Gönül gözüyle görmek
Hayatı sadece maddi dünyadan ibaret gören kimseler, gönül zenginliğini, oradaki serveti, birikmiş huzuru erdem ve yüceliği, sevgiyi göremez, hissedemezler. O nedenle bu insanlar karşılıklı ilişkilerinde sürekli bir şeyler bekleyerek iletişim kurarlar ve menfaatlerine göre hareket ederler.
Menfaatçi insanların en bariz özelliği ise insanların dış dünyalarıyla, maddiyata dönük taraflarıyla iletişim kurmalarıdır. Onlar sadece ambalajla ilgilenirler insanların iç dünyalarına giremezler, karşılarındaki kimseleri anlayamazlar... Bu anlamda dışarıyı görmekle içeriyi görmek arasında bariz bir fark vardır. Dışarıyı gören maddi göz, doğaya insana, toprağa gökyüzüne, olaylara bakar ve sadece olayları fotoğraflar fakat içeriyi görmek gönül gözüyle mümkün olduğundan bu, her şeyden önce ince duygulu olmayı gerektirir.
Göz görür ve gördüğünü ilgili birimlerine aktarır, bundan sonra ise, akıl ve bellek devreye girer. Bellek adeta düşüncelerin ve olayların saklandığı bir alandır. Zihinsel aktivasyonların gerçekleştiği bu alanı ise, ancak kişinin kendisi aralayıp, açabilir. Göz bu anlamda bir fotoğraf makinesini andırır ve dışarıda ne varsa çeker, iç dünyaya aktarır...
Günlük yaşantımızda görme ve işitme duyularımızı diğer duyu organlarımızdan daha fazla kullanırız. Gerek karşımızdaki bir kimseyle gerek sosyal çevremizle olan ilişkilerimizde öncelikle iki duyu organımız bize yardım eder.. Göz ve kulak, görme ve işitme... Bütün verme eylemlerimizin girişinde bu iki duyumuzun fonksiyonu vardır.
İnsanlık tarihi bu iki organını kullanarak çeşitli uygarlıklar kurmuş, tarihi çığırlar açmış ve akılalmaz keşiflerde bulunmuştur. İlgi ve sevgimizi aktarırken de ağırlıklı olarak bu iki organımızı kullanırız.
Yüce Yaratıcı insana iki pencere vermiş ve kişi yaşadığı dünyaya ve olaylara bu iki pencereden bakar ve hayatı buradan anlamlandırır. Yani, insanoğlu, yaşamının seyrini bu iki gözün pencerelerinden tanır ve gideceği yolu bunlar aracılığıyla bulur. Göz insana gideceği yönü gösterme ve ona yardımcı olma bakımından önemli bir organdır, kişi görme yeteneğiyle hem yaşadığı çevreyi, olayları ayırt eder hem de gideceği yolu şaşırmadan yürümeye gayret eder. Yürürken, düz yoldan sapmamaya, çukura, çamurlara, bataklığa saplanmamaya özen göstererek kendisini korumaya çalışır. Bu anlamda görme yeteneği, içinde yaşadığımız tabiatı ve olayları görmenin ve yaşadığımız olayları kaydedip bunları içsel mekanizmalara aktarmanın yanında maddi gidişlerimizi düzenleyen önemli bir işlevdir.
Maddi gözün bu işlevine karşın manevi göz de, ruh ve duygu dünyamızdaki dalgalanan olayları ve bu olayların izdüşümlerini kontrol eder ve bu alanda doğruyu görmemize yardımcı olur. Vicdani göz ise , çok daha keskin ve ihtiyatlıdır, o, bir yandan dış dünyadan gelen resimleri anlamlandırırken, öte yandan, yaşanan olaylar arasında seçim yapıp, doğruyla yanlışı ayırt etmeye yardımcı olmaktadır.
Verme davranışına maddi gözle bakıldığında, bir kayıp olarak görülebilir ancak manevi göz olaylara hakikat penceresinden baktığından elden çıkan şeyin veren kişiye geri döndüğünü görür ve idrak eder.
Bütün bunlardan şu sonuca da varabiliriz, maddi dünyaya açılan göz arkaplanda manevi gözle kontak kurmadığında her şeyi yüzeysel ve yalın bir kavrayışla algılayacaktır. Hayata böyle bir gözden bakan kişi bencildir, sırf kendisi için yaşamayı düşünür, çevresinde insanlar vardır ama o iç dünyasında koca bir boşluk, derin bir yoksulluk içindedir, çünkü iç dünyasını görememektedir. Dolayısıyla vermenin aslında bir kazanç olduğunu bilmenin yolu hem maddi dünyayı hem de manevi dünyayı görebilmekle mümkün olabilmektedir.
Bu günün dünyasında bütün izmler ve ideolojik akımlar, hayatın anlamsal değerlerini görebilmenin ötesinde sığ ve basit bir görsel kültür üretti ve çok yönlü çalışmalarıyla bu kültürü insanlığa lanse etti. Bununla da kalmayıp, insanın sadece görünen yönüyle ilgilenerek onu tüketen bir nesne durumuna düşürdü. Bu durum aslında insanları akılalmaz bir rekabetin içine sürükledi. Bu rekabetin dayattığı baskı ise daha ziyade kadınları etki altına alarak onların duygu düşünce ve bedenlerini istismar etti. Modern yaşama ayak uydurmaya çalışan kadınlar, modaya uyabilmek için, sık sık kuaföre, zayıflama merkezlerine, estetisyenlere gidip, kazandığı paranın büyük bir kısmını bu tür şeyler için harcamakta ve varlığını sadece fiziksel görüntüsüne adamaktadır.
Kadınların dikkatini sırf maddi güzelliklerine çekmeye çalışan kesimler, bu noktada alabildiğince telkin ve teşvikleriyle çalışmalarını sürdürürken öte yandan da estetik sanayisini geliştirmektedirler. Bunların insanlara empoze ettiği prototipe göre, güzel görünmenin kriteri, ince, sarışın bir fotoğrafa sahip olmanın yanında modaya uygun giyinebilmektir. Bütün bunlar insanları büyük bir yarış içine sürüklediğinden, bu kimseler görme bakma ve algılama aktivitelerinde yüzeyselleşiyor, düşünce derinliğini kaybederek sığlaşıyorlar. Modern hayatın getirdiği bu tekdüze yaşam tarzı, birey ve toplumların manevi birikimlerini, içgörü zenginliğini körelterek onlara yalın, düşünce derinliğinden yoksun ve sahte bir dünya görüşü empoze etti bu bir gerçek..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.