Çocuk olmak hayatla oynaşmaktır
“Mantıklı ol” çağrısı yaparlar…
“Akıllı ol” çağrısı yaparlar…
Ama hiç kimse, hiç kimseye “Duygusal ol” çağrısı yapmazsa, duygular git gide insanın içinde pörsür, çürür, yok olur gider.
-
Bir gün rahmetli babam, bilmem neden, “Hâlâ çocuksun” dedi… O gün incindim…
Babama büyüdüğümü ispatlamak için envai çeşit yöntem denedim…
Keşke şimdi de birileri bana “Hâlâ çocuksun” dese…
Bir deseler, öyle mutlu olacağım ki…
-
Her yetişkinin içinde yaramaz bir çocuk yaşadığına yürekten inanıyorum...
Ve içindeki yaramaz çocuğu öldürdüğü zaman, insanın ihtiyarlamaya başladığını düşünüyorum…
Bir yetişkin, sırf içinden geldiği için pantolonunun paçalarını sıvayıp çamurun gözüne basmıyorsa…
Deniz kıyısında durup dalgın dalgın ufka bakmak yerine denizde taş sektirmece oynamıyorsa…
Zaman zaman çocukları yahut torunlarıyla parka gidip alt alta, üst üste çayırlarda yuvarlanmıyorsa…
Yağmur altında yürümüyor, kardan adam yapmıyorsa…
Parkta ayağına gelen topa vuracağı yerde bel bel arkasından bakıyorsa…
Somurtup duruyor, nerede bir çocuk görse azarlıyorsa; o yetişkin, içindeki son çocuğu da öldürmüş bir yetişkindir.
İçindeki çocuğu öldüren yetişkin olumsuz, negatif, tasalı, keyifsiz, hayata karşı ilgisiz ve asık suratlı olur! Kendisi dahil, imseye hayrı dokunmaz.
Zira çocuk olmak, hayatla buluşup oynaşmaktır!
-
En son ne zaman çocuk olmuştunuz sahi?..
- Açık havada sırtüstü yatıp gökyüzündeki bulut karmaşasında değişik şekiller ürettiğiniz zaman...
- Issız bir yerde otomobilinizi (ya da kendinizi) yolun kenarına çekip, yıldızlarla konuştunuz zaman...
- Ayın yüzeyindeki lekeler hakkında kendinize masallar uydurduğunuz zaman…
- İçinizden geldiği için bir güle dokunduğunuz ve gülü kokladığınız zaman...
- Yağmur altında, ya da çamur deryası bir yolda ayakkaplarınız ellerinizde yürüdüğünüz zaman...
- Güneşin doğuşunu, ya da denizdeki dalgacıklara pembe öpücükler göndere göndere batışını seyrettiğiniz zaman…
- çimlerin, ya da karların üzerine yatıp yuvarlandığınız zaman...
- çıkmak mecburiyetinde olmadığınız halde bir ağaca çıktığınız zaman…
- çocukluğunuzla güreşir gibi, çocuklarınızla güreştiğiniz zaman...
- Herkesin gözlerinin önünde hiç sıkılmadan, “Elalem ne der” endişesine kapılmadan, zevk alarak bir uçurtma uçurduğunuz zaman...
- çocuklarla seksek, saklambaç, yahut misket oynadığınız zaman…
- Hiç tanımadığınız birine gülümsediğiniz zaman…
- çocuklarınızla birlikte doya doya ve keyif ala ala bir masal okuduğunuz zaman…
- Sevdiklerinizin ellerini tutup, göz bebeklerine bakarak sevginizi fısıldadığınız zaman…
- Bir aynaya uzun uzun bakıp kendinize göz kırptığınız zaman...
- Kendi kendinize konuşup güldüğünüz zaman…
-
“Ağır ol molla desinler” türünden bir hayat yaşıyoruz!.. Ciddi olmakla asık suratlı olmayı karıştırıyoruz; asık suratlı olmayı ciddiyet zannediyoruz…
Gülmek yasak, coşmak yasak, sevinç gösterisinde bulunmak yasak, oynamak yasak, çocuklaşmak yasak, duygusallaşmak yasak…
Bir anlamda sevmek bile yasak! Kimin kiminle evleneceğine sevgiler değil, “büyükler” karar veriyor…
Kendimize öyle çok yasak koymuşuz ki, her adımda ayaklarımıza (değil, yüreğimize) birkaç yasak dolaşıyor. Böylece geldiğimiz orta yaş kertesinde soluklanıp geriye baktığımızda yaşanmadan gömülmüş yılların kabristanı çıkıyor karşımıza…
“Keşke”lerimizin yanında, “eyvah”larımız da işte orada başlıyor!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.