Gürcistan’a fındık seferi (1)
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
Kanunî Sultan Süleyman
Öğrencilerime yılın ilk dersinde mutlaka şunu söylerdim:
“Gençler, Ay’a her gün dolmuş seferleri yapılsa; meyveciliğin önemi azalmaz ve giderek artar. Bu bakımdan bu dersi iyi öğrenmeniz gerekir.”
Neden mi bunu söylerdim?
Birbirine bağlı gibi gözüken iki sebepten...
İlki; Ay’a dolmuş seferleri yapılması demek, ülkelerin ve milletlerin giderek zenginleşmesi ve refah seviyelerinin yükselmesi demektir. Zenginleşen insanlar ise, zenginliklerinin alameti olarak sofralarında daha çok meyveye yer vereceklerdir.
İkincisi; insanların sağlıklı beslenebilmeleri için, yiyeceklerinin asgari % 70’inin meyve ve sebzelerden oluşması gerektiği gelişen tababetin ortaya koyduğu bir diğer gerçektir.
Bir başka deyişle, eğer insanlar sofralarında, hangi türden olursa olsun, meyve ve sebzeye, yani bahçe bitkileri ürünlerine yer vermeyecek olurlarsa, mutlaka sağlıklarını kaybederler.
Sağlıkları bozulan insanlar ise önce huzurlarını, sonra da güçlerini kaybederler.
Ya da önce güçlerini, sonra da huzurlarını…
Huzurlarını ve güçlerini kaybeden insanlar ise bedenen ve zihnen verimli çalışamazlar.
Bu verimsizlik giderek aile bütçesine yansır ve aile refah kaybıyla karşı karşıya kalır.
Bu kayıp bu kez bireysel huzursuzluğun yönünü ailevî huzursuzluğa çevirir.
Ve bireysel kayıplar, toplumsal kayıplara doğru büyüyerek çoğalır.
Bu, aklı başında herkesin bildiği yadsınamaz bir gerçektir.
Bu bakımdan, beslenmemizde yediklerimizin % 70’inin meyve ve sebzelerden oluşmuş olmasına mutlaka özen göstermemiz gerekir.
Bir başka ifadeyle, meyve ve sebze girmeyen eve mutlaka dert girecektir.
Bunu kesinlikle unutmayalım ve beslenmemizi ona göre düzenleyelim.
Bu arada şunu söylemek durumundayım ki, kimi özel durumlar ve ihtiyaçlar dışında, beslenmemizi sağlıklı yapmamızı sağlayacak olan en güzel meyve ve sebze, taze ya da iyi depolanmış olmak kaydıyla o gün piyasada bulunan en ucuz meyve ve sebzedir.
Yani soframızı meyve ve sebzeyle zenginleştirelim derken, turfanda ürünlere yüklenip kesemizi fakirleştirmeyelim…
*
Bütün bunları ne için mi yazdım?
Elbet dünyada tek tabanca ya da üretiminde ve dış satımında yegâne kral olduğumuz fındık için.
Evet, dünya fındık üretiminin ve dış ticaretinin % 70-75’ini elinde tutan bir ülke olarak fındıkta tek tabancayız ve kralız.
Fakat ne yazık ki, kimi etkililer ve yetkililer fındıktaki bu gücümüzü başımıza dert olarak görmüş olmalılar ki, zaman zaman fındık dikim alanlarının sınırlandırılması ve mevcut alanların sökülerek azaltılması konusunda kararlar almakta ve bununla ilgili yasal düzenlemeler yapmaktadırlar.
Oysa bilinen en yalın bir gerçektir ki üretim güç demektir.
Bu cümleyi tersinden okuyacak olursak, üretmeyen ve değirmenini sürekli olarak taşıma suyla döndüren hiçbir ülkenin güçlü olması; uluslararası arenalarda sözünün ve sohbetinin dinlenmesi, temsilcilerinin adam yerine konması kesinlikle mümkün değildir.
Bilindiği gibi üretimin esas olarak dört aşaması vardır…
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Bilginin üretilmesi...
Teknolojinin üretilmesi...
Eşyanın üretilmesi...
Hizmetin üretilmesi...
Ülkemiz insanının, beynini cendereye sokan ve aynı şeyleri tekrar ettiren patinaj eğitimi nedeniyle, piyasa değeri yüksek hiçbir bilgiyi ve teknolojiyi üretemediği, maalesef bilinen çok acı bir gerçektir.
Biz ülke ve millet olarak şu an ya başkasının teknolojisiyle ya da geleneksel bilgi ve görgülerimize dayanarak eşyayı, yani şeyleri üretir durumdayız.
Başkalarının teknolojisiyle eşyayı üretme konumunda olduğumuz için, o eşyanın bilgisini ve teknolojisini üreten ülkelerin ve milletlerin birkaç adım gerisinde bulunmamız gayet doğaldır.
Aynı şekilde geleneksel bilgi ve görgümüzle ürettiğimiz şeylerin piyasa değerlerinin teknolojik ürünlere göre daha düşük olmasından dolayı, yine de onlardan birkaç adım geride bir yerlerde bulunuyoruz.
Örneğin fındık ve diğer tarım ürünlerindeki durumumuz gibi…
Bütün bunlar yetmezmişcesine, piyasada belli bir yeri ve değeri olan ürünlerimizin daha fazla üretilmesinin önüne kendi ellerimizle engeller koymamız, gücümüzü azaltan bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Fındık, onlarca yıldır, fazla üretimi nedeniyle başımıza dert gibi görülen ve bu nedenle kendi elimizle üretiminin önüne kimi engeller koymaya çalıştığımız geleneksel ürünlerimizden birisidir ve dış ticaret açısından en başta gelenidir.
Oysa piyasa değeri olan hiçbir ürün başa dert olmaz ve kesinlikle olmamalıdır da.
Hal böyle olunca sorulacak ve cevabı aranacak soru şudur:
Öyleyse geleneksel ürünümüz fındık niye başımıza dert olarak gösterilmektedir?
Bu sorunun cevabı tek kelimedir:
Beceriksizliğimizden...
Evet, tek kelimeyle beceriksizliğimiz nedeniyle, dünyada tek tabanca olduğumuz ve belli bir piyasa değeri olan geleneksel bir ürünümüz değişik kesimler tarafından başımıza dert gibi gösterilmektedir.
Bu dert gibi gösterilişin nedeni ise açıktır...
Bilindiği gibi, fındığımızın asıl alıcısı Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleridir ve yaklaşık 90 ülkeye fındık ihraç etmekteyiz.
Bu ülkelerin bizden aldığı 225-250 bin ton iç fındığı (kabuklu olarak 450-500 bin ton) satmanın pek fazla bir zorluğu yoktur.
Çünkü zengin batı insanı damak zevki için, en iyi çikolataları imal edip tüketmeye, bunun için de bizim 250 bin ton civarında iç fındığımızı satın alıp çikolata sanayisinde kullanmaya adeta mecburdur.
Yani buraya kadar bir problem yoktur.
Fakat fındık üretimimiz çok yukarılara tırmandığında (700-800 bin ton), iç tüketimimiz üretimimizin % 15’inden bile aşağıda olduğu için (en fazla 100 bin ton civarında kabuklu), kimi yılda 100, kimi yılda 200 bin tondan fazla kabuklu fındık elimizde kalmaktadır.
Bu da batılı alıcılar için bulunmaz bir fırsattır.
Çünkü bu durumda, fındık fiyatlarıyla istedikleri gibi oynamakta, yani fiyatı daha aşağılara çekebilme imkânını elde edebilmektedirler.
Böyle bir durum karşısında ülkemizin etkili ve yetkili çevrelerinin aklına fındık dikim alanlarının daraltılması ve kimi fındık dikimlerinin sökülmesi için üreticinin teşvik edilmesi gelmekte, bu da her kafadan bir sesin çıkmasına neden olmaktadır.
Ve elbet fındığın hikâyesi burada bitecek gibi değildir...
Öyleyse, herkesin Marmara gemisiyle meşgul olduğu bir dönemde, hayat devam ettiği ve hikâye de uzun olduğu için bu konuya bir sonraki yazımızda devam edeceğiz demektir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.