31 Mayıs 2010 gerçekten bir milat olmalıdır
“Söz bitti” demiştik geçen hafta; ‘artık kınamalar, lanetler fiiliyata aktarılmalı, meydanlara inilmeli, siyasi, diplomatik, ekonomik vb. bütün alanlarda harekete geçilmeli ve Siyonist kudurganlık artık durdurulmalıdır.’
Evet. Dokuz şehidimizin uğrunda canlarını severek feda ettikleri Gazze, Filistin, Mescid-i Aksa davasına yürekten sahip çıkılmalı, bu kutlu beldeler özgür oluncaya kadar mücadele sürdürülmelidir.
Hiçbir şey 31 Mayıs 2010 öncesindeki gibi olmamalı; her şey değişmelidir.
Millet ve ümmet olarak, insanlık olarak, Siyonist küstahlığa, haydutluğa dur demek için bütün imkanlar seferber edilmeli, hep birlikte harekete geçilmeli ve kesin bir kararlılık ortaya konulmalıdır.
Evet. Tıpkı Sayın Başbakanın ve Dışişleri Bakanının ‘Tutukladığınız yardım gönüllülerini 24 saat içinde eksiksiz teslim etmezseniz…’ kararlılığı nasıl sonuç verdi ise, Siyonist çeteye karşı atılacak bütün adımlarda da aynı net ve kararlı tavır sergilenmelidir. Asla geri adım atılmamalıdır.
Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, “Bütün dünya Gazze’ye sırtını dönse, biz dönmeyeceğiz” dedi ve Gazze’ye uygulanan ambargo kalkıncaya kadar ellerinden gelen her şeyi ortaya koyacaklarına dair söz verdi. Dışişleri Bakanı Sayın Ahmed Davutoğlu da, “Bu, Türkiye’nin 11 Eylül’üdür... İlk kez Türk vatandaşları bir yabancı devlet gücü tarafından öldürülmüştür… Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır…” dedi. Bu ve buna mümasil sözlerin arkasında kararlılıkla durulmalı, 31 Mayıs 2010 tarihi, Siyonizm’e karşı dik duruş başta olmak üzere, Türkiye’nin bölgesel ve küresel duruşunda da gerçek bir milat olmalıdır.
Evet. Türkiye’de ve bütün dünyada vicdanı kanayan tüm insanlar, halklar, duyarlı kurum ve kuruluşlar harekete geçmiş, tepkisini ortaya koymuşlardır. Tüm dünya, Türkiye’nin kararlı tavrını alkışlamıştır. Ama eğer, bu kararlı duruş, “monşerler diplomasisi”ne, siyasi hesaplara, dengelere feda edilirse, bir çuval incir berbat edilmekle kalmaz, milletin, ümmetin ve hatta tüm insanlığın sükût-u hayaline dönüşür.
Herkes Siyonist saldırganlık karşısında kararlı ve sebatlı olmalıdır. Filistin, Gazze ve Mescid-i Aksâ unutulmamalı, unutturulmamalıdır. Bu noktada görev sadece siyaset erbabına bırakılmamalı, duyarlı medya, sivil toplum kuruluşları, ilim, fikir ve sanat dünyası, kısaca vicdan taşıyan herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Filistin davası, sadece Arapların veya sadece Müslümanların değil tüm insanlığın meselesi haline gelmiştir. Bu, bir insanlık sınavıdır ve Gazze’de sınanan, tüm insanlığın vicdanıdır.
Evet. İHH’nın öncülüğünde “Rotamız Gazze, Yükümüz İnsani Yardım” diyerek harekete geçen 32 ülkeden 700 civarındaki “adam gibi adam”, insanlığın vicdanını temsilen tarihin en şedîd zalimler çetesine karşı hayatlarını ortaya koydular. Dokuz kardeşimiz, Siyonist kurşunlarıyla şehadet şerbetini içti. Onlar, Allah katında en şerefli mevkie uçtular ve insanlık tarihinde hak ettikleri en onurlu yere oturdular. Mavi Marmara, duyarsızlık ummanında duyarlı kalmış 700 “adam”ı taşıdı; Nuh’un gemisi gibi. Ve dokuz şehit vererek karaya ulaştı. Onlar görevlerini fazlasıyla yaptılar ve şehit kanlarının bereketiyle tüm insanlık, tüm ümmet ve millet ayağa kalktı.
Siyonist çete, tarihinde ilk kez bu kadar açık düştü, yalnız kaldı, lanetlendi. Uluslararası sularda sivil bir gemiye saldırarak tüm insanlığa meydan okuyan Siyonist korsanlık, insanlık vicdanında ilk kez böylesine geniş ölçüde mahkûm edildi. Siyonist çetenin, dünyaya bir efsane gibi takdim ettiği süper silahlara sahip askerleri, ellerinde tahta sopalarından başka hiçbir şeyleri olmayan yardım gönüllülerine ellerine düştüler, ağladılar, titrediler, ödlekliklerini sergilediler, ‘madara’ oldular. Böylece ‘İsrail ordusu efsanesi’ de tarihe karıştı.
Evet. 31 Mayıs 2010; insanlık tarihinde cidden bir milat oldu. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, olmamalı!..
Bugün bir kez daha anladık ki; inananlara karşı düşmanlıkta en şiddetli olanlar “El-Yehûd”dur (Maide/82); yani peygamberlerini dahi öldürmekten çekinmeyen, Tevrat’a, İncil’e ve Kur’ân’a düşman olan Siyonistlerdir.
Bugün bir kez daha gördük ki; Siyonistler sadece “gücün dili”nden anlıyorlar. Öyleyse, Siyonist çeteyi durdurmak için, uluslararası hukukun, diplomasinin, siyasetin, sivil toplumun gücü başta olmak üzere, bütün imkanlar harekete geçirilmelidir. Ama Siyonistlerin karşısına caydırıcı bir fiili güç çıkarılmadan da bu haydutlar çetesinin kesin olarak dizginlenemeyeceği bilinmelidir. Tekrar hatırlatıyorum: İslâm Konferansı bir ara “İslâm Barış Gücü” formülünü ortaya atmıştı. Sayın Necmeddin Erbakan Hoca, 40 yıl öncesinden başlayarak defalarca “İslâm Nato’su” kurulmasını önermişti. Şimdi kim, içinden ‘âh’ çekerek, “İstersen sulh-u salah, hazır ol cenge” diyen Osmanlı’yı geçirmiyor? Elinde nükleer gücü olan İsrail’e karşı, aynı güce sahip caydırıcı bir İslâm Barış Ordusu!.. (İslâm, “Silm” yani “barış” demektir.) Hayal mi? Hiçbir şey hayal edilmeden gerçek olmuyor?
Sadece bir soru: Mavi Marmara’nın bu kadar büyük sonuçlar doğuracağını kim hayal edebilirdi?
Evet. Bir kez daha size gıpta ve dua ediyorum aziz şehitlerimiz! İnsanlığın vicdanını harekete geçirdiniz! İnsanlığı ayağa kaldırdınız ve insanlığın onurunu kurtardınız! Bize düşen de size lâyık olmaya çalışmaktır.
Evet. Hiçbir şey 31 Mayıs 2010 öncesindeki gibi olmayacak. Olmamalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.