Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Türkiye, amiral gemisi...

Türkiye, amiral gemisi...

Özgürlük filosunun amiral gemisi olan Mavi Marmara, Türkiye’yi de dünya filosunun amiral gemisi haline getirdi. Dost, düşman bunu itiraf ediyor. Sözgelimi, Haaretz gazetesinden Zvi Bar’el ‘Türkiye’yle İsrail çatışma rotasında (06/06/2010)’ başlıklı yazısında meseleye böyle yaklaşıyor. “İsrail yepyeni bir Türkiye’yle karşı karşıya anlaşılan. Bu ABD’deki çıkarlarını güçlendirmek için İsrail’le yakın olmaya bakan Türkiye değil, ABD’ye doğrudan politika dayatan bir ülke olmuş. İsrail-Filistin çatışmasında aracı olarak Türkiye’yi istemeyenler, Türkiye’nin liderlerini Hamas’ın liderleriyle buluştuğu için eleştirenler, Türkiye’nin Suriye’yle aracılığına karşı çıkanlar, şimdi bu ülkeyi Gazze ablukasını kırma çabasındaki gayri resmi amiral gemisi olarak görecek...” Yazar Mavi Marmara ve ona eşlik eden filonun Türkiye’nin dış politikasının yeni bir aracı haline geldiğini savunuyor. “Ankara’daki iktidar partisiyle filo arasında doğrudan bir finansal bağlantı kesin olarak kanıtlanamasa da, Türkiye’nin gemi konvoyu için kendi kendini sponsor ilan etmesi, ülkenin genel Ortadoğu politikasının bir parçasıydı. İlk başta ‘Komşu ülkelerle sıfır sorun’ sloganıyla yola çıkan AKP ve gözü yukarılarda olan Davutoğlu, Türkiye’nin ana direğini oluşturduğu yeni bir bölgesel stratejik eksen inşa etmeye koyuldu.”
¥
Türkiye’nin inşa etmeye çalıştığı yeni eksen ile İsrail ekseni Zvi Bar’el’in de gözüyle ve teşhis ettiği gibi birbiriyle çatışıyor. Sadece bu kadarla da değil zira Türkiye İsrail karşıtı eksenin de tam merkezinde yer alıyor. Bozulan ilişkilerin rotasında sadece eksen kayması bulunmuyor aksine ihanetlere varan bir dizi olumsuzluk bulunuyor. Zvi Bar’el bir başka yazısında bunu gayet veciz bir surette ortaya koyuyor. ‘İsrail Türkiye’yi ya ‘öldürecek’ ya da tazminat ödeyecek’ başlıklı yazısında kimyaları farklı olan iki ülkenin rotalarının da farklılaşacağını ortaya koymaktadır. “Görünüşe göre, İsrail’in tepkisi at tüccarlarının başına gelene benzeyen ihanetten kaynaklanıyor (aynı atfı Bush, Teksas’daki çiftliğinde Babacan’a da yapmıştı). Türkiye’yle İsrail arasındaki stratejik ve köklü ittifak, birbirlerini ormanda kaybolmuş hayvanlar gibi bulan iki ülke arasındaki çekim üzerine inşa edilmişti. Türkiye nefret ettiği ve İsrail gibi geri kalmış, göz ardı edilmiş ve umutsuz bulduğu Arap dünyasından aforoz edilmişti. İsrail gibi Türkiye de İran’ı, İslâm devrimini ithal edebilecek ve istikrarıyla karakterini tehlikeye atabilecek cahil bir ülke gibi görüyordu. İttifak kurmaktan, birbirlerinin ordularını kucaklamaktan, kapılarını birbirlerine ardına kadar açmaktan ve ortaklık ilan etmekten daha doğal bir şey olamazdı.
Kazanımlar hızla gelmeye başlandı. Bir Türk şirketi David Ben-Gurion Havaalanı ihalesini kazandı. Türkiye İsrailli turistler için ‘her şey dahil’ paketini tasarladı, İsrail’e neredeyse su sattı, İsrail ordusunun hava sahasını kullanmasına izin verdi ve ABD’yle serbest ticaret anlaşması çerçevesinde İsrail’e de bağlıydı. Karşılığında İsrail ABD’de Türkiye’nin çıkarlarını destekledi. Tony Soprano ve Chris Moltisanti gibi, biri cingöz patron, diğeri genç kaptandı; ikisi de birbirini kolluyordu. Türkiye sonrasında bu ilişkinin kendisi için zorluk çıkarmakla kalmayıp, yeni bir bölgesel strateji geliştirememe anlamına geldiğinin farkına vardı. Türkiye, bu bölgenin dikte ettiği sıfır toplamlı oyunun kurallarına burun kıvıran nadir ülkelerden biri. Bu oyunda İsraillilerle bağlantılı olanlar Müslümanlarla bağlantılı olamaz. Türkiye, Suriye’yle bağ kurarken, İran’la devasa anlaşmalar imzalarken, Suudi şirketlerine toprağı işleme hakkı verirken ve Hamas liderleriyle görüşürken İsrail’le mükemmel ilişkilerini açıkça sürdürdü.
Türkiye müttefikini, Filistinliler ve Suriye’yle barış sürecini teşvik etme konusundaki becerisinden yararlanmaya ikna edebileceğine içtenlikle inandı. Zira girdiği at ticaretinin sadece İsrail’in barışa ihtiyaç duymadığına dair inancını güçlendirdiği gerçeğini henüz hazmetmemişti. Erdoğan, İsrail Başbakanı Ehud Olmert’le Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasında ayarladığı telefon görüşmesinin kendisini eşit ortağa dönüştürdüğüne öyle inanmıştı ki, Olmert’in İsrail’in geleceğinden çok kendi geleceğiyle ilgilendiğini unuttu. Bu konuşmadan iki gün sonra Dökme Kurşun Operasyonu patlak verdi ve hâlâ oyunun bir parçası olduğunu düşünen Erdoğan’ı fena şaşırttı.”
Buna mukabil, Şimon Peres, Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e yüklenerek bu suretle Türkiye’nin bölgesel liderliğini pekiştirmeye çalıştığını ayrıca iç politikada avantaj elde etmek istediğini ileri sürüyor.
Bu hır gür içinde Türkiye’nin, amiral gemisi olarak yıldızı parlıyor..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi