Merhamet
“Merhamet;” bencilleşen dünya insanlığının ekmek kadar, aş kadar, su kadar, hava kadar ihtiyaç duyduğu, nerede bulursa alması ve bütün ihtiyaçlarının başına koyması gereken bir duygudur ve merhametsizliğin kurbanı olan dünya insanlığının en büyük eksikliği ise “Merhamet duygusunu” yitirmiş olmasıdır.
Bu haftaki kitabımız, Timaş Yayınları’ndan Kemal Sayar’ın, o harika üslubu ve anlaşılır bir dille yazdığı “Merhamet” adlı eser. Bugünlerde hemen herkesin okuması gereken bir kitap. Yalnız okuyup geçmek yetmiyor, insanın içine de sindirmesi gerekiyor.
Kemal Sayar’ın ifadesiyle; ızdırapta eşitlik yoktur. Karşımda acı çeken insan için duyduğum merhamet, beni ona yakınlaştırır. Ama yine de ben ondan ayrıyım. Merhamet bir kişiye eşduyum göstererek onunla özdeşleşmek demektir.
Evet, ızdırapta bir eşitsizlik var, ama merhamet bana ızdırap ihtimalinin eşitliğini öğretiyor. Ben de onun gibi bir sevdiğimi yitirebilir, amansız bir hastalığa yakalanabilir, bir zalimliğin kurbanı olabilirim. İnsan olarak hepimiz ızdıraba karşı duyarlıyız, acı hepimizi kırılganlaştırıyor.
“Dünyayı onun bakış açısından, onun gibi yaşamak neye benziyor?” Bu soruyu anlamaya çalışanlar, başkasının dünyayı nasıl anlamlandırdığını daha kolay kavrayabilir ve merhamet koşusunda bir adım öne çıkabilirler. Merhamet sahibiysem, benim değil, senin yaşadığın şeydir beni etkileyen; beni duygulandıran senin yaşantılarındır, acın bana kendi acımı hatırlattığı için ağlıyor değilim.
Bizim hikayemiz, belki diğer insanla bağ kurmamıza yardım eder, ama merhametin hüneri, onun derdine odaklanabilmektir. Merhamet sahipleri, diğerinin yaşadığı ızdırabın ne kadar acı verici olduğunu tahayyül edebilen insanlardır. Merhamet sahipleri, ötekinin acısıyla acı duyan ve onun ızdırabını dindirmeye soyunan soylulardır.
Etrafımızda ızdırap çeken insanlarla nasıl ilgilendiğimiz, kalbimizi onların iniltisine ne derece açtığımız, ruhumuzun ve içinde yaşadığımız toplumun ne ölçüde sağlıklı olduğunun bir aynasıdır. Merhamet bizi ızdırap çeken insana götürür. Ancak onunla etrafımızda dönüp dolaşan acıyı dindirecek takati buluruz.
“Hayatı benim hayatımdan çok farklı olan onu, dinlemeye değer buluyor muyum?” Bu soru, benim insanlığımın özünü ele vermektedir. “Benim hikayemden başka hikayeler de olabilir ve o hikayeleri anlatanlar da benim kadar insandır” diyebiliyorsam eğer, merhamete meyil veren bir yüreğim var demektir. Izdırap çekenlerin sesini en duyarlı halimle dinlemeliyim ki, onun ihtiyaçlarını anlayabileyim.
Giderek hızlanan dünyada dinlemek sanatı kayboluyor. Başkasını işitmek yeteneği köreliyor. Dosta varmak, dost için orada olmak erdemi kayıplara karışıyor. İnsanların ihtiyaçlarını, onların hikayelerini dinlemeden bilemeyiz. Bir insana kulak kesilmeden, onun da saygın bir varlığı olduğunu, yaşadıklarının sahiciliğini, öyküsünün yürek yakıcılığını keşfedemeyiz.
Bu ülkede binlerce konuşma odası kurmamız gerek. Izdırap çekenin ızdırabını, onu o güne kadar hiç duymamış, görmemiş, dinlemek istememiş insanlara anlatacağı, her iki tarafın karşılıklı saygı ekseninde hikaye değiş-tokuş edeceği odalar.
Hatta acı çekenle acıyı çektireni buluşturacak odalar. İşkence mağdurlarıyla zalim işkencecileri, başörtüsü mağdurlarıyla onlarla dalga geçen faşist köşe yazarlarını, evleri yakılanlarla o evleri hayasızca yakanları, şehit edilen Mehmetçiğin ana babasıyla onun gözü dönmüş katilini buluşturacak odalar.
Dağılmış pazaryerlerine benzeyen güzel ülkemizi merhametle onaracağız. Komşumuzun acısını kendimizin bilerek. Konuşarak. Anlayarak. Farklılığı kabullenerek. Severek ve merhamet aşısıyla.
Eser hakkında bilgi için: Timaş Yayınları: 0212 511 24 24
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.