Türkiye, sorun olan her yerde... BM gibi ülkeyiz!
Biliyorum, gündemde CHP var... Hemen herkes, “CHP’deki iç savaş”ın nasıl sonuçlanacağını, CHP Genel Başkanlığı’na aday olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “toparlayıcı” bir rol oynayıp oynayamayacağını merak ediyor... Son gelişmelere bakacak olursak, “CHP’de Deniz bitti” diyebiliriz... Bu saatten sonra, Baykal’ın geri dönmesi imkansız gibi... Hele de, “77 il başkanının deklârasyonu”ndan sonra... “Baykal yanlısı” yöneticiler ve il başkanları olsa da, çoğunluk Kılıçdaroğlu’ndan yana!.. Tabiî, 22-23 Mayıs’taki Kurultay’da Kılıçdaroğlu “genel başkan” seçilse de, CHP uzun süre çalkalanır gibime geliyor.. Öyle ya; “CIA ajanlığı!.. Röntgencilik!.. Komplo ortakçılığı!.. Nankörlük!.. Brütüs’lük!.. Arkadan hançerleme!.. Suikastçılık!.. Mezhepçilik ve Sekreter düşkünlüğü” gibi ithamlar, kolay kolay unutulmaz!.. Birbirlerine bu suçlamaları yönelten CHP’liler bunların altında kalmazlar ve birbirlerinden “intikam” almaya çalışırlar!..
Sonuç itibariyle;
Bir “son dakika” gelişmesi olmazsa, CHP “Kılıçdaroğlu ile devam” diyebilir... Ki, ibre onu gösteriyor...
Ama, “kaynama” devam eder!..
DAVUTOĞLU İLE 2.5 SAAT!
CHP’deki bu “sığ” ve “düzeysiz” tartışmaların yaşandığı bir günde, biz Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile beraberdik... Dün, Four Season Hotel’de, saat 11.30’da başlayıp, 14.00’e kadar devam eden “2,5 saatlik toplantı”ya 50 civarında gazeteci katıldı... 2,5 saat boyunca, İran başta olmak üzere, hemen her konuda açıklamalar yaptı Sayın Davutoğlu...
Toplantının gündemi “İran ağırlıklı” olsa da, Davutoğlu’nun çizdiği profilden sonra, ne yalan söyleyeyim; kendi kendime “vay be” dedim;
“BM gibi ülke olmuşuz da, haberimiz yok!”
Öyle ya;
Dünyanın neresinde “sorun” varsa, “kimin başı ağrıyor” ise, Türkiye orada...
Ya “arabulucu” rolü üstleniyor, ya “ikna” ediyor, ya da “maddi ve manevi yardım”da bulunuyor.
Ama, bir şekilde “sorun”u çözüyor!..
Evet, “BM gibi bir ülke”yiz!..
Kabul etmek gerekir ki;
“Sorun”ların çözümünde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun büyük rolü var...
Gerek “deneyim”leri, gerek “birikim”leri, gerek “aydın” bakışı, gerek “kararlı” duruşu, en önemlisi de “yaptığı işe olan inancı” ve de “güven veren tavrı” ile, Davutoğlu; bütün ülkeler tarafından “aranan adam” durumunda!..
Açık ve net söyleyeyim;
Ahmet Davutoğlu’nun büyük bir “fedakârlık”la yürüttüğü “sorun çözücü” girişimleri aslında “BM Genel Sekreteri”nin yapması gerekir...
Ama, Davutoğlu yapıyor...
Hem de “yemek” bile yiyemeden, “uyku” bile uyuyamadan, dur-durak demeden!..
Kâh orada, kâh burada!..
İRAN’LA 18 SAATLİK GÖRÜŞME
Geçtiğimiz Cuma günü Atina’da birlikteydik...
Bize bu “ziyaret”le ilgili açıklamalar yapmasını beklerken, bir de duyduk ki, Cumartesi sabahı saat 06.00’da İran’a uçmuş!..
Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günü İran’daydı... Aynı gün Azerbaycan ve Gürcistan’da!..
Dün İstanbul’daydı... Merak ediyorum, aynı akşam nereye gidecek, bugün hangi ülkede olacak?.
Durmak yok, dinlenmek yok!..
Yemek yok, uyumak yok!...
Uçakta “2 saat uyku” uyuyorsa, herhalde onunla idare ediyordur.
Bunu yazarken, işkembeden sallamıyorum.
Bilerek yazıyorum.
Çünkü, İran’la imzalanan “tarihi” nitelikteki “uranyum takas anlaşması” öyle basit bir olay değil... Yani, “gittiler, imzaladılar, geldiler” diye bir durum yok!.. “İmzalara” geçilmeden önce, “tam 18 saatlik bir görüşme maratonu” var... Kelime kelime, cümle cümle irdelenmiş o metin... Ki, bu 18 saat içinde, “yemek bile yememiş” Davutoğlu!..
Niçin?.. Elbette “İran’ı ikna” için!..
Çünkü, İran’ın “ikna” edilmesi demek, hem İran’ın çıkarına, hem de Türkiye’nin!..
Öyle ya;
İran, “Uranyum Takas Anlaşması”nı imzalamakla, hem “bir adım öne” geçip, kendisine uygulanacak “ambargo” ihtimalini ortadan kaldırdı, hem de bu ambargodan zarar görecek olan Türkiye’yi rahatlattı!..
Gerek ABD, gerek Avrupa ülkeleri, bundan böyle “İran’a yaptırım” uygulayamazlar...
Çünkü, Davutoğlu’nun deyimiyle, bunun “psikolojik zemini” ortadan kalkmıştır!..
Kaldı ki, Türkiye “ilke” olarak da bütün “yaptırım”lara karşı...
Davutoğlu, bunun gerekçesini şöyle açıklıyor:
“Benim komşuma yaptırım gündeme geldiyse, ben seyirci kalamam. İran’ın 10 yıl sonra doğuracağı muhtemel tehdit beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren, şu anda dünyanın 16. büyük ekonomisi olan Türkiye’nin bu alanda 10. sıraya gelmesidir.”
İran’a halen uygulanan yaptırımlar olmasa Türkiye-İran ticaret hacminin beş yılda 30-40 milyar dolara çıkarılabileceğini belirten Davutoğlu, 1991’deki Körfez Krizi ve Körfez Savaşı yüzünden Irak’a 2,5 milyar dolar olan ihracatın bir anda sıfırlandığını hatırlattı ve dedi ki;
“Ben Van’daki ticareti düşünüyorum, Orta Asya ile kara yolu bağlantısının sürmesini düşünüyorum, kışın doğalgaz sıkıntısı çekilmesinden kaygılanıyorum.”
Yani, Davutoğlu’nun gündeminde, “başkasına verilecek zarar”dan ziyade, “Türkiye’nin göreceği zarar” var!..
Kaldı ki; “nükleer tehdit” kavramı da, “göreceli” bir kavram!..
Kim, kimin için tehdit!..
Ne yani;
Meselâ İsrail, “nükleer silaha sahip” bir ülke olarak “bölge barışı için tehdit” değil mi?..
İran tehditse, İsrail de tehdit!...
Ama, hiç kimse “İsrail’e yaptırım uygulamayı” düşünmüyor!.. İran’a gelince “aslan” kesilenler, İsrail’e gelince “kedi”ye dönüyor!..
Buyrun size, çifte standart!..
Buyrun size, “adamına göre muamele!”
TÜRKİYE GÖRÜŞ EMPOZE ETMİYOR
Her şeye rağmen; Türkiye, gerek “komşu”larıyla, gerek “dev”lerle ve gerek “adı-sanı duyulmayan minnacık ada ülkeleri” ile görüşebilen ve “dertlerine derman” olmaya çalışan bir ülke... Bunda, sayın Davutoğlu’nun “çaba”ları kadar, elbette Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “kararlı ve güçlü iradesi” de var!.. Malûm, Başbakan da durup dinlenmeden ülke ülke dolaşıyor... Cuma ve Cumartesi günleri Yunanistan’daydı, sonra İran’a, ardından Azerbaycan ve Gürcistan’a gitti... Dün de İspanya’daydı!..
Hasılı kelâm, Türkiye her yerde!..
Peki, Türkiye “aranan ülke” olmayı nasıl başarıyor?.. Buyrun, küçük bir örnek:
Geçenlerde, “Bosna-Sırbistan-Türkiye” arasında bir toplantı yapıldı...
Hemen herkesin, “Bu üçlü nasıl bir araya gelebilir?” dediği bir ortamda yapıldı bu toplantı!..
Sırbistan, nasıl oldu da “evet” dedi?..
Sırbistan Dışişleri Bakanı şöyle izah etmiş bu durumu: “Türkiye, bize son derece saygılı davrandı... Türkiye bize güvendi ve asla bir görüş dayatmadı, empoze etmedi... Türkiye’nin izlediği dış politikadan öğreneceğimiz çok şey var!”
Galiba, “şifre” kelime bu:
Türkiye görüş “empoze” etmiyor... Tarafları dinliyor ve bir “orta yol” bulmaya çalışıyor!..
URANYUM TAKAS ANLAŞMASI
İran’la yapılan anlaşmada da bu olmuş...
Türkiye, “seçenek”leri koymuş masaya...
“Avantaj” ve “dezavantaj”ları sıralamış...
Ve sonuçta, “18 saatlik görüşme maratonu”ndan sonra, “ikna” olmuş İran...
Malûm, Pazartesi günü atılan “tarihî imza”nın haberi, şöyle yansıdı gazetelere:
“İran ve Batı arasındaki krizin aşılmasında tarihi bir adım atıldı. İran, uranyum takasının Türkiye’de yapılmasını kabul etti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İran Dışişleri Bakanı Menuçehr Mutteki ve Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim, uranyum takası konusunda üzerinde uzlaşılan mutabakat metnini imzaladı.
İmza törenine, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Brezilya Cumhurbaşkanı Lula Da Silva ve Başbakan Erdoğan katıldı.
Batılı devletlerin korkusu haline gelen İran’ın nükleer programı üzerindeki tarihi uzlaşma Türkiye ile Brezilya’nın çabalarıyla sağlandı.
Tahran’da imzalanan anlaşmaya göre, 1,200 kilogram uranyumun takası Türkiye’de yapılacak.
Tarihi anlaşma, Türkiye ile İran arasındaki günümüz sınırlarını belirleyen Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan tam 371 yıl sonra geldi. Tarihi bir rastlantı olarak Kasr-ı Şirin Antlaşması da 17 Mayıs tarihinde imzalanmıştı.”
Peki, “anlaşmanın özü”nde ne var?..
“10 maddelik anlaşma”nın özü şu:
“İran, bir ay içerisinde 1,200 kilogram yüzde 3.5 oranında zenginleştirilmiş uranyumu bir seferde Türkiye’ye verecek ve 1 yıl içerisinde, Tahran’daki araştırma reaktöründe kullanılmak üzere yakıta dönüştürülecek yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyum alacak.
Tahran, zenginleştirilmiş uranyumunu, ABD, Fransa, Rusya ve BM nükleer denetim birimi Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndan (UAEK) oluşan Viyana grubundan Türkiye’de teslim alacak.”
AMBARGO ZEMİNİ KALMADI
Olay bu... İşte bu anlaşma ile İran, “nükleer silah yapacağı” kuşkularını da gidermiş oldu...
Artık bundan sonra, hiçbir ülke “İran’a ambargo” uygulamayı düşünemez!..
Çünkü bunun “psikolojik zemini” ortadan kalktı!..
Şunu da tarihe not düşmek gerek:
İran, “rehineler olayı” hariç, “son 30 yılda ilk defa Batı ile bir anlaşma yapmıştır!”
Buna rağmen, bazı Batı ülkeleri hâlâ “niyet sorgulaması” yapıp, “kuşku pompalamaya” devam edebilir... Yani, İran’ın, “uranyum zenginleştirmeye” devam edip etmeyeceğini merak edebilir!..
Buna, Davutoğlu’nun cevabı şu:
“Burada bir niyet sorgulaması yapılamaz... Bu iş bu kadar önemsiz ise, bunca çabayı niye gösterdik?.. Bu kadar niye yorulduk?.. İran’ın böyle olumlu bir tavır sergileyeceğini hiç kimse beklemiyordu... Ama İran, Türkiye’ye güvendi ve tavrını barıştan yana koydu... Şimdi sıra, dünyanın da İran’a güvenmesinde... Yaptırımlar gündemde kalmaya devam ederse, gösterilen çabalar sonuçsuz kalır!.. Herkes duyarlı davranmalı ve İran’ın manevra alanı daraltılmamalı!..
Şüphe üzerine anlaşma imzalanmaz...
Hele uluslararası anlaşma hiç imzalanmaz!”
DIŞ POLİTİKADAKİ BAŞARININ SIRRI
Davutoğlu’nun “görüş”lerini aktardıktan sonra, bir de “başarısının sırları”nı aktaralım...
Çünkü, onun başarısında, bazı “ilke”ler var.
İşte o ilkeler:
¥ “Türkiye, olayları seyretmiyor... Vizyonu var ve ön alıyor... Biz, masalarda ve salonlarda değil, alanda diplomasi yapıyoruz.”
¥ “Türkiye’nin, herhangi bir krize yönelik tavır belirlemesi için 1.5 saat yeter... Uzmanlarla görüşür, 1.5 saat içinde bir tavır belirleriz... Ama AB gibi bloklar, haftalarca tutum belirlemeye çalışır!.. Hiç kimseyi gücendirmeyecek bir denge gözetmek isterlerken, ortaya renksiz-tatsız bir tavır çıkar.”
¥ “Biz bir görüşe destek vermeyiz... O görüş olumlu da olsa... Çünkü biz, görüş açıklarız...
Bu yüzdendir ki; Afrika’da 4 ülkeyi ilgilendiren bir sınır anlaşmazlığını çözmek için Botswana Dışişleri Bakanı bize danışır, bizim görüşümüzü alma ihtiyacı hisseder.”
¥ “Bir ülke, doğalgazın ve petrolün kendisine ait olduğunu söyleyebilir. Çünkü onun topraklarından çıkıyor... Ama teknolojinin mülkiyeti olmaz, herkes kullanabilir... Dolayısıyla, İran’ın nükleer teknoloji kullanmasına da, barış amaçlı olduğu sürece karşı çıkılamaz!”
Ne yalan söyleyeyim;
Ahmet Davutoğlu’nu dinlerken, ufkum daha da açıldı ve uluslararası ilişkileri daha iyi kavramaya başladım...
Bunca “birikim” ve “deneyim”e sahip olan Davutoğlu’nun “Türkiye için bir şans” olduğunu düşünüyorum..
Allah, yollarını açık etsin...
=====================
11 Eylül değil, 12 Eylül girişimi!
Ne kadar hızlı koşarsak koşalım; “dakkabaşı değişen gündeme” yetişemiyoruz... Dolayısıyla Danıştay 7. Daire Başkanı Turgut Cansan’a da cevap veremedik... Turgut Bey; “TÜBİTAK Raporu” üzerine “Olay yargıda” demiş, ama “Vakit’e saldırmaya” gelince ne yargı tanımış, ne hukuk!.. Ağzına geleni söylemiş... Uzun uzun cevap vermek yerine, Zaman’dan Uğur Sağındık’ın yazısından son paragrafı ithaf ediyorum kendisine:
“Danıştay saldırısı, ‘adi’ bir cinayet değil. Üç beş çapulcunun bir araya gelerek, Danıştay’ın verdiği başörtüsü kararı sebebiyle gerçekleştirdiği ‘rejim karşıtı’ bir eylem hiç değil. Büyük ve kanlı bir planın parçası olarak tasarlanmıştı. Ve adım adım uygulamaya konuldu.
Kanlı eylemin etkileri de tıpkı planlandığı gibi büyük oldu. Hükümet yıllarca saldırının sorumlusu olarak gösterildi. Mütedeyyin insanlara psikolojik baskılar uygulandı. Saldırının ekonomiye etkisi ise milletin vergilerinin heba olmasına sebep oldu. Sadece kapatma davasının maliyetinin 20 milyar doları bulduğu ifade ediliyor.
Menfur suikastın üzerinden geçen 4 yıl Danıştay saldırısının Türkiye’nin “11 Eylül”ü olmadığını yeni bir “12 Eylül” arzu edenlerin bir oyunu olduğu gösterdi.”
Çok doğru... Bu cinayet “Rejimin 11 Eylül’ü” değil, “cuntacıların 12 Eylül girişimi”ydi... Bunu Turgut Bey de görmeli artık...