“İslami” olan ya da “insani” olan
Hiç sözü eveleyip-gevelemeye gerek yok. Ben ne yapıyorsam, “Allah rızası” için yapıyorum. Din gayreti ile yapıyorum.. Ya hu, biz Besmele çekmeden, “O’nun adına/O’nun adı ile” demeden su içmeyiz ya hu! Siz neden bahsediyorsunuz, nerede yaşıyorsunuz.. Herhalde biz sizin gözünüzde, yaşayan birer mitoloji kahramanı gibi bir şeyiz.. Ya da siz uzaydan yarın mı geldiniz!?
Bir Müslüman bir Yahudiye haksızlık yapsa, ben yine Allah rızası için o Müslümana karşı, haksızlığa uğrayan Yahudinin yanında yer alırım.. Komşu apartmanda yangın çıksa, evi yanan komşum hangi dinden olursa olsun, ideolojik ve politik düşüncesi ne olursa olsun, ona yardım ederdim.
Şimdi benim bu durumum “insani” mi, “İslami” mi? İslami olan aynı zamanda insani olamaz mı? Peygamberimiz “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyuruyor. Her güzel şey ilahidir. Kötülüğün kaynağı da şeytandır bize göre.. Bazılarına hatırlatmak istiyorum, biz, “ruh”, “can”, “nefs” diye bir şeylere inanırız. Hatta melek, cin ve şeytanlardan söz ederiz.. Onların işbirlikçisi insanlardan filan..
Hemen belirtmeliyim ki, İslam olmak için önce ins ya da cin olmak gerekiyor.. Çünkü Allah’ın “insanlar ve cinler için” seçtiği ve peygamber göndererek açıklanmış rızasını ifade eden dinin adıdır İslam..
Ama önce insan! Peygamberlerin tümü insandır çünkü..
Bu kafa karışıklığı öteden beri var. Daha doğrusu birileri bu kafa karışıklığından yola çıkarak zihinleri bulandırma çabasındadır.. “MÜSİAD” Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği, birileri tarafından hep “Müslüman Sanayici ve İşadamları Derneği” olarak okunmuştur mesela. Bu kişiler Müslüman kimlikli insanlar olduklarını gizlemiyorlar ki, hep kongreleri Kur’an okunarak açılır.. Ama birileri için bu “Müslüman” vurgusu hep “potansiyel bir suçlu” gibi göstermek için yapılır..
Evet İHH, Müslümanların zekatını, sadakasını, fitresini, Kurban derilerini topluyor. Bunların hepsi “dini yükümlülükler”, İHH dindar insanların bir kuruluşu.. Kampanyalarında hep dini motifler öne çıkar.. Bu Müslümanların çevreci, insani çabalar içine girmesine mani değil ki.
Buradaki temel yanlış, temel çelişki, din algısı ve Müslümanları potansiyel suçlu olarak gören ve dini ekonomik, sosyal, kültürel hayatta, kamusal alanda asla görmek istemeyen, politik talepler için referans olarak kullanılmasını istemeyen bir takım çevrelerin şuuraltı ile ilgili olsa gerek..
Gülay Göktürk haklı olarak bu konuda kafası karışıklara şu soruyu yöneltiyor: Evet... “İlerici” ve “laik” kamuoyumuzun Taksim’den yükselen her “Allahuekber” feryadıyla birlikte tüylerinin diken diken olduğunu; televizyonlarında yurda getirilen yaralıların görüntülerini izlerken, her çember sakallı yaralı görüntüsüyle birlikte yüzlerinin ekşidiğini, bu eylemde Müslüman duyarlılığını hatırlatan her şey karşısında derin bir antipati duygusuyla sarsıldıklarını adım gibi biliyorum. Onlar bu tablodan nefret ediyor; uluslararası basında böyle bir resmin çıkması, Türkiye’nin böyle bir tablo içinde yer alması karşısında paniğe kapılıyor ve bu panik içinde, eyleme ne kulp takacaklarını bilemiyor, resmen saçmalıyorlar. Ama çok basit bir şeyi düşünmüyorlar: Eğer ortaya çıkan “İslami” tablodan rahatsızsanız neden bu tabloyu değiştirmiyorsunuz? Neden o gemide yoksunuz? Neden Taksim’e çıkmadınız? Neden Gazze’de işlenen insanlık suçunu protesto edenlere, göğsünü siper ederek ablukayı kırmaya çalışanlara katılmadınız?”
Bizler farklı olabiliriz, Bu kampanyaya destek veren dindar insanlar da vardı, seküler insanlar da. Dindarların hepsi de Müslüman değildi. O zaman bu “erdemliler ittifakı: hılful fudul”un ortak paydası “insani yardım”, “vicdan” olacaktı kuşkusuz.. Burada din ve insani yardım konusu çelişen kavramlar değil ki! Bunu birileri insani sorumluluk olarak görür, ben bunun dini bir görev olduğunu düşünürüm..
Bu insanları anlamakta zorlanıyorum aslında.. Cuma günü Sky TV’deki gece haberlerinde Pennsylvania’dan gelen bir açıklama hakkındaki düşüncelerimi sordular. Bizim çevrede bizi birbirimize düşürmek mi istiyorlardı yoksa diye aklımdan geçmedi değil.. Sonra da “Vakit hedef gösterdi” diye İsrail’in psikolojik harp uzmanlarının propaganda bültenleri doğrultusunda yayın yapan, Bülent Yıldırım’ın ifadesi ile Mavi Marmara yolcularını sorgulayan MOSSAD ajanlarının sorularını köşelerinden soran insanların resimlerini yayınlayan Vakit’i, bu kişileri hedef göstermekle suçladılar. Vakit güya bu kişileri dincilere hedef gösteriyordu. Aynı mantıkla mesela Bekir Coşkun da beni ve İHH’yı hedef gösteriyordu o zaman, Sky Türk de Vakit’i hedef gösteriyordu.. Onlar sabahtan akşama o zaman bizi hedef gösteriyorlar. Resim ya da logo bulmak o kadar zor mu? Google, “image” ya da “görseller”de aradıkları resmi bulmak hiç de zor değil..
Ama hedef gösterecekler, saldıracaklar ya. Eklemlenmiş gazeteciler bazen böyle şecaat arzedeyim derken sirkat söylercesine suçüstü oluyorlar.. Bazen ölçüyü kaçırıp Danıştay saldırısındaki ortaya çıkan yalanlarını, sanki hiçbir şey olmamış gibi ısıtıp yeniden servis edebiliyorlar..
Gerçekten korktukları için mi böyle abuk subuk beyanlarda bulunuyorlar, yoksa bu bir propaganda tekniği olarak mı yapılıyor..
Bu gemilerdeki yardımların tümü “İslami” endişelerle toplanmamıştı. Bunu hakşinaslık gereği, diğer arkadaşların emek ve çabalarına bir saygının gereği olarak, bize ait olan İslami, ama bir bütün olarak ortak paydası “insani” olan bir yardım kampanyası idi bu.. Bizim emek ve çabalarımızın ürünü olmayan, aynı amaç için farklı inanç ve ideolojiden insanların çabalarının ürünü olan bu yardımların bütünü sanki bize aitmiş gibi takdim etmek, haksızlık olurdu.. Hak ve adaletten söz eden insanların buna da dikkat etmeleri gerekiyordu.
Şunu açıkça söyleyelim.. Bu fikir bir İngilize ait.. İlk çağrıyı o yaptı.. 40’ı aşkın ülkeden insanlar ve yardımlar geldi.. Bu filo sadece Müslümanların ve Türklerin değil. Bu uluslararası bir vicdan hareketi ile. Onun için Nikaragua da bizim şehidlerimizi, insanlığa yapılan bir suikast olarak gördüğü için bir günlük yas ilan etti , onun için İsrail’le bütün ilişkilerini kesti.. Burada doğrudan Erdoğan, AK Parti, Türk Hükümeti ya da tek başına İHH da yok.. Bu insanlığın vicdanı ile siyonist İsrail yönetimi arasında yaşanan bir sorundur.. Yardım da “Gazze”ye değil aslında, mazlumlar için yola çıkarılan bir yardımdı. Bugün Gazze’ye yapılan bu yardım, yarın bir başkasına da yapılabilir.. Biz “bir kavme olan düşmanlığımızın,bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi” için “galu bela”da söz verdik.. Ve biz, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı durmaya söz verdik. Dahasını da söyleyeyim: Celladımızı alkışlamayacağız ama onun da hakkını savunacağız..
İsrail’in ve İsrail dostlarının bunu kalın kafalarına sokmaları gerek.. İsrail de, öyle adı yolsuzluklara bulaşmış iş adamı eskilerini, gazeteci, STK temsilcisi diye pazarlayarak kendini savunamaz..
Selam ve dua ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.