Kâtip benim, ben kâtibin el ne karışır?

Kâtip benim, ben kâtibin el ne karışır?

Güzide basınımızda iletişim ahlâkına bu kadar saygılı, bu kadar meraklı ve hassas "Yazı insanları"nın varlığı insanın bilumum tüylerini diken diken ediyor.
Huşû içindeyim, vecd hâlindeyim... Transa geçmeme pek bir şey kalmadı; esasen ahlâk ve hakkaniyet âbidesi olduğunu hatırlayarak kudsi bir öfke ile ayağa kalkan ve ağzından alevler fışkırtarak basın etiğine saygısız çevreleri mikrodalga fırınına girmiş kabuklu patates gibi kızartan bu ahlâki hamleyi bütün varlığımla tebcîl ve tebrik ediyorum. Aferin be!

Unutmayalım ki, bu millet, şöyledir böyledir ama, milli varlığa ve umûmun ahlâkına yönelen çirkin saldırılar karşısında her zaman sıkılmış yumruk gibi sert ve kahhar durmayı her zaman becerebilmiştir; nitekim şanlı ve nâmuskâr Türk matbuatının "herşeyden daha elîm ve vahîm olmak üzere" şu mezkûr hâdise karşısında takındığı tavır, o eski İstanbul türküsünde geçen, "Kâtip benim, ben kâtibin / el ne karışır" ölçüsü şeklinde tecellî etmiş bulunuyor ki büyük merhaledir; hezâr tahsîn!

Bu, çağlar üzerinden koca bir sıçrayışla atlayarak üzerine kestirmeden konuverdiğimiz bir ahlâk zaferidir; bu zaferin keyfini hiç kimse bozamaz; hele hele ilk gün, "Bu meseleyi ayıplamak maksadıyla da olsa gündeme getirmeyelim, yok sayalım... bu hadiseden siyasi sonuçlar çıkarmaya kalkışmayalım..." diye köşeli bir tepkiyle elâleme sıkı bir ayar çektikten sonra hemen ertesi günü, "Maalesef yapabileceğimiz bir şey yok; bu bir haberdir. Komplocuların zaferi kesinlik kazanmıştır" diye çarkeden birtakım elemanların itirafları kesinlikle mâneviyatımızı bozmamalıdır.

Türk basını ahlâken pek yüksektir; Türk matbuatı özel hayata pek hürmetkârdır, Türk medyası ayıp işleri teşvik etmez: Şecîdir, mazbuttur, muhteremdir, dürüsttür, hakşinastır; iftira bilmez, yalan yazmaz, asparagas yapmaz, mağluba el kaldırmaz!

Türk basını "magazin"e kesinlikle yer vermez; sadece birtakım "Hayat-ı hakikiyye sahneleri" karşısında habercilik refleksini konuşturur o kadar!

Türk basını, "Göğsü büyükse bahşiş de büyük" diye haber yapmaz meselâ, onu Yunan basını yapar! Çoluk çocuğun bile rahatça izleyebildiği gündelik gazetelerde ve web sayfalarında çıplak kadın fotoğrafı koleksiyonlarına yer vermez; ünlülerin "frikik"li anlarını yayınlamaz. "En güzel oto yıkama", "Bikini en çok ona yakışıyor", "Evde bile çıplak", "Öyle bir yerine dövme yaptırdı ki", "Balon almak için", "Tacizci balık" diye başlıklar altında kadın çıplaklığı satmak gibi basit numaralara tevessül etmez. (Örnekler dünkü gazetelerden seçildi!)

"Niçin bu kadar çıplak kadın resmi basıyor ve cinsellik satıyorsunuz" diye sorulsa namuskârlıkları kabarır da, "Ne yani biz k...t mıyız şimdi?" diye celâlleniverirler; buna mukabil yayında bu gibi hafifliklere yer vermeyen gazeteleri ise hemen, "Muhafazakârlar tecavüz skandalını neden görmüyor?" şirretliğiyle suçluluk psikolojisi baskısı altına almaya çalışırlar.

Basınımız aşka saygılıdır; aşkın kötüye kullanılmasına ise köpürür. Hergün reklamını yaptığı, sıradanlaştırdığı, pazarladığı, özendirdiği ilişkileri, yani tırnak içinde "Aşk"ı, ezkâzâ, kendi cenahlarından birinin yaşadığı ortaya çıkarsa ne yapacağını bilemez, saçmalamaya başlar. "Size ne kardeşim" der; "Sizin elinize geçmiyor da ondan iftira atıyorsunuz" der; "Aklınız fikriniz cinsellikte mi sizin kırsalın kıroları?" diyerek kendi güngörmüşlüklerine gururlu bir göndermede bulunurlar...

Evet, kendilerine göre bir ahlâki umdeleri var elbette; fakat nerede ve ne zaman unuttuklarını hatırlayabilseler süper olacak...


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi