OHAL’i kim kaldırdı... Apo’yu kim asmadı?
Merhum Nasreddin Hoca’ya atfedilen meşhur fıkrayı bilirsiniz... “Birbirlerinden şikâyetçi” iki adam gelmiş Hoca’nın huzuruna... Hoca, önce birini dinlemiş, “Sen haklısın” demiş... Sonra diğerinin şikâyetini dinlemiş... Ona da, “Haklısın” demiş!..
Onlar gidince, karısı sormuş Hoca’ya:
“Bu, nasıl iş Hocaefendi?.. İkisi birden nasıl haklı olur?”
İşte Hoca merhumun cevabı:
“Hanım, sen de haklısın!”
Demek oluyor ki;
“Olay” aynı ama, “bakış” farklı olunca, her iki taraf da “haklı” olabiliyor... Öyle değil midir; kime sorsan, “ben haklıyım” demez mi?..
Aynen fıkradaki gibi... Başbakan Tayyip Erdoğan da sözlerinde “haklı”dır, ona “hodri meydan” çeken MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural da!..
Peki, nasıl?..
OHAL NE ZAMAN KALDIRILDI?
Efendim, Başbakan Erdoğan, AK Parti Grup Toplantısı’ndaki konuşmasında demiş ki;
“19 Temmuz 1987’de konulan OHAL’i, 30 Kasım 2002’de biz kaldırdık.”
Böyle mi?..
Evet, aynen böyle!..
Gerçekten de;
OHAL uygulamasının başladığı 19 Temmuz 1987 tarihinden, kaldırıldığı 30 Kasım 2002’ye kadar geçen sürede OHAL 46 defa uzatıldı. Her 4 ayda bir uzatılan Olağanüstü Hal uygulaması, 1994 yılı sonuna kadar 13 ilde sürdürüldü.
İlk olarak Elazığ OHAL kapsamından, Adıyaman da mücavir il olmaktan çıkarıldı.
Daha sonra, 30 Kasım 1996 tarihinde Mardin kapsamdan çıkarılarak, mücavir il statüsüne alındı.
Ardından TBMM’nin 2 Ekim 1997 tarihli kararıyla 6 Ekim 1997’den itibaren Batman, Bingöl ve Bitlis uygulamadan çıkarılarak, mücavir il kapsamına dahil edildi.
30 Kasım 1999’da Siirt’te, 30 Temmuz 2000’de Van’da, 30 Temmuz 2002’de de Hakkari ve Tunceli’de Olağanüstü Hal uygulaması sona erdirildi.
Diyarbakır ve Şırnak’ta OHAL uygulaması sürerken, Batman, Bingöl, Bitlis, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Tunceli ve Van, mücavir il kapsamında yer aldı...
TBMM’nin 19 Haziran 2002 tarihli birleşiminde, OHAL’in 30 Temmuz 2002 tarihinde Diyarbakır ve Şırnak’ta 4 ay daha uzatılması kararlaştırılmıştı. Uygulama, bu 2 ilde 30 Kasım 2002 tarihinde sona erdi...
Böylece, 12 Eylül 1980 askerî harekâtının ardından “sıkıyönetim”le başlayan ve daha sonra Olağanüstü Hal ile devam eden dönem, 23 yıl sonra kapanmış oldu...
ERDOĞAN DA HAKLI, VURAL DA!
Başbakan Erdoğan, “biz kaldırdık” demekte yerden göğe “haklı”dır... Çünkü, 3 Kasım 2002 seçimlerinden “tek başına iktidar” olarak çıkan AK Parti, 18 Kasım 2002’de “Hükümet”i kurmuştur...
Eee, OHAL ne zaman kaldırıldı?..
30 Kasım 2002’de!..
Yani o zaman iktidarda AK Parti Hükümeti vardı... Bu durumda, Tayyip Erdoğan, “biz kaldırdık” demekte haksız mıdır?..
Öyle ya;
“Uygulamanın sona eriş tarihi 30 Kasım 2002’dir ve o zaman da iktidarda AK Parti Hükümeti bulunmaktadır!”
Erdoğan’a “hodri meydan” çekip, “OHAL’in kaldırılma kararını 30 Temmuz 2002’de son defa 4 ay uzatan biziz” diyen MHP’li Oktay Vural da, yerden-göğe “haklı”dır!..
Evet, Diyarbakır ve Şırnak’ta, “son defa, 4 ay daha” uzatılmıştır OHAL!..
Ama, “23 yıl boyunca” hep böyle yapılmış değil midir?.. Her seferinde; “Son defa!.. 4 ay daha” uzatılmamış mıdır?..
Hani, eskiden hep haberler okurduk ya;
“BM Güvenlik Konseyi, Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün görev süresini 6 ay daha uzattı!”
Olağanüstü Hal de böyle!..
Her seferinde “4 ay daha” uzatılırdı!..
Ama önemli olan, “uygulamanın kaldırıldığı tarih”tir!.. Yani, 30 Kasım 2002 tarihi!..
O zaman da iktidarda AK Parti vardı!..
Kaldı ki, eğer “şartlar el vermiyor” olsaydı, “son defa” denilip, bir “4 ay daha” uzatılırdı!..
Ama uzatılmadı!.. “İşkence ve zulüm”lerle geçen “23 yıllık uygulama” sona erdirildi!..
Önemli olan da bu!..
Haa, Erdoğan’ın sözlerine hak verirken, MHP’nin hakkını da teslim edelim.
“OHAL İYİ” İSE NİYE KALDIRDINIZ?
Ama, Oktay Vural’ın “tarih takıntısı”nı anlayabilmiş değilim... Ha 30 Temmuz 2002’de “kaldırılma” kararı verilmiş, ha 30 Kasım 2002’de uygulamaya son verilmiş, ne farkeder ki?..
MHP’li Oktay Vural, asıl şu “soru”nun cevabını vermek zorundadır:
“OHAL’i kendinizin kaldırdığını övüne övüne söylediğinize göre, demek oluyor ki; OHAL uygulaması tu kakadır!.. Yani terörle mücadeleye hiçbir katkısı olmamıştır!.. Tam aksine, gerisinde işkenceler, faili meçhul cinayetler, kısacası kan, gözyaşı ve zulüm bırakmıştır!..
OHAL kötü bir uygulamadır da, peki, aynı uygulamayı bugün yeniden niye teklif ediyorsunuz?.. OHAL uygulamasının yeniden başlatılmasını teklif eden Genel Başkanınız Devlet Bahçeli, o zulüm günlerini yeniden hortlatmak mı istemektedir?”
Kısaca söyleyecek olursak;
OHAL “iyi” ise, niye kaldırdınız?..
“Kötü” ise, yeniden niye öneriyorsunuz?..
Merak ediyorum;
Bir “kafa karışıklığı” mı yaşıyorsunuz?..
Hem “biz kaldırdık” diye övünüyorsunuz,
Hem de “yeniden OHAL ilân edilsin” istiyorsunuz!..
Bu “yaman çelişki”nin esbab-ı mucibesi ne?..
Tayyip Erdoğan “biz kaldırdık” diye övünmekte haklıdır, çünkü “yeni bir OHAL’in terörün ekmeğine yağ süreceğini” söylemektedir!..
Peki, ya MHP!..
Hem “kaldırmakla” övünüyorsunuz,
Hem “yeniden koyalım” diyorsunuz!..
Önce, bu “kafa karışıklığı”ndan kurtulun!..
ÖCALAN’LA İLGİLİ SÜREÇ
Gelelim, Öcalan’la ilgili sözlerinize... Dün, Meclis’te düzenlediğiniz basın toplantısında demişsiniz ki;
“Terörist başı Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği tarihte MHP, Meclis’te bile değildi... Abdullah Öcalan’ı teslim edenlere idam edilmeyeceği garantisi verildiğini iddia edenlere hodri meydan!.. İspatlamayan namerttir. Eğer böyle bir belge varsa, derhal açıklansın!.. 2002’de idam cezasının kaldırılmasına MHP karşıydı. O dönem idamın kaldırılmasına Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları destek verdi.”
Ben, Tayyip Erdoğan’ın avukatı değilim... Ama o süreci yakından takip eden bir gazeteci olarak, Oktay Vural’ın “olayı çarpıttığını” düşünüyorum!..
Buyurun, o süreci yeniden hatırlayalım:
¥ 15 Şubat 1999: Öcalan Kenya’da yakalandı ve İmralı Adası’na hapsedildi.
¥ 31 Mayıs 1999: Öcalan’ın İmralı Adası’nda yargılanmasına başlandı.
¥ 29 Haziran 1999: Mahkeme, tarihi dâvâda Öcalan’ın idamına karar verdi.
¥ 25 Kasım 1999: Öcalan için yargı son sözünü söyledi... Yargıtay, idam kararını oybirliğiyle onadı... Gözler TBMM’ye çevrildi. Yargıtay Daire Başkanı Demirel Tavil, idam cezasının tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak onandığını açıkladı.
¥ 25 Kasım 1999: Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Hasip Kaplan, idam kararının onandığının açıklanmasından 5 dakika sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurarak ‘idamın durdurulması’ için tedbir kararı istedi. Kaplan, “Benim, Öcalan’ı Avrupa’da savunmak için yetkim var. Yargıtay kararını 09.15’te açıkladı ve idam süreci başladı. Ben de saat 09.20’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruda bulunarak, idama karşı tedbir istedim” dedi.
¥ 1 Aralık 1999: AİHM’nin, Öcalan’ın idamının ertelenmesi isteğine Ankara, iç hukuk yolları tükenmediği gerekçesiyle itiraz etmedi.
¥ 3 Ocak 2000: Apo dosyası, infaz için Adalet Bakanlığı’ndan Başbakanlığa gönderildi. Dosyanın gelmesiyle birlikte hükümet de; hem Af Yasası, hem de Öcalan’ın idamı konusunda çifte krizin eşiğine geldi... Yılbaşından hemen sonra yapılacağı bildirilen liderler zirvesi 12 Ocak’ta gerçekleşecek.
¥ 12 Ocak 2000: Apo’nun idam dosyasının akıbeti, 7,5 saat süren liderler zirvesinde belli oldu. Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz, Öcalan dosyasının, AİHM kararı gereği Başbakanlık’ta bekletilmesi kararını verdiler. Zirveden sonra kararı açıklayan Ecevit, “Ancak erteleme süreci, Türkiye’nin aleyhinde kullanılmaya çalışılırsa, idam kararı Meclis’e gönderilecektir” dedi.
Evet; 15 Şubat 1999 ile 12 Ocak 2000 yılları arasında geçen “11 aylık süreç” böyle...
Bu sürecin her aşamasında Devlet Bahçeli var... Evet, Apo Türkiye’ye getirildiğinde “MHP Meclis’te bile değildi” ama, “Apo’nun ipten alınması” sürecinin her aşamasında Devlet Bahçeli vardı...
İşte bunun içindir ki;
“PKK, terör ve Apo” konusunda “en son konuşması” gereken kişidir Bahçeli!..
“HÜKÜMET SORUNU YAPMAYIZ!”
Bir önemli ayrıntı daha:
16 Şubat 2002 Cumartesi günü, Bay Ecevit sormuş, Sayın Bahçeli’ye:
“İdam cezasının kalkması konusunu, hükümetin dışında, Meclis’te çözersek, alınganlık gösterir misiniz?”
Cevap vermiş Bahçeli:
“Hayır, hiçbir alınganlık göstermeyiz!.. Bunu, hükümet sorunu da yapmayız!”
Bunun Türkçesi şudur:
“Çalmam, ama çalana karışmam!.. Vurmam, ama vurana karışmam!.. Soymam, ama soyana aldırmam!.. Apo’yu asmak isterim, ama karşı çıkana da saldırmam!”
Ya da;
“Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın!”
Örnekleri çoğaltmak mümkün... MHP, böyle davranmakla, zannediyordu ki; bunu, ileride “koz” olarak kullanacak!
Çıkacaktı meydanlara ve aklı sıra diyecekti ki;
“Biz aslında Apo’nun asılmasından yanaydık, ama gördünüz işte; koalisyon olunca, her istediğimizi yapamıyoruz!.. Apo’nun idamını engelleyen kanunun altında bizim imzamız yok!”
Evet, aynen böyle diyeceklerdi!..
Ama, milletin gözü açıldı artık!..
Yemezler!..
Sen kalkıp;
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye bağıracak, “İmralı, Apo’ya mezar olacak!” diye sloganlar atacak ve sonra da, “Adım Hıdır, elimden gelen budur!” diyerek, acziyet belirteceksin!..
Yemezler!..
O günlerde sorduk, yine soruyoruz:
“Apo, MHP’nin varlık sebebiydi... Olmazsa olmaz şartlarından biri, Apo’nun asılmasıydı!.. Tamam, koalisyon ortağı olduğunuz için asmaya gücünüz yetmedi, peki koalisyondan ayrılmayı da mı akıl edemediniz?!?.. Madem dediğiniz olmuyor, çekilseydiniz Hükümet’ten!..”
“MHP, İTİRAZ ETMEYE KALKAMAZ!”
Hiç kimse ve hele de MHP, hiç kimseyi kandırmaya kalkmasın!..
Rahşan Ecevit, 12 Şubat 2002’de etrafına topladığı “14 gazeteci”ye ne demişti, biliyor musunuz?..
“Yazılmasın” diye rica ettiği, “mahrem kalmasını” istediği sözler, elbette “Bülent’in sağlığı Allah’ın lütfu” şeklindeki ifadeler değildi!..
Ya neydi?..
Devlet Bahçeli’nin de, “kelimesi kelimesine” bildiği o sözlerden biri şöyleydi:
“MHP, idam cezasını kaldırma girişimine itiraz etmeye kalkışamaz!”
Evet, böyle demişti Rahşan Hanım!.. “Bir bildiği” vardı ki, böylesine “iddialı” konuşmuştu!..
İşin garibi;
Bu söz ve devamı, kelimesi kelimesine aktarılmış Devlet Bey’e!..
Ama “tık” çıkmamış Devlet Bey’den veya MHP kurmaylarından!..
İyi de;
Bu söze “tavır” koyamayan, dahası, “Apo’nun asılmaması” yönündeki girişimlere “sessiz” kalan bir partinin; bugün “ağlamaya” hakkı var mıdır?..
Son bir hatırlatma:
“Apo’nun boynuna atamadığı” ipi, Erzurum’daki miting kürsüsünden fırlatıp Erdoğan’a seslenen ve “Ben asamadım, al sen as!” diyen Devlet Bahçeli değil miydi?..
O halde, daha niye konuşuyorlar ki!?!..
Kimi, kime şikâyet edeceksin?
Eskiden kalma bir söz vardır... Hani, derler ya; “Anamı ağlatan kadı!.. Kimi, kime şikâyet edeceksin?”
Geçmişten gelen sözler, bugün de yaşıyorsa, demek oluyor ki; eskilerin “bir bildiği” vardır...
Efendim, malûmlarınız olduğu üzre; Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, bir süre önce “Ergenekon yöneticiliği” suçlamasıyla önce “gözaltına” alındı, sonra da tutuklanıp “cezaevi”ne gönderildi...
“Tutuklama”ya yapılan itirazların her sefer “reddedilmesi” de onu gösteriyordu ki; ortada “ağır bir suç” vardır!..
Gelin, görün ki; “hiçbir yetkisi olmadığı halde” Yargıtay “yargıya müdahale” etti ve hem de “fotokopi”ler üzerinden bastı “tahliye”yi!..
İlhan Cihaner, “tahliye” edilmiş olmasına rağmen, halen “sanık”tır!.. Yani, “tutuksuz yargılanacak”tır!.. İşte bu “sanık” dün göreve başladı ve oturdu “Başsavcılık” koltuğuna!..
Ortaya, öyle “garabet” bir durum çıktı ki; kendisi de “sanık” olan bir savcı, huzuruna gelen “sanık”lar hakkında “görüş” açıklayacak!..
Bir anlamda; “sanık, sanığı yargılayacak”!.. Peki; “sanığın, sanığı yargılayacağı” bir dâvâdan “adalet” beklenir mi?..
Eskilerin dediği gibi; “Kimi, kime şikâyet edeceksin?”