Seccadesindeki anı en özgür anıydı
Afyon’un Emirdağ ilçesi, ikindi güneşinin son ışıklarını kucaklarken, gökteki güneş de ışıklarını dağların ardına aşırma telaşındadır. Bu sırada ortalığı tozu dumana katan askeri bir araç girer şehre ve bir binanın önünde durur.
Araçtan iki jandarma erinin ortasında; “yüreği yiğit, vücudu zayıf, dili güçlü, imanı dağları eriten yücelikte bir insan iner.” Hiç sağa sola bakmadan seccadesini çıkardığı gibi kıbleye çevirerek yere öyle bir serer ki, etraftan görenler oldukları yerde donar kalırlar.
Kimse yerinden kıpırdamaz ve sadece seyrederler. Seyredilen adam Allah’a yönelmiştir. Cismani ve imani bütün özgürlüğünü yaşamaktadır. Dünya umurunda değildir.
İşte bu seccadesiyle meydan okuyan adam, Bedizüzzaman’dan başkası değildir. O seccade serişindeki hali; “Yerin ve göklerin Rabbi birdir ve ben de sadece O ‘Bir’e boyun eğer ve secde ederim” mesajını, ömrü boyunca hem bedeni hem de ruhi olarak vermiştir.
Görmediğim ve görmek istediğim bir sergi için yazdım bunları. Barla Platformu tarafından Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi’nde açılan ‘Bediüzzaman’ın Emirdağ Yılları’ adlı sergide üstadın Emirdağ hatıraları ve yazdığı risalelerle ilgili pek çok belge yer almış. Sergi bugün sona erecekmiş, umarım gidip görebilirim. Benim gibi gidemeyenlere de gitmelerini ve görmelerini tavsiye ederim.
Üstad Necip Fazıl’ın; “Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu” dediği gibi, Üstad Bediüzzaman’ın hayatının büyük kısmı parmaklıklar arkasında geçer. Eskişehir ve Denizli hapis yıllarından sonra beraat kararı çıkmasına rağmen, Bediüzzaman ve Risale-i Nur talebeleri için özgürlüğün hâlâ bir anlamı yoktur.
Çünkü her beraat kararından sonra yine hapisler ve sürgünler sürer durur. Denizli hapsinden sonra Emirdağ’a sürgün edilir. Bütün olumsuzluklara rağmen ilahi kader Emirdağ’ı, Kur’an ve iman hizmetinin merkezi haline getirir. Emirdağ, bu şiddetin ve meşakkatin karşılığı olarak Risale-i Nur hareketinin kemale erdiği yer olarak tarihe geçer.
1944-48 yılları arasında Emirdağ’da sürekli gözetim altında tutulan Bediüzzaman’ın üzerindeki baskı çok fazladır. Ziyaretlere izin verilmez, kılık kıyafetine karışılır, aşağılayıcı muamelelerde bulunulur. Hatta o dönem, Bediüzzaman’ın tabiriyle Denizli hapsindeki bir aylık sıkıntının bir günde yaşandığı yerdir burası.
Öyle ki sürekli gittiği camiye kış günlerinde üşümemesi için konulan mangal bile kaymakamlık emri ile kaldırılır ve daha sonra camiye gitmesi tamamen yasaklanır. Sürgün yıllarında Bediüzzaman defalarca zehirlenmeye çalışılır, bir defasında zehrin etkisiyle şiddetli ıstırap çekerek bir hafta yarı baygın halde yatar. Yaşanılan bu eziyetler 1948-49’daki hapis yıllarında da artarak devam eder. Ancak bütün baskılara rağmen Bediüzzaman’a halkın ilgisi artar, bir yandan da Risale-i Nur Külliyatı’nın yazımı tamamlanmaktadır.
Emirdağ yıllarında, Risale-i Nur Külliyatı, mektup ve müdafaaları içeren 14’üncü Şua ve insanı tefekküre sevk eden 15’inci Şua yazılır. İşte o günlerde Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektuptan bir örnek:
“Demek Nurcularda hakiki, halis, sırf rıza-ı İlâhî için ve müspet ve uhrevî fedailer var ki, mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve taşnak gibi dehşetli komiteler, o Nurculara çare bulamayıp hükümeti, adliyeyi aldatarak lâstikli kanunlarla onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşaallah bir halt edemezler. Belki Nurun ve imanın fedailerini çoğaltmaya sebebiyet verecekler.” Said Nursî
Kuşkusuz bütün bunlar ilahi kaderin bir tecellisidir. Emirdağ yıllarına yakından şahit olabileceğimiz sergide; Hüve Nüktesi, Emirdağ Çiçeği ve 15’inci Şua’nın orijinali, Bediüzzaman’ın parmak izi, en yakın talebelerinden olan Bayram Yüksel’den kiraladığı yeleği, 1930’lu yıllarda giydiği cübbesi, kalemi, tespihi, gözlüğü ve şemsiyesi sergilenmiş.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.