17 Mayıs: Ulusal özür günü!
Dün “17 Mayıs”ın yıldönümü idi… Bu ihmal edilmemesi gereken bir yıldönümü...
Hemen hatırlayamamış olabilirsiniz; bundan 4 yıl önce, “19 Mayıs”tan iki gün evvel Türkiye için dönüm noktasını işaret eden bir cinayet işlendi.
Seçilmiş siyasî iktidarı devirmek maksadıyla dehşet verici bir cinayet tertiplendi. Azmettirilmiş tetikçi Danıştay dairelerinden birine girdi ve silahını ateşledi…
Danıştay cinayetinin korkunç bir tertip olduğu, öncesi ve sonrasıyla bu tertibin bütün unsurlarının harekete geçirildiği artık iyice belirginleşiyor.
TÜBİTAK raporu, tertibin cinayet sonrası ile ilgili sağlam ipuçları ortaya koyuyor. Cinayeti işleten güç, delillerin karartılması için de gerekeni yapmış. Güvenlik kamerasının kayıtlarını ustaca sil(dir)miş.
Cinayet işlendikten sonra kamera kayıtlarını sildirenler, darbe vasatı oluşturmak için de çeşitli araçlar kullanmışlardır elbette. Mesela, bir televizyonumuz (NTV), saldırıdan bir gün sonra, 18 Mayıs günü Alparslan Arslan’a ait olduğunu iddia ettiği bazı görüntüler yayınlıyor. Görüntülerde Arslan’ın “dinci sicilinin kabarık” olduğu iddia ediliyor!
Güya Arslan Marmara Üniversitesi’nde oruç tutmayan öğrencilere saldırmış, Diyarbakır’da laiklik karşıtı gösteride bulunmuş ve Kadıköy Göztepe’ye cami yapılması eylemine katılmış!
Televizyon bu iddiaları isbat sadedinde görüntülere de yer veriyor. Şimdi bakıldığında görüntülerdeki kişinin Arslan olmadığı kolaylıkla anlaşılabiliyor, fakat olayların sıcağında gösterilenlere inanmaya eğilimli olan kitlelerin bunu görecek durumda olmadığı tahmin edilebilir.
Bu televizyonun haberinin paraleli haberi Hürriyet gazetesi yayınlıyor. Çıplak gözle görülen hakikatleri, gazetenin iyi yetişmiş elemanları ve yöneticileri de fark edemiyorlar ne hikmetse!
Yahut da, “herkes üzerine düşen rolü oynuyor!” diyebiliriz.
Bu meş’um oyunda başka kimlere rol verildi? Verilen rolü bilerek veya bilmeyerek üstlenenler ne yaptılar? Bu rolü farkında olmadan yapanların söyleyecek şeyleri olduğu gibi, bilerek, taammüden yapanların da millete karşı söylemesi gerekenler var.
Mesela Can Dündar, bilerek mi bu trajik tertipte rol aldı?
Can Dündar okuyucuları, Milliyet gazetesinde o günlerde yazdıklarını hatırlıyorlar mı acaba? Dündar, kendisine ulaştırılan özel bilgilere dayanarak şip-şak Arslan-İran bağlantısı kuruyor. Askerî bir kaynaktan aldığını belirttiği istihbarat bilgisini değerlendiriyor: “1995-97 döneminde Bingöl emniyeti, Hizbullah tarafından İran’ın Kum kentine eğitime yollanmış bir kişiyi saptıyor. Adı: Alparslan Arslan...”
Pek meşhur bir gazeteci, mutedil görünmeye çalışan bir köşe yazarı, değerler üzerinden ahkam kesen bir “fenomen” bunları yazarken, bir gün yalanlanacağını düşünemiyor mu?
Evet şimdi, Dündar’ın yazdıklarının tamamen yalan, hayal mahsulü saptırmalar olduğunu yüksek sesle söylüyoruz.
Can Dündar ciheti askeriyeden geldiğini iddia ettiği bilgileri ne için sütununda aktarıyor?
Seçilmiş hükümete karşı her türlü harekatın meşru olduğunu ifade etmek için!
Bakın ne buyuruyor: “Danıştay Başkanı’nın uyarı konuşmasına dudak büken Erdoğan, sorumluların en başındadır.”
Dürüst, sorumlu insan arıyoruz. Basın mesleği ahlâkı pek takmaz ama biz ahlâklı meslekdaşlar görmek istiyoruz.
Hakikat ortaya çıktığında, “darbecilerin kandırmacalarına inandım, kullanıldım, hata ettim, milletten ve suçladıklarımdan özür dilerim” diyebilecek haysiyet sahibi şahsiyetlere gerçekten ihtiyacımız var!
Kullanıldığı apaçık anlaşılan bu zatın, 17 Mayıs günü açıklama yapmasını bekledim.
Elbette böyle bir şeye tevessül etmedi. Teklifim şu: 17 Mayıs ulusal özür günü olarak ilan edilsin! Bu vesileyle milletten özür dilemesi gerekenler kendiliklerinden bunu yapmıyorlarsa, basın yayın yoluyla teşhir edilsin!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.