Ben olmaktan biz olmaya geçebilmek 2
"Ben" dediğimiz zaman, yaşadığımız toplumdan ve insanlardan bağımsız, ötekilerle kolkola değil karşı karşıya olan bir bağımsızlık akla gelier. Ancak biz deyince, ötekilerle olan ortak taraflarımız ve ilişkilerimiz, duygusal ve sosyal bağlarımız da dikkate alınır. Ben anne ile, diğer annelerden oluşan bizi oluştururuz ama burada biz benin bir parçasıdır.
Biz kavramı bir bütün olarak, insani gelişimi ve olgunluğu da ifade eder. Zira biz derken, kendimiz dışında, ailemizi, çevremizi, yakınlarımızı ve tüm insanlığı kendi kapsamımıza alarak onların sevincini ve hüznünü de paylaşmaya, onların ihtiyaçlarını da hesaba katmaya ve onlarla bir bütün olmaya inanmışızdır. Bu durumda, bütün insanlığın sorunları bizi ilgilendirir, bizden kilometrelerce uzaklarda birine yapılan haksızlık, akan gözyaşları içimizi burar ve ona yardımcı olmak için girişimde bulunuruz, eğer hiçbir şey yapmaya gücümüz yetmiyorsa dualarımızla zor durumda olan kişiye yardımcı olmaya çalışırız. Birinin ayağına diken batsa acısını hisseden bir kardeşlik anlayışıyla insanlığı kuşatan inancımız biz olmaya, cemaat, ümmet, mümin kardeşlik kavramlarıyla telkin ve teşvik etmekte ve insanlığı bir sevgi çemberinde toplanmaya çağırmaktadır. Bilindiği üzere olgun bir insanın dünyasında, ötekinin neşesi ve hüznü de yer alır.
Bugün biz olmanın, yani birliktelik ruhunun pasifize edilerek bireyselleşmenin ön plana çıkarılması, doğurduğu sonuç itibariyle insanları yalnızlaştırmıştır. Çünkü insan ne olursa olsun ötekilerle zengin bir alış veriş içinde bulunmaya ve yaşamını bu sevgi zincirinin halkası olarak sürdürmeye yatkındır. Benlik olgusu, fıtrıdir ve insanın yapısına uygundur ancak, bireyselleşme, globalleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır ve insan yapısına uygun olmayan bir sonuç doğurmuştur.
Modernleşme olgusu, esasen insanı kardeşlik ruhundan, bencilleşmeye ve biz olmaktan ben olmaya sürükleyerek onu çıkmazlara sürükledi.
Fakat birey olmak, yani kişinin kendini bir bütün olarak, olumlu ve olumsuz taraflarıyla kabul etmesi, kanıksamasıyla bireyselleşme yani ben odaklı bir yaşam tarzını benimsemesi ayrıdır. Bu anlamda bireyselleşme insanı ötekiyle ilişkilerinden elde edeceği zengin duygu alış verişinden ve sosyal dayanışma ruhundan soyutlamıştır.
Kişinin belli bir olgunluğa ulaşması, kendisine ve çevresine karşı hoşgörü kazanması onun kendi öznel alanındaki dünyasıyla ilgili bir gelişimdir. Ancak, her insanın kendine ait bir mahremiyet alanı ve öznel dünyası, yani "ben" diyebildiği tarafı, bir de insanlara açılan sosyal penceresi, biz olan tarafı vardır.
"Bütün olmuş bir insan bir bireydir fakat bireysel değildir. Bireysel olmak, sık sık başkalarına karşı farklı davranışlar geliştiren ya da bencil biçimde davranan kişiler için kullanılan "ego-merkezli" olmak demektir. Bireyleşmeyi sağlamış kişi ise, kendi özgün kişiliğinin farkında olmasıyla ve bilinçdışını kabüllenişiyle tüm canlılarla hatta inorganik madde ve evrenle olan dayanışmasını gerçekleştirmiştir" (Jung Psikolojisi, Frieda Fordham, Say, s, 89)
Fakat, dikkat edilirse, Jung burada birey ve bireyselcilik üzerinde durmakta, İslami literatürde de bu konuda, ben ve bencillik üzerinde durulmaktadır.
Toplumsal alan, aynı zamanda insanın sosyal rolleriyle de biçimlenebilen geniş bir mozayiktir. Bu mozayik içinde gelişen roller, bir yandan toplumun düzenini ve asayişini sağlayıp rutin bir hiyerarşi olarak varlığını sürdürürken, öte yandan, ben olmaktan biz olmaya zemin hazırlamakta, müşterek bir hayatın çatısını oluşturmaktadır. Çünkü, her insan mesleğini icra ederken hem kendisine hem de yaşadığı topluma, diğer insanlara katkı yapar, bir şeyler verir. Mesala, mahallenin bakkalı, bir yandan para kazanarak geçimini sağlarken öte yandan, insanların yiyecek ihtiyaçlarını yakınlarına getirerek onlara yardımcı olmaktadır. Bakkal, mesleğini icra ederken kendisi için ve ötekiler için bir şeyler yapmaktadır. Bu anlamda yapılan her iş, kazanılmış her meslek, her çalışma kendi içinde değerlidir. Zira, yapılan iş ne olursa olsun doldurduğu bir boşluk vardır ki, bu boşluğu dolduran kimse önemlidir. Bir temizlik elamanının da bir eğitimcinin de yaptığı iş kendi alanında son derece önemli ve değerlidir... Biri ötekinin yerini tutamaz. Ve toplumda her rolün müntesibi, kendi işini yaparak, müşterek ihtiyacın karşılanmasını ve mevcut hiyerarşinin korunmasını sağlamaktadır.
Yüce Yaratıcı her insana özel bir kabiliyet bahşetmiştir. İnsanlığın sahip olduğu bu kabiliyetler, doğal olarak toplumsal ihtiyaçları gidermiş ve sosyal bütünlüğü sağlamıştır. Her birey mevcut kabiliyetiyle yaşadığı toplumda kendi rolünü almakla ve mesleğini icra etmekle kalmayıp, işiyle ve iş ortamındaki kimselerle bir tür dayanışma ve duygusal alış veriş içersinde olmaktadır. İş bölümünün elzem bir şekilde doğup geliştiği toplumsal yapıda, şahıslar arası ilişkiler de gelişmektedir. Bundan doğan dayanışmaya Durkheim, "organik tesanüt" (Bun bak) adını verir. İş ortamında insanlar sadece yaşama dair bir şeyler üretmekle kalmazlar aynı zamanda birbirlerini tamamlayarak hayatın renklerini oluştururlar. Şöyle ki, sıradan bir günde başınızı çevirip etrafınıza baktığınızda, aynı yolda yürüyen onlarca insan görürsünüz. Her birinin hayat hikayesi ayrı, kişiliği, mizacı, beğenileri, hayalleri farklı olduğu gibi uğraştığı iş, mesleği de farklıdır. Ama bu kişilerin her biri insanlık kervanında yürümekte ve kollektif bir alış veriş içinde yer almaktadırlar.
Frieda Fordham, aynı çalışmasında, insanlığın bir bütün olduğu şu cümleleriyle ifade eder:
"Hiçbir insan kendibaşına bir bütün bir ada değildir. Her insan kıtanın küçük birimi, bütünü bir bölümüdür... Her insanın ölümü benden bir şeyler götürür, çünkü ben insanlığa bağlıyım. Bunun için asla çanların kimin için çaldığını sorma çanlar senin için çalıyor" (Age, sa, 99, Deuotions, upon Emergent, Occasion, John Donne)
Evrende insanı birbirine kenetleyen, maddi ve manevi bir güçle bağlayan temel iksir ise sevgidir. Sevginin evi, gönüldür ve gönül'ün kendi dünyasında bir aklı, seçimi ve iradi gücü var ki, bu gücüyle kesintisiz sevgi üretiyor ve ürettiği bu sevgi nesnesini bütün aleme dağıtıyor, üleştiriyor... Gönül'ün sevgi dağarcığı, sevgi kapasitesi ne kadar geniş ise, yüreği de o kadar kırılgan...
A. Apuhan, Sevmeye Geçkalmadın adlı kitabında da, bunu şöyle ifade ediyor:
"....gönül yurtlarını kılıçtan geçirip altüst ettiniz mi yalnızlık ve vatansızlık birer kement olur boynunuzda. Ne yana kıpırdarsanız kıpırdayınız boğulup gidersiniz. Çünkü insan ancak bir gönül yurdunda nefes alabilir"
Allah bize emir ve yasaklarıyla insan olmayı öğretiyor. Bu kapsamda, bizler hiçbir zaman tek başına hareket edemeyiz, çevremizdeki insanlardan kopuk bir hayat yaşayamayız. İslam kardeşliği, Müslüman duyarlılığı bunu gerekli kılar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.