Ne yazsam... Başbuğ’u mu, AK Parti’deki fireyi mi?
Dünkü Vakit Yayın Kurulu’nda, gündemdeki haberler tek tek okununca, hemen hepimiz aynı şeyi söyledik... Gündem yoğun... O kadar yoğun ki, bu haberler “bir sayfa”ya sığmaz!.. Çünkü hemen hepsi de “manşet” değerinde haberler... İyi de, hangisini manşete çekeceksin?.. Günler sonra “olayı çarpıtan bir açıklama” yapıp, “görüntüleri niye sildiğine” izah getiremeyen OYAK Güvenlik’i mi, yoksa “STK temsilcileri”nden Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’a yönelik “tepkileri” mi?.. Aslında, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Hitler’e özenen Millî Şef’in fotoğrafları” ile ilgili sözleri de manşete çekilebilir... Hani, Erdoğan; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a seslenip; diyordu ya;
“Kendisini Churchill’e, bu ülkenin hükümetini de Hitler’e benzetiyor. Eğer illa Hitler’e benzetecek bir siyasi figür arıyorlarsa, kendi genel merkezlerindeki eski genel başkan fotoğraflarına baksınlar. Orada Führer’e özenip, kendisine ‘Milli Şef’ dedirtmiş genel başkanlarının Hitlervari bıyıklarının altından kendilerine gülümsediğini görecekler... Ona baksınlar.”
İşte, Hitler ve İnönü arasındaki bu “benzeme”nin fotoğrafları yan yana konulabilir; “İşte İnönü, İşte Hitler” denilebilir!..
Ama, gündemde daha ciddi haberler var... Meselâ, uzun süredir Şam’da bulunan ve Hamas lideri Halid Meşal’den “randevu” talebine cevap bekleyen muhabirimiz Mustafa Uzun’un “Meşal’le evinde yaptığı röportaj” var... Bu da önemli bir gazetecilik olayı...
Sonunda karar veriyoruz... Mustafa Uzun’un Halid Meşal’le görüşmesi, “sürmanşet”ten verilecek... OYAK’la ilgili haber “manşet” yapılacak... Hitler ve ona özenen İsmet İnönü’nün fotoğrafları, “yan manşet”ten kullanılacak... “İlker Başbuğ’a tepkilere” ise, “büyük” ama “altta” yer verilecek!..
“MÜTAREKE ASKERİ” DEYİVERİRLER!
Haberlerin yerlerini belirlerken, ben de “hangi konuyu yazayım?” diye düşünüyorum... Aslında, “İlker Başbuğ’un sözleri”ni eleştirmek niyetindeyim.
Diyeceğim ki;
Medyayı suçlayıp, “Mütareke basını” ve “hain” gibi ağır ithamlarda bulunanlar, bu ithamlara verilecek “cevap”lara da hazırlıklı olmalıdır!..
Öyle ya;
Sen “mütareke basını” dersen, yarın birileri de çıkar, “mütareke askeri” deyiverir!.. İşin doğrusu, “isabet” de kaydederler... Çünkü, İstiklâl Savaşı’nın en kritik günlerinde, İsmet İnönü gibi komutanlar, “Amerikan mandası”na girmeyi arzu ediyordu... Hatta, Kazım Karabekir’e; “Ne yapacaksın savaşıp da!.. Gel bir çiftlik alalım, sen Kazım Ağa ol, ben İsmet Ağa!” dediği arşivlerde kayıtlıydı!..
Bazıları da, “İngiliz mandası” istiyordu!..
Tabiî, “mandacılar” olur da, “mandacıların sözcüsü” olmaz mı?.. İlker Başbuğ, işte o “sözcü gazetecileri” kastedip, onları suçluyor olmalıydı... Evet, onlar “mütareke basını”ydı, belki de “hain”di ama onları yönlendiren “mütarekeci askerler”e ne diyeceksin?..
Meselâ, İsmet İnönü’yü nereye koyacaksın?..
İşte bunları geniş geniş yazmaya niyetlenmiştim ki, sonradan vazgeçtim... Öyle ya; İlker Başbuğ, bir anlık öfke ile, bu sözleri “ağzından kaçırmış” olabilir!..
Ve ayrıca, gazeteler; İlker Başbuğ’un, 29 Nisan günü 68 yaşına bastığını, dolayısıyla görev süresinin dolup, artık “hukuken emekli” olduğunu yazıyorlardı...
Daha da ileri gidip, diyorlardı ki;
“67 yaşını doldurup, 68 yaşına basan bir komutan, 1 gün dahi göreve devam edemez!.. Etse bile, attığı her imza hükümsüzdür!.. Vereceği hiçbir kararın hukukî geçerliliği yoktur!.. Başbuğ imzalı her karar hakkında dâvâ açılabilir!”
İşte bu haberleri okuyunca, vazgeçtim Başbuğ’u eleştirmekten... Öyle ya; “karar”ları hukuken “yok” hükmünde olan bir insanın, “söz”leri de “yok hükmünde” olmalı, değil midir?..
Kararları “hükümsüz” olan bir insanın, sözleri de “hükümsüz” olacağına göre, onu niye dikkate alayım ki?..
Dolayısıyla; medyaya yönelik “mütareke basını” ve “hain” suçlamalarını “hükümsüz” kabul edip, eleştirmekten vazgeçtim!..
BİR BETON DUVARA PARA YOK MU?
Ama, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” sözünde olduğu gibi, İlker Başbuğ’un yerine gelecek komutanlara bir çift sözüm var:
“Fenerbahçe Orduevi’nde paşalara lüks konutlar ve şehirlerin en güzel yerlerinde orduevleri inşa ederken, Tunceli’deki Nazimiye Karakolu da dahil, karakolların etrafına bir beton duvar ördüremediniz mi?.. Bir beton duvar, kaç paradır ki?.. Ergenekon sanıkları için para toplayacağınıza, beton duvar için para toplasaydınız ya!..
İşte açık yazıyorum; bir beton duvar için harcanacak parayı benden isteseydiniz; dişimden-tırnağımdan arttırır, 3-5 ay kuru ekmek yer, o parayı denkleştirmeye çalışırdım!..”
Ama yine de sorardım:
PKK inleri, hani “BBG Evi” gibiydi?.. Hani, her hareketleri “uydu”dan izleniyordu?.. Hani, “aldıkları nefes” bile duyuluyordu?.. Yoksa, helikopterler gibi, uydular da mı “sis”te çuvalladı?..
Ben anlayamadım bu işi: Siste uçamayan bu helikopterler, pikniğe giderken nasıl uçuyor?!?”
Ama, ne söylesen boş!..
Olan Mehmetçik’e oluyor!..
Ölen onlar, anaları ağlayan onlar!..
Hani, demiş ya atalarımız;
“Ağlarsa; anam ağlar,
Gerisi yalan ağlar!”
8. MADDEDE 8 FİRE!
Dedim ya; ilk başta “Başbuğ’un sözleri”ne ayrıntılı bir cevap vermeyi düşünmüştüm... Ama sonradan, onun bu sözleri “ağzından kaçırmış” olabileceğini, dahası “68 yaşına bastığı” için sözlerinin “hükümsüz” sayılabileceğini düşünüp, onu eleştirmekten vazgeçtim!..
Hele, “saat 17.00” civarında gelen bir haber, bütün moralimi alt-üst etti. Bırakın OYAK ve Başbuğ’u yazmayı, bir ara yazı yazmaktan bile vazgeçmeyi düşündüm!..
Gelen haber malûm;
“AK Parti, 8. maddede 8 fire verdi!.. Parti kapatmaları zorlaştırıp meclis iznine bağlayan teklif, 327 oyda kaldı!.. Madde, 330’un altında kaldığı için referanduma götürülemeyecek!”
Canım öyle sıkıldı ki, kime, ne söyleyeceğimi bilemedim... İlker Başbuğ gibi, “ağzımdan kaçırıp” ağır bir söz söylesem, biliyorum ki bedeli ağır olacak!..
Buna “demokrasinin cilvesi” mi desem, yoksa “CHP ile cilveleşenler” mi desem?..
Şu hâle bakın;
“Parti kapatmayı zorlaştıran” bir maddede AK Parti, “8 fire” veriyor!.. Bugüne kadar “5 parti”leri kapatılan, ve her platformda bundan şikâyet eden BDP’lileri zaten saymıyorum... Hadi onlar bu işin edebiyatını yapıyor ve destek vermiyor, “AK Partili”lere ne oluyor?..
Ne yani, bu 8 adam, “partiler kapatılsın” mı istiyor?.. Bu 8 adam, “parti kapatmalarının, Yargıtay Başsavcısı’nın iki dudağının arasında olmasını” mı istiyor?..
Kim bu adamlar?..
İlker Başbuğ’un deyimiyle, bu “hain”ler, bu “mütarekeci”ler kim?.. Kim bu CHP’nin ve Ergenekon’un ekmeğine yağ sürenler?..
Bunlar, “hizmet aşkı”yla mı geldi AK Parti’ye, yoksa gökten “zembil”le mi indirildiler?.. Birileri, onları “Truva Atı” olarak mı soktu AK Parti’nin içine?..
Şu hâle bakın;
Bir milletvekili ki, tam da “yol ayrımı”na gelinmişken, birdenbire “makas” değiştirip, partisini satıyor!.. Resmen ve alenen “ihanet” ediyor!..
Baykal’ı sevindiriyor, Ergenekon’u sevindiriyor!..
Bu “bulunmaz Hint kumaşları”(!)nı Tayyip Bey mi arayıp buldu, yoksa, o meşhur “denge hesapları” ile mi “sızdılar” partinin içine?..
EVREN’DEN ÖZAL’A ŞART!
Geçenlerde, Burç FM’de Bünyamin Bey’in sunduğu programda Rasim Özdenören, ANAP’ın kuruluş yıllarını anlatıyordu... Rahmetli Turgut Özal, parti kurmaya niyetlendiği günlerde, kendisine “3 isim” önerilmiş!.. Bu isimler, mutlaka “ANAP yönetimi”nde olacak!..
Aksi halde;
“Milli Güvenlik Konseyi’nden onay çıkmayacak!”
Yani, rahmetli Özal, parti kuramayacak!..
“Özal’a dikte edilen” isimler şunlar:
Mesut Yılmaz!..
Bedrettin Dalan!..
Vural Arıkan!..
Rahmetli Özal, “partiyi kuramamak”tansa, bu 3 ismi alıyor ANAP yönetimine!..
Rasim Özdenören “Diğer ikisini bilmiyorum ama” deyip ekliyordu: “Mesut Yılmaz’ın ANAP yönetimine alınmasını isteyen kişinin darbe lideri Kenan Evren olduğunu sonradan öğrendim!.. Hatta Mesut Yılmaz’ın iyi bir Hariciyeci olabileceğini bile söylemiş.”
Düşünebiliyor musunuz;
Kenan Evren gibi bir adam, rahmetli Özal’a isim “dikte” ediyor!.. Tabii, bunun anlamı şu: “Ya Mesut Yılmaz’ı partiye alırsın, ya da parti kurmana izin vermem!”
Rahmetli Özal, mecburen ve mecburiyetten almış Mesut Yılmaz’ı!.. Ama sonra, Mesut Yılmaz’dan çektiğini nasırından çekmedi!.. Mesut Yılmaz yüzünden, Çankaya’yı terkedip yeni parti kurmayı bile düşündü!..
İşbu Mesut Yılmaz’ın, “ANAP’ı nasıl erittiğini” ve sonraki yıllarda da, İHL’lerin köküne nasıl kibrit suyu döktüğünü hep birlikte gördük!..
NE KARŞILIĞI, KAÇA SATILDILAR?
Acaba diyorum;
Bu “plan”lar, bu “hesap”lar, daha ilk günlerden mi yapılıyor?.. Bazı kişiler, birer “Truva Atı” olarak, partilerin içine daha ilk günlerden mi sokuluyor?..
Meselâ, “parti kapatmayı zorlaştıran madde”ye “hayır” oyu veren “8 AK Partili milletvekili” de, böyle “kritik bir madde”de “CHP ve Ergenekon yanlısı” tavır koymak için mi sokulmuştur AK Parti’nin içine?..
Öyle ya; BDP’ye “toptan ret” dedirten bir mihrak, herhalde AK Parti’nin içine de “Truva atları”nı baştan sokmuştur!.. Bir adam, “böyle bir gün”de partisine “ihanet” ederse, bu adamlarla nasıl “yola devam” edilir?..
Na zaman “satılacakları”, ne zaman “yamulacakları” belli olmayan adamlarla yola da çıkılmaz, “yola devam” da edilmez!..
Tayyip Erdoğan, yine de “olgun” adam ki, bu “ihanet”e sadece “sitem” ediyor!.. Ben olsam; “neye ve kaça satıldıklarını” sorardım!..
Her neyse... Ağzımı daha fazla bozmayayım... Ağzımı bozup da, İlker Başbuğ’un durumuna düşmek istemem!..
Ne yapalım; biz de sineye çekeceğiz!..
Bunun da kokusu çıkar herhalde!..
==========
Ülkenin altını OYAK!
“TÜBİTAK Raporu”nun üzerinden “tam 12 gün” geçtikten sonra; “sırf açıklama yapmış olmak için açıklama” yapan OYAK Güvenlik Şirketi; kendisini savunmaya çalıştıysa da, hiçbir soruya cevap veremedi!.. Cevap verilmesi gereken asıl soru şu: “Arızalı diye söküp götürdüğün harddisklerin yerine yedeğini niye koymadın?”
Muhabirlerimiz, dün, günboyu bu sorunun cevabını araştırdı…
“Güvenlik şirketleri”ni arayıp, onlardan “sözleşme şartları”nı sordular… Hatta, dediler ki; “Bakın, OYAK’ın yaptığını biliyorsunuz… Adamlar, arızalı dedikleri harddiskleri söküp götürdüler, dolayısıyla 23 saat 5 dakika süreyle görüntü alınamadı… Siz de böyle mi yaparsınız?”
En sıradan güvenlik şirketleri bile; “Hayır” dediler, “Biz, 24 saat boyunca görüntü almayı garanti ediyoruz… Bir arıza olursa, ekibimiz hemen oraya gelir… Eğer arızayı yerinde gideremezler de harddiskleri sökmek zorunda kalırlarsa, mutlaka yedek bir harddisk takarlar ve dolayısıyla görüntü almada aksaklık olmaz!”
Düşünebiliyor musunuz, “sıradan güvenlik şirketleri” bunu yaparken, başında “albay”ların bulunduğu OYAK, harddiskleri söküp götürmekle kalmıyor, üstüne üstlük “var olan görüntüleri de siliyorlar” ve böylece “Danıştay cinayetinin delilleri”ni yok ediyorlar!..
Sanki, “ülkenin altını oymak” için varlar!..