Velev ki ardında Ergenekon olsa!

Velev ki ardında Ergenekon olsa!

Bir yanlış başka bir yanlışla düzelmez. Başsavcının hazırladığı iddianamede birçok yanlış var. Suç olmadan ceza tesis etmek, yasama ve icra organının yetkilerine müdahale etmek ve "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak" ithamını, hukuka uymayan bir laiklik tanımı üzerine inşa etmek gibi.

Ama bütün bu yanlışların hepsi bir iddia. AK Parti, bu iddialar karşısında savunmasını yapacak ve mahkeme kararını verecek. Mahkemenin -367 tecrübesi yüzünden- yanlı davranacağı endişesi taşıyanların da, mahkeme safahatının kamuoyunun gözleri önünde geçeceğini, kamu vicdanının ve toplumsal sağduyunun bir baskı unsuru olarak devrede olacağını gözden kaçırmamaları lâzım.

Mahkemeler, "Türk milleti adına" karar veriyor. Milletin egemenlik hakkını kullanan üç erkten birini yargı oluşturuyor. Millet egemenlik hakkı içinde yer alan yargı gücünü, soyut hukuk kuralları çerçevesinde savcı ve yargıçlara, yani mahkemelere devrediyor. İcra ve yasama gücünü ise sandıkta sergilediği irade ile hükümete ve yasama organına veriyor. Başsavcının iddianamesi ile başlayan yargılama süreci o zaman, milletin egemenlik hakkını kullanan üç erkin bir kapatma davası ile karşı karşıya gelmesi anlamına geliyor.

Demokrasinin çok sağlam, çok tutarlı bir mantığı var: Yargı, milletin kendisine devrettiği yetkiyi hukuk dışında başka bir amaçla kullanırsa, yine millet bu yanlışı düzeltecek son karar mercii. 22 Temmuz seçimlerinin, Anayasa Mahkemesi'nin "367 kararı"nı düzeltmesi gibi. Yassıada Mahkemesi'nin yanlışlarının uzun yıllar boyu, tekrar tekrar tashih edilmesi gibi. Güveneceğimiz şey, yargı erkinin de eninde sonunda demokrasinin bu sağlam muhakemesine boyun eğmek zorunda oluşu. Yargıçları intihar eylemcileri gibi düşünmek yanlış.Yargı, kendisine emanet edilen hukuku uygulamakla mükellef; yoksa başkasına zarar vermek için kendisini yok etmiş olur.

Başsavcının iddianamesindeki yanlışları düzeltmenin yolu, yasama aracılığıyla yargıya müdahale etmek ve tartışılan oyunun kurallarını değiştirmek olmamalı. Bir uçtan gelen etkiyi tam karşı uçtan gelen tepkiyle dengelemenin, bir yanlışı düzeltirken daha büyük yanlışlara yol açmak olduğunu, demokratik tecrübeler bize gösteriyor. Başsavcı yanlış iddialarda bulunuyor, ama bu yanlışları ileri sürme yetkisi olduğunu unutmamamız gerekiyor. Bu yanlışları tartışmak ile yanlışı düzeltmek için yanlışı yapanın yetkisini değiştirmeye kalkmak çok farklı şeyler.

Gazete haberlerine yansıyan anayasa değişikliği hazırlıklarının, yargıya müdahale sınırına dayanmaması lâzım. Bugün yasama ve icra ile ilgili bir meşruiyet sorunu yok; ama yargının diğer iki erke müdahalesi, bu iki erkin yargıya müdahalesi ile karşılık bulursa, çok derin bir sistem bunalımını kendi ellerimizle yaratmış oluruz.

Türkiye'nin esaslı bir rejim, yani siyasal sistem sorunu var. Bu sorun cumhuriyetin, laiklik gibi temel esaslarına yönelik bir tehlikeden kaynaklanmıyor. Sorun sistemin mantığından değil, pratikten kaynaklanıyor. Demokratik kurallar çerçevesinde oluşan iktidara alternatif bir muhalefete sahip değiliz. CHP ısrarla bu görevden kaçıyor, bu boşluğunu zaman zaman askerler, zaman zaman medya ve bugün olduğu gibi bazen de yargı dolduruyor.

Sistemin kendisinden, anayasal kurallardan değil; ama pratikten yani muhalefet boşluğundan kaynaklanan bir "çoğunluk diktası" korkusu, toplumun hiç olmazsa % 20'sine egemen durumda. Başsavcının teşebbüsüne karşı, yargısal denetimi sınırlayacak düzenlemeler, işte bu "çoğunluk diktası" korkusuna derinlik kazandıracaktır. Sonuç, ara yolun bulunmaması yüzünden çılgın ve vahşi bir azınlık diktasına yol açmaktır.

İddianamenin arkasında "Ergenekon çetesi" de dâhil ne olursa olsun, hepimizin riayet etmesi gereken çerçeve, demokratik hukuk devletinin yazılı kurallarıdır.

İddianamenin yanlışını görenlerin ortak bir görevi var: Bir yanlıştan başka bir yanlış çıkarmamak. Tepkisellikten uzak sakin işleyen serinkanlı ve dengeli bir ortak akla ihtiyacımız var.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi