Bahtını zorlamak
Akıllı düşünürken, deli köprüyü aşar' diye bir deyim vardır. AKP'nin diplomatik anlayışı da böyle. Deli hızlı gitse de esasında menziline varamaz. İran'a yönelik ambargonun kabulü de Türkiye'yi ve çabalarını açıkta ve elini havada bırakmıştır. Yanlış nabız ve analizler üzerine kurulu bir girişim yapılmış ve girişimin ardından da Türkiye ve Brezilya açıkta kalmıştır. Elbette oylamada hem Türkiye hem de Brezilya namus nevinden olan imzalarına sahip çıkmışlardır. Lakin Aslı Aydıntaşbaş'ın yazdığına göre, bu da seçim hesaplarından uzak değildir. Dolayısıyla içten ve özde değil, hesaplı kitaplı ve sözdedir. Bu da -eğer doğruysa- işin gayri ahlaki boyutudur. Türkiye'nin Suriye ile İsrail'in arasına girmesi de böyle bir yanlış hesap veya hesapsızlık sonucu olmuştur. İsrail basınının da yazdığı gibi Başbakan Erdoğan, Olmert'e çok güvenmiş ve bu güven nedeniyle gafil avlanmıştır. Zvi Bar'el gibilerinin de yazdığı gibi Olmert'in hesabı kariyerini kurtarmaktı. Teşbih caiz ise burada Olmert "Kabe'nin sahibi var beni develerim ilgilendirir" şeklinde bir mantık yürütmüş ve bu çıkarcı şahsi siyasetine Erdoğan'ı da alet etmiştir. Lakin ardından Başbakan ağır gelen bu davranış karşısında İsrail'e düşman kesilmiş ve her fırsatta kendisine yapılan yanlışın ve aşağılamanın intikamını almaya çalışmıştır. Halbuki, başta girilen yol yanlış olmuştur ve sonuç da yanlışa çıkmıştır. Bunu görmemek için ya çok iyi niyetli olmak gerekir ya da acemi siyasetçi. Yanlış dostluk, düşmanlık doğurur. Başarılı olmak için olur olmaz her yola başvuran iradenin karşılaşacağı sonuç budur. Son olarak İran hattında da bir benzeri olmuştur. Hükümet bu hususta da sahaya balıklama atlamış ve ABD yönetiminin manipülasyona uğramıştır. Ardından da Aslı Aydıntaşbaş'ın yazdığı gibi, meseleyi yine populizme dökmüştür. Keşke hayır oyu popülizm değil ahlak eksenli olsaydı. Belki o zaman El Menar TV tarafından benim gibiler "Türkiye'nin yüzünü tekrar Batı'ya dönmesi için gerekli bedel nedir?" sorusuna muhatap olmazlardı.
Artık acemice atılmış dış politika atakları da pek getiri sağlamıyor. Mavi Marmara konusunda hükümet erkanından her kafadan bir ses çıkması da buradaki beklentileri de asgari düzeye çekmiştir. Bu gidişle popülizmle gelen hükümet popülizmle gidecek veya krizle geldiği gibi krizle gidecektir. Obama da, Olmert gibi hükümeti yarı yolda bırakmış ve kelimenin tam anlamıyla aldatmıştır. 20 Mayıs (2010) tarihli 'Obama Çuvalladı' yazısında Aslı Aydıntaşbaş İran konusunda hükümeti umutlandıran ve idlal eden tarafın Obama olduğunu ifade etmiştir. 2009 Gazze saldırısından önce Türkiye'ye gelen ve bu ziyaretle geride dostluk mesajı bırakmak isteyen Olmert de Erdoğan'ı arkadan hançerlemişti. Öyleyse başkalarının işmarına göre hareket eden çuvallar. Bundan dolayı dış politika çürük zeminde değil sağlam zeminde icra edilmelidir. Bu İran'a sahip çıkılmaması anlamına gelmiyor. Haklı yönlerinde İran'a sahip çıkılmalıdır. Geçmişte Cezayir diplomasisinin dünyada saygın bir yeri vardı. Cezayir, Romanya gibi ülkeler doğu-Batı arasında denge ve kısmen bağımsız bir siyaset izliyorlardı. Soğuk Savaş sonrasında Türkiye de elbette bunu başarabilir. Lakin başkalarının gündeminin maydanozu olmamalıdır. Bu hususta Obama çuvalladı yazısında Aydıntaşbaş şunları yazmaktadır "Bence asıl fiyasko, son dakikaya kadar Türkiye'nin sırtını sıvazlayan, "Deneyin, arkanızdayız" diyen, bununla da yetinmeyip bunları bir mektuba döken ABD hükümetinin Ankara'yla ilişkileri yönetememesidir."
İran konusunda asıl manevrayı Çin ve Rusya yapmıştır. Bu ülkelerin ahlaka veya kurallara göre değil çıkarlarına göre hareket ettikleri bir kez daha anlaşılmıştır. Türkiye bu anlamda uluslar arası tabloyu okuyamamıştır. Çuvallamak ise işte budur. İran'a ambargoda siftahı Moskova yapmış ve S 300 füzelerini satmayacağını ilan etmiştir. Bu İran'a muhtemel bir hücum karşısında daha savunmasız bırakmıştır. Hem caydırıcılık açısından hem de diplomasi dünyasında. Hayır oyundan sonra Türkiye, Batı arasında oyun topuna dönmüştür. ABD, AB'nin bıktırıcı hayırları yüzünden Türkiye'nin yüzünü Doğu'ya döndüğünü ve eksen kayması yaşadığını söylemesine mukabil Avrupalılar İsrail ile Türkiye ilişkilerinin AB'ye bağlı olarak gelişmediğini söylemişlerdir. BM'deki oylamanın ardından hemen manşetler: "Türkiye Doğu'ya döndü" şekline bürünmüştür. Son anda Hamas bile Fetih ile arasında arabulucu olarak Türkiye'yi değil de Mısır'ı istediklerini söylemiştir. Zira fiziki yakınlık Gazze'yi buna icbar etmektedir. Elbette Türkiye Hamas'ın manevra alanını genişletmekle birlikte ondan bütün kartlarını aynı sepete koymasını beklememelidir. Anonim bir tabirle: "Kahrolası hanede evladu iyal var." Evet, idealleri unutmamak lazım, lakin gerçeklerden de kopmaya gelmez. Popülizm ise önce kâr getirse de sonra kendisini bitiren bir sürece dönüşmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.