İsrail’in üç atlısı... Monşer, Kalemşör, Profesör!
Adam, bir “köy kahvesi”nde atıp-tutan “Sarı çizmeli Memedağa” değil... Öyle olsa, “bilgi eksikliği var” der, geçersin... Adam hem okumuş, hem yazmış... “Dr.” olmuş, “doçent” olmuş, koskoca “profesör” olmuş... Yani “bilgi”si var!.. Yani “cahil” biri değil!.. Doğru ile yanlışı, “mağdur” ile “mağrur”u ayırt edebilecek konumda... Konuştuğu yer de “köy kahvesi” değil, televizyon ekranı!.. Ama, ağzından öyle sözler dökülüyor ki; kalıbımı basarım, “zırcahil” birisi bile bunları söylemez!.. Hele hele “Türk televizyonu”nda, asla!.. Hani, “İsrail televizyonları”nda filân konuşsa, dersin ki; “Doldurmuş cüzdanını, satmış vicdanını!”... Ama “Türk televizyonu”nda, milletin gözünün içine baka baka konuşuyor... Bu tabirden hoşlanmıyorlar ama, resmen ve alenen “İsrail ağzı” kullanıyor... Kimbilir, belki de “İsrail’den besleniyor”dur!.. Ya da, İsrail ile mutlaka bir “bağı” veya “bağlantısı” vardır!.. Ya “midesel”, ya da “koltuksal!”
TEK FARKLARI, “LİSAN”LARI!
Efendim, “televizyon”un ve “profesör”ün ismini vermeyeceğim... Eğer isim verirsem, biliyorum ki, “hakarete uğradığını” iddia edip, hemen “tazminat” dâvâsı açar!.. “Yargı”nın yapısı ise malûm!.. CHP’nin “Tel-Aviv avukatlığı” yaptığı, “yargı”nın da “CHP’nin dümen suyunda” göründüğü bir Türkiye’de; itiraf edeyim ki, “mahkemeye düşmek” hiç işime gelmez!..
Hem zaten, ismin ne önemi var?..
Önemli olan zihniyet!..
“O profesör” gibi, “İsrail ağzı” kullanan nice adam var bu ülkede?.. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün Trabzon’da dediği gibi; İsrail ile aralarındaki tek fark, “lisan”ları!.. İsrail televizyonlarında konuşanlar “İbranice” konuşuyor, bunlar ise “Türkçe!”
Onlar da “İsrail’i aklamaya” çalışıyor!..
“Türkçe” konuşan “bizimkiler”(!) de!..
Tabiî, şunu da eklemek lâzım:
Sürekli “kan” döktükleri, sürekli “kan içtikleri” için İsraillilerin “dil”leri, elbette “kan kırmızısı” renginde!..
“Bizimkiler”(!)in dilleri ise, “kahverengi!”
“Yalamak”tan ve “yamaklık”tan!..
İSRAİL’İN VARSA, İRAN’IN DA OLSUN!
Televizyondaki tartışmada, “eksen kayması” konuşuluyor... Türkiye, “İsrail’e sert tavır” koymakla, BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada “İran’a ambargoya hayır” demekle “eksen”ini mi değiştiriyor?..
Bunu tartışıyorlar!..
Biri diyor ki;
“Madem İran’ın nükleer silah yapacağından endişe ediliyor ve bu yüzden ambargo uygulanıyor, o halde niye İsrail gözardı ediliyor?.. Öyle ya, İsrail’in elinde nükleer silah bulunduğunu bütün dünya biliyor?.. Bu çifte standart niye?.. İsrail’in nükleer silâhı varsa, İran’ın da olsun!”
“Profesör”ümüz(!) hemen atılıyor;
“Hiç olur mu öyle şey?.. İran’da öyle bir yönetim mekanizması var ki, sıkıştığı anda atom bombasını atar!”
Diğer konuklar itiraz ediyor;
“Ne yani, İsrail’deki yönetim çok mu insancıl?.. İsrail, sıkıştığında nükleer silâh kullanmaz mı?.. Sizin İsrail dediğiniz ülke, Bakanlar Kurulu kararıyla, tekerlekli sandalyeye mahkûm, felçli Şeyh Ahmed Yasin’i, hem de sabah namazı çıkışında füze ile vurdurtan bir ülke değil midir?..
Kaldı ki, aynı İsrail, Lübnan saldırısında da misket bombaları ve fosfor bombaları kullanmıştır!.. Ve yine; insani yardım gemisine düzenlenen kanlı saldırının kararı da İsrail Bakanlar Kurulu’ndan çıkmıştır!”
İSRAİL “TEHDİT ALTINDA” İMİŞ!..
“Profesör”ümüz(!) başladı kıvırmaya;
“İsrail’de nükleer silah varsa, İran’da da olsun demek, bölgeyi dehşet dengesine çevirmek demektir!.. Yarın BAE ve Katar da kalkar, bende de nükleer silah olsun, der!.. Hatta, büyük şirketler de nükleer silaha sahip olmak ister!..”
Konuklar, “madem çifte standarda karşıyız, onlarda da olsun, Türkiye’de de!.. Yahut, hiç kimsede olmasın!.. İsrail’de de olmasın, İran’da da!.. Amerika’da da olmasın, Rusya, Çin ve Kore’de de!” deyince;
“Tamam, anlaştık” dedi “Profesör”ümüz!..
Ama, bu sözlerinin “İsrail’i gücendireceğini” düşünmüş olmalı ki; “kahverengileşen” dilinden, şu sözler döküldü:
“Ama, İsrail’in nükleer silâha sahip olmadaki sebepleri de iyi tahlil etmek gerekir!.. İsrail, tehdit altında bir ülke... Etrafı düşman dolu!.. Dolayısıyla, nükleer silaha sahip olması, gayet normal!..”
“Yuh” artık... Bu kadarına da yuh!..
Lütfen dikkat; bu profesör, “Tel-Aviv ekranları”nda konuşan Mişon, Şimon veya Mıgırdıç değil!.. Bu adam, “Türk ekranları”nda konuşan birisi!.. Adı Ahmet olmuş, Mehmet veya Timur olmuş, hiç farketmez!.. Nihayetinde İsrail ile aynı ağzı kullanıyor!..
Kalıbımı basarım ki;
Şimon’lar ve Mişon’lar bile böylesine bir “nükleer silah savunması” yapamazdı!..
Adam, “İsrail’den de İsrailci!”
Dedim ya, “cahil” olsa, “bilgi kabızlığı” yaşadığını düşünür, geçersin!..
Ama adam, profesör!..
Hiç düşünmüyor ki;
“Tehdit altında” olmak, eğer “nükleer silaha sahip olma hakkı” veriyorsa, bölge ülkelerinin tamamı “İsrail veya ABD tehdidi” altında değil mi?..
İşte İran... Yıllardır tehdit altında!..
“Saldırı”ya ha uğradı, ha uğrayacak!..
O halde, İran’ın da “nükleer silah”a sahip olması, en doğal hakkı değil midir?..
“Zekâ özürlü” Profesör, hiç akledemiyor ki;
“Nükleer silah” yapmak için “tehdit altında” olmak “şart” ise, ABD’nin nükleer silahı niye var?.. Rusya’nın niye var, Çin ve Kuzey Kore’nin niye var?..
Onlar da mı “tehdit” altında?..
Yoksa, onlar “tehdit etmek” için mi bulunduruyor nükleer silahı?.. Hiroşima ve Nagazaki’ye “atom bombası”nı “Japon tehdidi”nden korktukları için mi attılar?..
Irak ve Afganistan’a attıkları “seyreltilmiş uranyum” silâhlarını “tehdit aldıkları” için mi attılar?..
Demek oluyor ki;
“Tehdit altında” olmak; tam bir palavra!..
Adamlar “nükleer silâh” kullanıyorlar ki, “düşman”(!) ülkeler dize gelsin!..
Yani tehdit edilmiyorlar!..
Tam aksine, tehdit ediyorlar!..
“Profesörün zırvaları”nı dinlemeye daha fazla tahammül edemedim. Kapattım televizyonu!..
Sinirlerim zaten bozuk!..
Bari uykumdan olmayayım!..
İSRAİL TAŞERONU GAZETELER!
Gazeteye geldiğimde, bazı televizyonların, “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Trabzon konuşması”nı verdiğini görünce, dinlemeye başladım...
Erdoğan, özetle diyordu ki;
¥ “İsrail’de yayınlanan gazeteleri önünüze koyun, sonra Türkiye’deki birtakım malum gazeteleri onların yanına koyun. İnanın lisan dışında hiçbir fark göremezsiniz. Çünkü bunlar taşeron.”
¥ “Nerede basın özgürlüğü?.. Nerede düşünce özgürlüğü?.. O gemide yazarlar tartaklandı, hapse atıldı, neden sesiniz çıkmıyor?.. Hatırlayın, geçen yıl bir medya kuruluşuna vergi cezası kesildi... Türkiye’de basın özgürlüğü yok, diye dünyayı ayağa kaldırdılar. Şimdi neredesiniz?.. Neden İsrail’in basına uyguladığı şiddeti eleştirmiyorsunuz?.. Çünkü o gücü, o zaman da gidip onlardan aldılar... Gazetecilere resmen işkence yapıldı, neden sesiniz çıkmıyor?..”
¥ “Bir cümle yazıyorlar; İsrail yanlış yaptı ama..., diye başlayıp İsrail’i haklı göstermek için kırk dereden su getiriyorlar... ‘Türkiye yönünü değiştirdi’ diyorlar. Açın bakın İsrail basınına; inanın, aynı şeyi yazıyorlar... Senin ülken mücadele veriyor, senin milletin ayağa kalkmış, sen kime hizmet ediyorsun?..”
CHP’Yİ İSRAİL Mİ İSTİYOR?
Ne yalan söyleyeyim;
“Tam 12’den vuran bir konuşma” dedim kendi kendime... Gerçekten de, “tam isabet!”
Peki, gerek “gazete köşeleri”nde, gerek “televizyon ekranları”nda “İsrail ağzı” kullananlar, bunu sırf “İsrailperestlik”lerinden dolayı mı yapıyorlar?.. İsrail’den “yemlendikleri” veya İsrail’den “beslendikleri” için mi böyle konuşup, yazıyorlar?..
Elbette hayır!..
“İsrail, AK Parti Hükümeti’nden rahatsız” ya, “İsrail’le ilişkilerin düzelmesi için AK Parti Hükümeti’nin gitmesi gerekiyor” ya; şu anda “İsrail taşeronları”nın yapmaya çalıştığı da bu!..
“AK Parti gitsin, CHP gelsin” istiyorlar!..
“Bremen Mızıkacıları” gibi; kimi ekrandaki “kelâm”larıyla, kimi gazetelerdeki “kalem”leriyle, eh PKK da “kurşun”larıyla hizmet ediyor “İsrail talepleri”ne!..
Başbakan, bunun farkında...
“Taşeron köşe yazarları”nın, “İsrail’in lehinde, AK Parti’nin aleyhinde” yorumlarına dikkat çekip, diyor ki;
“Sen kimin avukatısın?..
İsrail’deki yönetimin mi, yoksa gelecek iktidarın mı?.. Kimin avukatısın, onu söyle!”
Erdoğan, “kirli eller” tarafından yazılan “kirli senaryolar”ın da farkında olmalı ki; “Trabzon’dan tüm Türkiye’ye sesleniyorum” dediği konuşmasında, “oyun”lara dikkat çekiyor:
“Türkiye ne zaman büyük bir ülke olma yolunda kararlılıkla yürümeye başladıysa, bazı kirli eller devreye giriyor... Türkiye ekonomisi ne zaman atağa geçse, kirli senaryolar devreye giriyor... Bakın 7.5 yıl boyunca millet egemenliğini yok sayan, milletin iradesini yok saymak isteyenler her türlü provokasyonla üzerimize geldiler... Danıştay’a kanlı bir saldırı yaptılar, faturayı hükümete kesmek istediler. Takke düştü kel göründü. Bu sefer iyot gibi açığa çıktılar. Kanlı eylemlerle süreci bozmaya, bizi hedefimizden vazgeçirmeye çalıştılar. Osmaniye’de askerî lojmana saldırdılar. Bir üsteğmenimizin eşini kaybettik. Tunceli’de hastaneden dönen araca saldırdılar... Ama, onlara da eyvallah etmiyoruz, etmeyeceğiz!”
Sonuç olarak demek istiyorum ki;
Siz siz olun, ekranda “konuşanlara” veya gazetelerde “yazanlara” bakmayın!.. “Konuşturan” kimdir, “yazdıran” kimdir, onlara bakın!..
Bakarsanız, “Siyonist İsrail”i görürsünüz!..
PKK’nın derdi, Devlet Bey’i niye gerdi?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli; konuşuyor konuşmasına da, “nece” konuşuyor?.. “Ağzı” ile “kulakları” arasında bir “iletişim kopukluğu” olmalı ki, ağzından çıkanları, kulakları duymuyor!..
Ya da, dili; “beyinden bağımsızlığını” ilân etmiş olmalı ki, “dil”den dökülen sözlerin “mantık”la bağlantısı yok!..
Dün, Bolu’da demiş ki: “Açılım safsatası gündeme geldiğinden bu yana, terörde tırmanış başladı!”
Bu sözün “Türkçe’si” nedir?..
Demek oluyor ki, PKK’lı teröristler, “açılım”dan rahatsızdır!..
Onun içindir ki, “açılımı sabote” edici eylemlere hız verdiler!..
Tamam, PKK “açılım”dan, ya da Bahçeli’nin deyimiyle “açılım safsatası”(!)ndan rahatsızdır, peki bu süreçten Devlet Bey niye rahatsızdır, onu anlayamadım!..
Biliyorum ki; Devlet Bey “PKK’ya karşı”dır!.. Ama, bu nasıl “kesişme”dir ki; “PKK’ya karşı” olan Devlet Bey, “PKK’nın karşı” olduğuna da “karşı” çıkarak, PKK ile “aynı paralel”e düşüyor!..
Şu anda “açılım safsatası”(!)na karşı olan PKK, “açılım hayata geçtiğinde Allah bilir, neler yapar?!?..
Demek ki, “açılım” iyi bir şeydir...
Devlet Bey de açılsın, içine kapanmasın!..