Elin parasıyla hovardalık!.. Elin kasediyle başkanlık!
Ne iş yaptın da kazandın o parayı?.. Akit’te çalışıp, “alın teri” dökerek mi kazandın?.. Kafa mı yordun ülke meselelerine?.. Beynini mi zonklattın?.. Evet soruyorum; “Akit” için nasıl bir emek harcadın da hakettin o parayı?.. Kürek mi salladın, “bobin” mi yuvarladın da hakettin o parayı?.. Hakettin de alamadın mı emeğinin karşılığını?.. Hakkını alamayınca dâvâ açtın da, kazandın mı?.. Öyle diyorsun ya; kazandığım paralarla, “Atatürk rozeti” yaptırıp bakanlıktaki arkadaşlarına dağıtmışsın ya!.. Kimin parasını kime dağıtıyorsun?.. Senin bu yaptığına; “Elin parasıyla hovardalık etmek” veya “elin bilmem nesiyle gerdeğe girmek” denir!.. Gerçi sen, bu konuda uzmansın!.. Yılmaz Özdil’in ifadesiyle; sen “elin kasediyle gerdeğe giren bir adam”sın!..
Hele söyle; “Baykal’ın kasedi” olmasaydı, “CHP Genel Başkanlığı” koltuğuna oturabilir miydin?.. Sen, hep “başkaları”nın parasıyla mı “hovardalık” yaparsın?.. Sen, hep “başkaları”nın sözüyle mi hareket edersin?.. Kısaca söylemek gerekirse; sen hep “başkaları”nın sırtından mı geçinirsin?..
YALAN SÖYLÜYORSUNUZ KEMAL BEY!
Size söylüyorum Bay Kemal Kılıçdaroğlu!.. Önceki günkü Hürriyet’te şu sözleriniz vardı:
“Aleyhimde yayın yapan gazetelere tazminat davaları açtım... Akit Gazetesi’nden aldığım tazminatlarla Atatürk rozeti yaptırıp bakanlıktaki arkadaşlarıma dağıttım... Sonra paralarımın bir kısmını alamadım. Çünkü kaçıyorlardı. Onun üzerine Akit’in logosu üzerine tedbir koydurdum Patent Enstitüsü’nden... Şu anda Akit’in logosu bana ait... Mahkemede tedbir kararı var.”
“Yalan” söylüyorsunuz Bay Kemal!.. Dünkü Vakit’te de belgelerini yayınladığımız gibi; “Akit’in logosu” size ait değil!.. Sadece “Akit’in logosu” değil, sizin üzerinize kayıtlı bir “logo” da yok, “marka”da!..
Evet, resmen ve alenen “yalan” söylüyorsunuz...
O HABERLER YALAN MIYDI?
Tabiî, sözlerinizde “doğru”lar da var!..
Meselâ, “Akit’e tazminat dâvâları açtığınız” ve “Akit’ten tazminat kazandığınız” doğru!..
Peki, bunun sebebini niye açıklamıyorsunuz?..
Diyorsunuz ki;
“Aleyhimde yayın yaptılar!”
İyi de, niye yaptık bu yayınları?..
“Yalan” mıydı yazdıklarımız?..
Ya da, “hakaret” miydi?..
Bilmeyenlerin öğrenmesi, bilenlerin de hatırlaması için söyleyelim: Kılıçdaroğlu’na, SSK Genel Müdürü olduğu dönemde, “solcu olmasıyla tanınan birisi” dedik...
Dâvâ açtı, kazandı!..
Böylece öğrenmiş olduk ki, Bay Kemal Kılıçdaroğlu, “solcu” değilmiş!.. O gün “solculuğu” hakaret sayan bu adam, şimdi “devrimci ve sosyalist” geçiniyor, iyi mi?..
Bir de, 6 Temmuz 1997 tarihli Akit’in manşetinde, “...Ve işte Kılıçdaroğlu” ifadesi kullandık... Bu manşette, Kılıçdaroğlu yönetimindeki SSK’nın “teröristlerle doldurulduğunu” yazdık...
Hayır, “yalan” değildi yazdıklarımız...
Çünkü Bay Kılıçdaroğlu 1992-1996 yılları arasında “tam 7 bin 451 kişi” almıştı SSK’ya... Bunlardan bir kısmı “terörist” idi!..
Kimi PKK’lıydı, kimi THKP-C’li!..
Kimi Dev-Yol’cuydu, kimi TİP’li!..
İçlerinde Dev-Genç’liler de vardı!..
Bu kişilerin “hangi görev”lere getirildiklerini “isim isim” vermiştik... Hem de, “devletin resmi raporları”na dayanarak...
12 Ocak 1998’de de, “SSK’nın adeta sol terör üssüne döndürüldüğünü” yine belgeleriyle gözler önüne sermiştik.
Başlığımız şöyleydi:
“Örgüt evi gibi!”
Ayrıntıları da yazıp; “SSK’da görevli örgüt elemanları”nın, “hangi tarih”te, nerede, “hangi eylemi” gerçekleştirdiklerini ve “ne kadar ceza aldıklarını” tek tek sıralamıştık!..
Peki, yalan mıydı yazdıklarımız?..
Hepsi de doğruydu...
GİDİN, NAMİ ÇAĞAN’A SORUN!
Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami Çağan da, 16 Ocak 1998’de Akit’e gönderdiği açıklamada, “haberlerimizin doğruluğunu” teyid ediyordu...
Biz, bu açıklamayı da yayınlamış ve “Bakan Çağan Akit’i doğruladı” başlığını kullanmıştık.
Nami Çağan, halen “sağ”dır...
İnanmayan, gidip kendisine sorabilir...
Çağan, o açıklamasında diyordu ki;
“Haberde yeralan kişilerin, 1993 yılında yapılan sınavla Bakanlığımıza alınan iki iş müfettişi yardımcısı ile 1995 yılı sonlarında düzenlenen sakat ve eski hükümlü sınavları sonucunda Sosyal Sigortalar Kurumu’na alınan personelden bazıları olduğu görülmektedir.(...)
1995 yılı sonlarında SSK tarafından yapılan özürlü personel alımı sınavıyla ilgili olarak 8.4.1996 tarihinde başlatılan inceleme, 9.9.1996 tarihinde soruşturmaya dönüştürülmüştür. Bu soruşturma sonucunda, 15.4.1997 tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumu’nda görevli bazı personel hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur.
Ayrıca, bunlara ek olarak benden önceki Bakan Sayın Necati Çelik tarafından, sınav sırasında da Genel Müdür olan Kemal KILIÇDAROĞLU ile bir Genel Müdür Yardımcısı ve Personel Dairesi Başkan Vekili hakkında da suç duyurusunda bulunulmuştur. Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından söz konusu üç yönetici hakkında takipsizlik kararı verilmiş olup, diğer personel hakkında açılan kamu davası sürmektedir.”
Çağan, açıklamasının devamında, “haberde yer alan örgüt üyelerinden bazılarının görevden uzaklaştırıldıklarını” da açıklamıştır...
Ama, en önemlisi;
Kemal Kılıçdaroğlu hakkında “suç duyurusunda bulunulduğunun” bildirilmesidir!..
Söyleyin Bay Kılıçdaroğlu;
Bu da mı yalan?..
Tamam, hakkınızda “takipsizlik” kararı verilmiş olabilir ama bu, “suç duyurusu” yapıldığı gerçeğini ortadan kaldırmaz!..
Kaldı ki; o günlerin atmosferinde, yani “28 Şubat Cuntası’ndan brifing almış hakimler”den farklı bir karar da beklenemezdi...
Sizin hakkınızda elbette “takipsizlik” verecekler, bizim hakkımızda da elbette “aleyhte” karar vereceklerdi!..
O HAKİMLER, ŞİMDİ YARGITAY ÜYESİ
Öyle ya; o hakimlerin çoğu, “Moğultay tarafından atanan” hakimlerdi... Üstelik, “28 Şubat Cuntası’ndan brifing” almışlardı!..
Buna rağmen; sizin açtığınız “tazminat dâvâsı”nda, bizim yazdıklarımızın “yalan” olduğuna hükmedemediler!..
Evet, “yalan” diyemediler!..
“İftira” da diyemediler, “hakaret” de diyemediler!..
Ya, ne dediler;
“Haberin konusu ile kullanılan dil arasında orantı kurulamamıştır!”
Yani, “dil ağır kaçmış” dediler!..
Ve, bastılar “tazminat cezası”nı!..
Haa, “bunun ödülünü” de aldılar tabiî!..
Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşimin dün yazdığı gibi; “Akit aleyhinde, Kılıçdaroğlu lehinde” karar veren iki hakim, herhalde “Seyfi Dede”nin girişimleriyle “Yargıtay üyeliği”ne getirilmişler iyi mi?!?..
Hem de, “3 bin 500 hakim” içinden!!!
Şunu demeye çalışıyorum:
Bay Kılıçdaroğlu, “Akit’ten kazandığı tazminatlarla Atatürk rozeti alıp dağıttığını” övünerek anlatıyor!..
Dikkat edin, “kendi parasıyla” almamış... “Akit’in cebinden hovardalık” yapmış!.. Hep “başkalarının sırtından” mı geçinir bilemem... Ama, “Baykal’ın kasediyle gerdeğe girdiğini” cümle alem biliyor!..
“Baykal’ın seks kasedi” olmasaydı, acaba “CHP Genel Başkanı” olabilir miydi, o da ayrı bir mesele!..
ÖNDER SAV, KULAĞINA ÜFLEYİNCE!
Gerçi; oldu da, ne değişti ki?..
Devrede olan, yine “başkaları!”
Dün “başkasının parasıyla hovardalık” yapıyordu, bugün “başkasının aklı”yla genel başkanlık!..
Hatırlarsınız 25 Haziran 2010’da gittiği Zonguldak’ta, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Manşetle gelen, manşetle gider” sözü hatırlatılıp, ne cevap vereceği sorulmuştu kendisine...
Bay Kılıçdaroğlu, tam cevap vermeye hazırlanıyordu ki, “Demokles’in kılıcı” gibi hep tepesinde duran Önder Sav, hemen kendisini “dürtmüş” ve kulağına “sufle” yapmıştı!.. Bu “sufle”den sonra, Bay Kılıçdaroğlu demişti ki;
“Bu soruya yarın cevap vereceğim!”
Hele söyleyin, böyle “genel başkan” olur mu?..
Genel başkan dediğin, “kendi görüşü”nü açıklar, “başkalarının görüşü”nü değil!..
Sadece bu olayla kalsa; “İlk günlerin acemiliği” der, geçersiniz... Ama, “hayatî bir mesele”de bile “çark etme”ler ve “kıvırma”lar oluyorsa; anlayın ki bu adamdan bir “cacık” olmaz!..
KEMAL BEY VANTİLATÖR GİBİ!
Sözü, “Başbakan’la buluşma”ya getirmek istiyorum...
29 Haziran 2010 tarihli gazetelerin hemen hepsinde, “gazetecilerin soruları” ve “Kılıçdaroğlu’nun cevapları” yer alıyordu...
Ama ben, “Kılıçdaroğlu’nun ziyaret ettiği ilk gazete” olması açısından Cumhuriyet’te yer alan haberi aktarmak istiyorum.
Türey Köse’nin haberi özetle şöyle:
“CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan ile bir araya gelmeleri konusunda ‘Sayın Başbakan ne zaman ziyareti uygun görürse o zaman görüşürüz. Görüşme için herhangi bir koşulumuz yok’ dedi.
Kılıçdaroğlu, ‘Görüşme nasıl olacak? Başbakan mı sizi ziyaret edecek, yoksa davet mi bekliyorsunuz?’ sorusuna, ‘Sayın Başbakan ne zaman ziyareti uygun görürse görüşme o zaman olur. Genel merkezimizde de olur, parlamentoda da olur’ karşılığını verdi.
Kılıçdaroğlu, ‘Başbakan Erdoğan ile görüşmeniz sırasında hangi önerileri dile getireceksiniz’ sorusu üzerine de şunları söyledi:
‘Biz önerilerimizi açıkça yapıyoruz. Kapalı kapılar ardında ayrı bir şey söyleyeceğimiz yok. Gizli önerimiz yok. Sayın Başbakan bunlara katkı verir, desteklerse bürokrasi sayın Başbakan’ın elinde, o önerilerin gereğini yapar’!”
Evet, Bay Kılıçdaroğlu, 29 Haziran’da aynen bunları söylemiş... Yani, “Başbakan’la görüşmesi” konusunda hiçbir “ön şartı” yok!.. Görüşme “Parlamento’da” da olabilir!..
Peki, daha sonra ne değişti ki, Bay Kılıçdaroğlu “180 derece tersine” laflar etti?.. Bir gün önce “şart yok” diyen adam, 30 Haziran günü şunları söyledi:
“Başbakan, kendisini Cumhurbaşkanı mı sanıyor?.. Erdoğan’ın davetine katılmayacağım!”
Hani “ön şart” yoktu?.. Hani, “CHP Genel Merkezi’nde” olmazsa, “Parlamento’da” görüşebilirdiniz?..
Ne oldu da “çark” ettin?..
Yoksa, yine “kulağına fısıldayan” mı oldu?..
İnanın, “rüzgar gülü” bile bu kadar hızlı dönmez!.. Bay Kılıçdaroğlu, “vantilatör” olmalı ki, fırıl fırıl dönüyor!.. Rüzgarından üşütüp de “nezle” olmamak mümkün değil!..
Bay Kılıçdaroğlu’na son diyeceğim şu:
Sen sen ol; “kendin” ol!..
Malûm, “Elden gelen öğün olmaz; o da her zaman bulunmaz” derler...
“Başkalarının kararı” ile tazminat kazanıp, “başkalarının parası”yla rozet dağıttın!.. “Başkalarının kasedi”yle de genel başkan oldun!..
Tamam da, bu işler hep böyle yürümez!..
Unutma; başkalarının “rota”sına girenler, onların “pota”sında erimeye mahkûmdur!..
Bu da, “benden” sana bir akıl kıyağı!..
Kim Kürt, kim Türk?
Ne enteresan değil mi; Ziya Gökalp, etnik köken itibariyle bir “Kürt”tür ama “Türkçülüğün Esasları” adlı bir kitap yazmıştır!.. Ya da, yazdırılmıştır!..
Yine ne enteresandır ki; Ahmet Türk’ün soyadı “Türk” olmasına rağmen, kendisi has bir “Kürt”tür!..
Abdullah Öcalan’a gelince... Şu işe bakın ki, “sözde Kürtçülüğü savunması”na rağmen, “Kürtçe”nin “K”sını bilmez!..
Sadece “Türkçe” konuşur!..
Peki, Öcalan’ın başında bulunduğu PKK neyin nesi?..
AK Parti Kırıkkale Milletvekili Mustafa Özbayrak, dün demiş ki;
“PKK; bir Kürt örgütü değil, Türk örgütüdür!”
Peki, bu “iddia”sının dayanağı ne?.. Şöyle diyor Özbayrak: “PKK terör örgütü, Kürtlerin iradesiyle hareket eden bir örgüt olmaktan çıkmış, ipi Beyaz Türkler’in elinde olan bir örgüt haline gelmiştir!”
Sevdim bu tesbiti... Gerçek de öyle değil mi?.. PKK, Türkiye’deki “Beyaz adamlar” tarafından yönetilmiyor mu?..
Dün Ziya Gökalp’e “Türkçülüğün Esasları”nı yazdıran Ergenekon, bugün de “Kürtçe” bilmeyen Abdullah Öcalan’a “Kürtçülük” yaptırmaktadır!.. Olay budur!..