıkları tarafına geçmeleri” bile yasak!..
Tam bir baskı, tam bir faşizanlık!..
Hitler ve Mussolini ne ki;
Baykal, onları cebinden çıkarır!..
Peki, bu “baskı” ve “ipotek” niye?..
Ola ki; CHP’li vekillerin gönülleri yumuşar da, “evet” deyiverirler diye!.. Amaç, “vicdanlara da pranga” vurmak!..
Oylamalar, güya “gizli” yapılıyor!..
“Baykal sultası”na boyun eğen CHP’liler, işte “açık açık” koyuyorlar tavırlarını!..
MHP VE BDP: “İSTEMEZÜK!”
“MHP’nin tavrı”na gelince!.. Kabul edelim ki, MHP’liler hiç olmazsa “dürüst” davrandılar... Tabiî, “dürüst” olmaları, “çelişki”lerini ve “çifte standart”larını ortadan kaldırmaz!.. Fakat, yine de “oylama”lara katıldılar ve “Dev-buğ’un buyrukları” doğrultusunda “ret” oyu kullandılar!..
Öyle bir “retçi” idiler ki;
“12 Eylül kıyımı”na uğrayan “ülkücü” gençlerin “3 ayaklı sehpalarda asılmaları”na ve “demir parmaklıklar ardında çürütülmeleri”ne rağmen, “12 Eylül’cülere yargılanma yolu” açan teklife bile “ret” oyu verdiler!..
Düşünebiliyor musunuz;
Herhalde “ip” yokluğundan, “Apo’yu idam sehpasından kurtaran” bir MHP, “ülkücüleri idam eden” askerî cuntanın yargılanmasına “hayır” dedi!..
Ya BDP’nin tavrı?.. Anayasa oylamaları sürecinde, onlar da epey “git-gel” yaşadı...
“Baskı”lardan, “dayatma”lardan ve kendilerine yapılan “zulüm”lerden en çok yakınan, kurdukları “parti”lerin her defasında kapatıldığından şikâyet eden bir BDP, “parti kapatmaları zorlaştıran” Anayasa teklifine bile “hayır” dedi!..
Şu “çelişki”ye bakın;
Hem “parti kapatmalar”dan şikâyet ediyorsun, hem de “parti kapatmaları zorlaştıran” teklife “hayır” diyorsun!..
Demek oluyor ki, baskı da bir “edebiyat”mış, dayatma ve zulüm söylemi de!
Hani, adamın biri “berber koltuğu”na oturup, sormuş ya berbere; “Saçlarım ak mı, kara mı?”
Berber de demiş ya;
“Önüne düşünce görürsün!”
CHP’nin de, MHP’nin de, BDP’nin de saçları önlerine döküldü ve kimin “ak”, kimin “kara” olduğunu millet gördü!..
Kim “samimi”dir, kim “rol kesmekte” ve “oynamaktadır”, hepimiz gördük!.. Millet, bu tabloyu elbette değerlendirecektir!.. Meclis’te “oy sandığına gitmeyenleri” de değerlendirecektir, gidip “ret” veya “evet” diyenleri de değerlendirecektir!..
DARBELERİN SONU NİYE GELMİYOR?
Sözün burasında, “Meclis’teki önceki gece”den bahsetmek istiyorum... Bana göre; önceki gecenin “2 hatibi” vardı: Biri, aynı zamanda Anayasa Profesörü olan AK Parti Milletvekili Burhan Kuzu, diğeri de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay...
Bence, Burhan Kuzu’nun şu sözleri, hem “hafıza kayıtları”na geçmeli, hem de “tarih”e kazınmalıdır:
¥ “Bugün yargı bağımsızlığını öne çıkaranlar 28 Şubat’ta, Genelkurmay Başkanı’nın brifing salonuna bir otobüs yetmedi, ikinciyi kaldırarak giden yargıçlara sesleniyorum; bugün getirdiğimiz düzenlemeyi yargı bağımsızlığına aykırı sayan o insanlar, acaba oraya gidip Çevik Bir salona girdiği zaman neden ayağa kalkıp alkışladılar?”
¥ “27 Nisan 2007’de Başbakan dik dururken, Bakan açıklama yaparken, bugün ‘12 Eylül yargılansın’ diyenler neredeydi?”
¥ “Türkiye’de neden darbelerin sonu gelmiyor? Bunun sebebi, siyaset içerisinde rakibini sandıkta yenemeyenlerin bu tür darbelere bel bağlamasıdır. Türkiye’de sivil generaller var bilesiniz. Evvela kafaların değişmesi lazım. Rakibini sandıkta yeneceksin.”
DARBECİLERE “EMRİNİZDEYİZ PAŞAM” DİYENLER!
Ertuğrul Günay’la ilgili tavrımı biliyorsunuz... Bana göre çok “yanlış”lar yaptı ve ben de kendisini eleştiren çok yazı yazdım... Ama, “yiğidi öldürsen de, hakkını yeme” demişler!.. Ertuğrul Günay, önceki gece, “çok güzel bir konuşma” yaptı...
CHP’ye de, MHP’ye de, Kamer Genç’e de öyle “gönderme”ler yaptı ki; ben olsam; “yer yarılsa da, yerin dibine girsem” derdim... Ama, “sözün adresinde” olanlar o kadar rahattı ki; “yüz”leri “kösele” kaplı olmalı ki, “suçlama”ları kös kös dinlediler!..
Buyurun, o suçlamalardan bazıları:
¥ “Bugün kaldıracağımız hüküm, 1961 Anayasası’ndaki hükümle aynıdır... Bu hukukumuzda 50 yıldan beri var. 7 yılın sorumluluğu bizim ama geride 47 yıl var. Bu akşam hepimiz birlikte, Türkiye demokrasisi, hukuku, Anayasasının alnına sürülmüş bulunan bu kara lekeyi kaldırmanın onurunu ve sorumluluğunu gelin birlikte paylaşalım.”
¥ “Hiçbir hukuk metninde 28 Şubat’ı gerçekleştirenlerin yargılanamayacağına ilişkin düzenleme bulunmuyor... Neden yargılanamıyor biliyor musunuz?.. Çünkü darbe olduğunda Pakistan’da yüksek mahkemenin yargıçları cübbelerini çıkararak darbecilerin önüne atıyorlar, bizde ise yüksek mahkemenin yargıçları darbecilerin önünde ‘Emrinizdeyiz Paşam’ diyorlar.”
¥ 12 Eylül, herkesi mağdur etti. Verilen görevleri kabul etmeyen, direnç gösteren bir tavır sergilemek yerine, Danışma Meclisi’nde üyelik kapmak için nice insanlar sıraya girdi, kimileri de ‘Biz hapisteyiz ama fikrimiz iktidarda’ diye 12 Eylül’ü haklı gördüğünü, içselleştirdiğini, bağışladığını söyleyebildi. Bunları toptan hepimizin reddetmesi gerekiyor.”
Ertuğrul Günay’ın, kendisine yönelik, “dönek deyince ne anlıyorsunuz?” sorusuna verdiği cevap da; CHP’lilerin suratında patlayan “Osmanlı tokadı” gibiydi:
“Ben sosyal demokrasi, sosyal adalet, milli irade gibi kavramları kullanıp da sonra milli iradenin seçtikleriyle baş edemeyeceklerini gördükleri zaman, postal sesinden umut bekleyen demokrasi düşmanlarını anlıyorum.”
Bu söz, “CHP’ye kapak” olur herhalde!..
1961 VE 1982’DEKİ MADDELER
Bu vesileyle, yine Ertuğrul Günay’ın gündeme getirdiği bir “olay”dan söz etmek istiyorum.
Malûm, şöyle demişti:
“Bugün kaldıracağımız hüküm, 1961 Anayasası’ndaki hükümle aynıdır.”
Ne yalan söyleyeyim; bu “aynılığı” hiç düşünmemiştim... Demek, 1982 Anayasası’ndaki “Geçici 15. Madde” ile 1961 Anayasası’ndaki “Geçici 4. Madde” aynıymış, ha... Hemen “ilgili maddelere” baktım ve gördüm ki; tıpkısının aynısı!..
Buyurun, “darbeci generaller”in “kendilerini korumak” için “yazdırdıkları” maddelere bir bakalım:
“1961 Anayasası’nın, Geçici 4. Maddesi” aynen şöyle:
¥ “27 Mayıs 1960 tarihinden itibaren Kurucu Meclis’in toplandığı 6 Ocak 1961 tarihine kadar yasama yetkisini ve yürütme görevini Türk Milleti adına kullanmış bulunan Milli Birlik Komitesi’nin ve Devrim Hükümetleri’nin karar ve tasarruflarından ve bunların, idarece veya yetkili kılınan organ ve mercilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında cezai veya mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.”
Buyurun, bir de 1982 Anayasası’nın “Geçici 15. Madde”sine bir bakalım:
¥ “12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Başkanlık Divanı’nı oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk Milleti adına kullanan, 2356 sayılı kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyi’nin, bu Konsey’in yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisi’nin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.”
Nasıl; “aynısının tıpkısı” değil mi?..
3 PARTİ, NİYE ‘RET CEPHESİ’NDE?
Gördüğünüz gibi;
“Cuntacı”lar; asmışlar-kesmişler, yemişler-içmişler ama “kendilerini garantiye almak” için Anayasa’ya hüküm koydurmuşlar:
“Bize dokunamazsınız!..
Bize hesap soramazsınız!”
49 yıl sonra bugün “kaldırılan” hükümler, işte bu hükümlerdir!.. Artık, “darbecilerden hesap sormak” mümkün olacaktır.. Önceki gece, daha doğrusu, dün sabaha karşı, bu yol açılmıştır!..
Gelin, görün ki;
“Kendileri teklif ettikleri” halde, “Baykal markajı”nı aşamayan zavallı CHP’liler, bu maddenin oylamasına bile katılamadılar!..
MHP de, “ülkücü şehitler” edebiyatı yapmasına rağmen, maalesef “ret” oyu verdi.
BDP’liler de “MHP’nin kuyruğu”na takıldı!..
Yazımızın başına dönelim... “Birbirleriyle ilgisi olmayan insanlar”ın, nasıl olup da “Ergenekon sepeti”ne konulduğunu merak edenler; “birbirlerine benzemez 3 parti”nin, nasıl olup da “ret cephesi”nde buluştuğuna bir bakmalıdır!..
Hani, Ecevit, bir “şiir”inde der ya;
“Sıla derdine düşünce anlarsın
Yunanlıyla kardeş olduğunu”
Bana öyle geliyor ki;
CHP, MHP ve BDP’liler de, “Meclis’e düşünce” anladılar, birbirleriyle “kardeş” olduklarını!
Evet, “statüko kardeşi” olduklarını!
Ana muhalefet... Ana Yasa!
Bizim kültürümüz ve inancımızda “Ana”nın kutsal bir yeri vardır... Her söze eyvallah ederiz de, “Ana”ya söz söyletmeyiz... Bu yüzden de, “mukaddes” bulduğumuz her şeyi, “ana” ile birlikte anarız... Meselâ, “Anadolu” deriz ama “Babadolu” demeyiz!..
Muhalefetin en büyüğüne de; yine bu saygımızdan dolayı, “Ana muhalefet” deriz... Onlar, “baba bir muhalefet” yapsalar da, adları “ana muhalefet”tir!..
Meselâ biz, “değişmez yasa”lara “Ana Yasa” deriz... Tabiî, bu yasalara uygunluğu kontrol eden makama da “Ana Yasa Mahkemesi” deriz!.. Öyle ya; “ana”lar şefkatlidir, “ana”lar fedakârdır, koruyucudur, kollayıcıdır!.. Bu yüzden, biz “ana”lara “öf” bile demeyiz!..
Ama; “evlat”ların olduğu gibi, “ana”ların da “görev ve sorumluluk”ları vardır!..
Görev ve sorumluluğunu bilmeyen “ana”lara boyun eğilmez!..
“Ana muhalefet”in genel başkanı Bay Baykal dün demiş ki;
“Anayasa oylaması Köşk’te onaylandıktan sonra, Anayasa Mahkemesi’ne gideceğiz!”
Niye “Anadolu”ya gitmiyorlar da “Anayasa Mahkemesi”ne gidiyorlar?.. Demek ki; “Anasının has evlâdı” görüyorlar kendilerini!..
Demek ki, “Anadolu”ya gitmeye yüzleri yok!..
Siz olsanız, bu durumda “Ananı da al git!” demez misiniz?